Iktidar ve Varlik Bakimindan Güçlü Olan’in Destekçisi Ve Koruyucusu Olarak Din Adami
Geçmis dönemler boyunca din adami, toplumu ezen ve sömüren kim varsa onun yaninda yer almis, ona daima destek olmustur. Müstebid iktidarlar ve halki soyan siniflar hep din adaminin destegi ve yardimiyle saltanatlarini, mutluluklarini sürdürebilmislerdir. Günümüzde de durum, tüm Islam ülkeleri itibariyle budur.
I) Din adami, seriat dini’nin “hükümdarlar” sayesinde ayakta durabilecegine inanmis olarak “Zalim ve fasik olsalar da hükümdarlara itaat gerekir” formülüne bagli kalmis ve toplumu da bu duygularla yetistirmistir:
Çogu yayinlarimizda deginmis oldugumuz gibi Islam dini demokratik degil fakat “teokratik” nitelikteki devlet sekillerine yer verir; din ve devlet ayriligi ilkesini kabul etmez. Ortaya çiktigi andan bu yana, yani 1400 yil boyunca özelligi ve uygulanisi hep bu olmustur. Bu yüzden Islam ülkeleri hep mutlak iktidara sahip hükümdarlar tarafindan yönetilmislerdir. 1400 yil içerisinde bir tek Islam ülkesi gösterilemez ki demokrasi ile yönetilmis olsun.
Islami devlet uygulamasinda din ve devlet ayriligi’nin bulunmamasi nedeni sundan dolayidir ki Tanri güya Muhammed’i peygamberlerin en üstünü ve en sonuncusu olmak üzere göndermis ve dini onunla “kemale” erdirmistir. Bunu yaparken din ve dünya islerini onun elinde toplamistir. Ondan önceki hiç bir “peygambere” böyle bir imtiyaz saglamamistir. Din ve devlet islerini onun elinde toplamasinin nedeni, “insanlarin hem din ve hem dünyalarindaki salahlarini saglamak içindir” 597.
Din adami’nin belletmesine göre Muhammed, din’in ancak “halife’ler” (hükümdarlar) sayesinde ayakta durabilecegini düsünmüs ve bu nedenle söyle konusmustur: “Ilerde basiniza öyle amirler gelecek ki, bunlarin kabul ve reddedeceginiz tutum ve davranislari olacaktir. Bunlar ifsadatta bulunacaklardir. Fakat (Tanri’nin) onlar vasitasiyle islah edip düzelttigi, onlarin ifsad edip bozduklarindan daha çok olacaktir. Iyilik yaparlarsa ecri onlara, sükrü de sizedir. Kötülük yaparlarsa cezasi onlaradir. Size düsen sabr etmektir” 598.
Yani anlatmak istemistir ki hükümdarlar ne kadar zalim, ne kadar “fasik” (günahkar, kabahatli, vs…) olurlarsa olsunlar, onlara mutlak sekilde itaat etmek gerekir. Kötülük yapmislarsa onlarin kötülüklerine karsi direnmek degil fakat “sabr” ederek boyun egmek gerekir, çünkü Tanri onlara bu kötülüklerinin cezasini ilerde bizzat kendisi verecektir.
Ve iste Islam ülkelerinde din adamlari’nin 1400 yil boyunca halki “müstebid” sekilde yöneten hükümdarlari desteklemelerinin nedeni budur. 1400 yil boyunca hükümdarlari (daha dogrusu Devlet’i) kisi’ye ve topluma üstün tutmalarinin, ya da kisi’yi ve toplumu daima devlet’e feda etmelerinin nedeni de budur. Bu 1400 yillik tarih içerisinde hükümdarlarin insan haklarina ve insan sahsiyetinin haysiyetine aykiri davranislari din adami’nin tepkisine hiç bir zaman yol açmamistir. Aksine din adami iktidarin en mutlak ve en müstebid bir sekilde uygulanmasina yardimci olmus, insanlarimizi da bu uygulamalara boyun egdirtmistir. Bu sayede ayni zamanda kendi saltanatinin devamini da saglamistir.
Öte yandan din adami kisi’yi, her zaman için dünyevi iktidara karsi düsmanlik duygulariyle beslemistir. Bu isi görebilmek için elinin altinda seriat emirleri vardir ki, bu emirlere göre “Tanri’ya” ve “peygamber’ine” itaat her seyin üstünde gelir. Örnegin Kur’an’da, cehennem atesine atilanlarin: “Keski Allah’a itaat etseydik; keski Peygambere itaat etseydik” (K. 33 Ahzab 66) diye konustuklari yazilidir.
Din adami bu tür hükümlere dayali olarak uhrevi iktidara itaat etmenin önemini belletmek için geçmis dönemlerden örnekler verir. Bu örneklere göre Tanri ve peygamber emirlerine itaat etmeyen halklar felakete ugramislardir.
Her ne kadar din adami, iktidar sahiplerinin Tanri tarafindan halki görüp gözetmek ve korumak üzere yetkili kilindiklarini, halka zulm etmemekle zorunlu bulunduklarini söyler ve bununla ilgili hükümleri sergiler ise de, iktidarlar bakimindan sorumlulugun sadece Tanri’ya karsi oldugunu ve Tanri’nin bu gibi kimseleri Cennet’e sokmayacagini söylemekten geri kalmaz. Bunun böyle oldugunu anlatmak için Muhammed’in su sözlerini hatirlatir: “Hiç bir vali yoktur ki o, müslüman ahali üzerinde icra-yi velayet ederken zulüm ederek ölür, muhakkak Allah Cennet kokusunu ona haram kilacaktir” 599.
Eskiden oldugu gibi bugün de din adami, sosyal yasam ve davranislarin Tanri ve peygamber emirleriyle düzenlenmek gerektigi inancini insanlarimiza asilar. Ona göre bu emirler “nihai” ve “üstün” nitelikte olup “beser” iradesiyle (daha dogrusu “millet iradesi” seklindeki kararlarla) asla degistirilemez; tek geçerli Kanun, tek geçerli Anayasa, tek geçerli irade sadece ve sadece Kur’an’dir. Din ve devlet islerinin ayriligi diye bir sey söz konusu degildir. Su nedenle ki Muhammed: “Beni Israil’in din ve devlet islerini peygamberler idare ediyordu; bir peygamber ölünce baska bir peygamber onun yerine geçiyordu. Artik benden sonra peygamber yoktur, halifeler bulunur. Bazan bunlar birden fazla olurlar… Sirasi ile bunlara biat ediniz ve onlara karsi olan vazifelerinizi yerine getiriniz ve size karsi onlarin yapmamasi gereken seyi Allah’tan dileyiniz” demistir 600
Bundan dolayidir ki Diyanet Isleri Baskanligi: “Millet hakimiyeti kitabimizin ve peygamberimizin gösterdigi yoldur” 601 diyerek Kur’a’ni egemenligin kaynagi olarak gösterir. Böylece basta Anayasa olmak üzere insan yapisi kanunlari temelsiz kilar. Anlatmak istedigi sudur ki Kur’an’a yatkin düsmeyen kanun hükümleri geçersiz sayilmak gerekir. Ancak ne var ki Kur’an, kisi’nin “dogal” haklarini, özgürlüklerini, esitligini vs öngörmemistir. Örnegin Kur’an’a göre kölelik Tanri yapisi bir kurulustur (K. Nahl 75); kadin “dinen ve aklen dun bir yaratiktir”; Kisi sadece kul niteliginde bir yaratiktir; kisiliginden dogma hiç bir hakka sahip degildir. Bu nedenle Tanri’nin yeryüzündeki temsilcisine (örnegin Halife’ye) karsi, kötü ve despotik yönetim altinda kalsa dahi, direnme olanagina sahip degildir. Her ne kadar Kur’an “zulüm” denen seyi yasaklamis görünmekle beraber “zulüm” deyiminden insan haklarinin ihlalini anlamamistir. Örnegin “müsrikleri” öldürmek zulüm sayilmaz çünkü Kur’an’da “Müsrikleri nerede görürseniz öldürün” (Tevbe 5) diye emredilmistir 602.
Öte yandan yine din adami’nin seriat’a dayali olarak açiklamasina göre Muhammed söyle demistir: “(Iktidarda bulunan kisi) Kafasi üzüm tanesi gibi Habesi bir köle olsa dahi ona itaat gerekir” 603 . Böyle dedigi içindir ki din adami da yüzyillar boyunca halki hep bu tür bir itaatle yetistirmistir. Imam Gazzali, Ibn Teymiyye, Cüveyni gibi nice ünlüler halki koyun sürüsü seklinde yönetilmek gereken bir sey bilmislerdir. Bundan dolayidir ki yöneticiler halki, düsünme gücünden yoksun tutabilmislerdir. Osmanli yöneticilerinin büyük bir ustalikla uyguladiklari siyaset de bu olmustur. Sayisiz örneklerden birini verelim: 1876-7 Osmanli-Rus savasi, bilindigi gibi Rusya lehine sonuçlanmisti; bu sekilde sonuçlanmasinin tek nedeni Osmanli yöneticilerinin akilsizliklariydi. Fakat bu yöneticiler akilsiz olduklari oranda kurnaz idiler: din adami’nin destegiyle halki batil inanislar içerisinde kandirmanin yolunu bildikleri için halka sunu anlatmislardir ki Rus Çari, büyük çabalar sarfederek Muhammed’in bir mesajini ele geçirmistir ve bu mesajda Hirka-i Saadet’i elde edenin yeryüzüne sahip çikacagi yazilidir. Rus Çari’nin savasi kazanmis olmasinin tek nedeni de iste bu mesaji elinde bulundurmasidir. Hirka-i Saadet, Muhammed’in giysilerinden biri olup o tarihlerde Istanbul’da bulundugu için, yapilacak sey bu mesaji ele geçirip Rus Çari’na bu mesajdan yararlanma olasiligini yok etmekti. Bu maksatla Devlet ricali oturur bir plan tertipler: bu plana göre müslüman bir fedai aranip Rusya’ya yollanacak ve böylece Çar’in elindeki mektub gizlice alinacaktir. Eger bu yapilacak olursa artik Rusya bir daha Osmanliya karsi savas alaninda basari kazanamayacaktir! 604
Bu yalanlara inanan halk Rusya’ya karsi yenilgiden dolayi yöneticileri özürlü görmüstür. Din adami’nin ilkel bilgiler ve inanislarla yetistirdigi Osmanli toplumundan elbetteki “kamu oyu” bilinçlenmesi beklenemezdi. Hemen belirtelim ki günümüzün insanlarini yetistiren din adamlari, o zamanin insanlarini yetistirenlerden farkli degillerdir. Çünkü onlar da, bunlar da ayni seriat malzemesinin yetistirmesidirler. Durum bütün islam ülkeleri bakimindan aynidir. Ayni oldugu içindir ki “istibdat” yönetimlerine karsi halktan gelme bir direnis görülmez.
Toplumumuzun bazi siniflari var ki, her biri kendi çikarlari bakimindan din egitimine önem vermek, din adami yetistirmek, Kur’an kurslarinin çogalmasini, cami sayisinin artmasini istemek gibi konularda birbirleriyle yarisirlar. Oy yatirimi yapabilmek, halk yiginlarini kazanabilmek amaciyle siyaset adami, din adamina ne kadar muhtaç ise, varlik adami da kendi mutlulugunu saglayan yeryüzü esitsizligini sürdürebilmek için ayni sekilde muhtaçtir. Öte yandan din adami da kendi çikarlarinin onlara hizmet siyasetinde yattigini bilir. Bu “üçlü ittifak’in” benimser oldugu demokrasi anlayisindaki temel ilke, halk yiginlarinin din hamuru ile yogurulmasi fikrine oturur. Bu fikre sarilanlar, “Halk dinine sahip olmak istiyor” yaygaralariyle halk iradesini din verileriyle özlestirerek “sekilci” bir demokrasiye yer veren, fakat gerçekte demokrasiye tamamiyle ters düsen ortami olustururlar. Bu ortam içerisinde halki sömürmek kolaydir.
Bu “üçlü ittifak”, halki uyutma amacina yönelik bir demokrasi uygulamasini saglamak üzere her türlü kurnazligi düsünmüstür. Oy adami, halki kendi tuzagina düsürebilmek maksadiyle dinin en atesin savunucusu görünüsü içerisindedir: “Tanri” sözcügünü agzindan eksik etmez; konustugu dil hiç degismeyen deyimlerle aynidir: “Dinsiz toplum olmaz, Türk’ü Türk yapan Islam’dir” der. Ama bunlari derken “Def’i hacet’ten sonra üç ya da bes tas parçasi ile altinizi temizleyin, kullandiginiz taslarin tek sayida olmasina dikkat edin, çünkü Tanri tek’tir” ya da “Tanri müsrikleri nerede görürseniz öldürmenizi emrediyor” seklindeki verilerle Tanri fikrini küçülttügünü düsünmez.
Öte yandan bu ayni siyaset adami bilir ki, din adaminin elinde egitilen halk için ne insan hak ve özgürlükleri hakkinda fikir edinmek, ne yoksullugu ve mutsuzlugu sorun haline getirmek söz konusudur.
1950’den bu yana siyaset adami için “din” nasil bir “oy yatirimi” haline sokuldu ise “enflasyonist” ve “kapti kaçti” bir ekonomik siyaset sayesinde kolaylikla varlik edinen siniflar da ayni mekanizmayi kendi çikarlarinin güvencesi haline getirmislerdir. Özellikle 1960’lardan sonra büyük ya da küçük çaptaki is çevrelerimiz, isçi’nin din duygularini sömürmek hususunda birbirleriyle yarisir olmuslardir. Isçilerinin su veya bu sekilde huzursuzluk yaratmalarini önlemek amaciyle benimser olduklari kurnazliklarin basinda isyerine mescid yaptirmak ve isçiyi ibadetle mesgul etmek gibi usuller yer almistir. Bir is adami’nin anlatisi söyle: “Isçilerimiz bu mescitlere muntazaman devam ederler; orada istedikleri gibi ibadet ederler, ara sira ben de onlara katilirim. Imamlari da vardir; güzel güzel va’az’lar verirler, Tanri’nin insanlara nasil rizik dagittigini, nasil diledigi gibi rizki azaltip arttirdigini ögretirler. Yoksullugun ve varlikliligin Tanri’dan gelme oldugunu ve gerçek müslüman kisiler için yoksullugun fazilet sayildigini, yoksullarin varlikli olanlardan önce Cennet’lere gideceklerini onlara Kur’an hükmü olarak belletirler. Rizkin Tanri’dan gelme olduguna ve sabrin fazilet sayildigina inandirilmis isçiler için, degil greve kalkismak ve fakat düsünmek bile günahtir. Böylece onlar rahat, ben rahat, ülkemiz rahat, her sey düzende gitmektedir”.
Hemen ekleyelim ki din adami’nin va’az’lariyle isçisini din uykusuna yatiran is adami’nin, oldukça ilginç bir din anlayisi vardir: kendisini dindar göstermekte ne kadar usta ise, din emirlerine aldiris etmemekte de o kadar beceriklidir. Yoksulluk felsefesini isleyen seriat verilerini isçisine uygularken, Tanri’nin “rizik dagiticisi” olduguna ve diledigi kisilere “sermaye” sagladigina dair esaslari da kendisi için öngörülmüs gibi gösterir. Nasil ki Batili din adami, Makyavelik bir siritisla: “Kanun denen sey örümcek agina benzer ve eger söylemek gerekirse sinek örnegi hasaratin yakalanmasina yarar ve fakat esek arisi gibi büyük olanlarin geçmesine olanak saglar” diyebiliyor ise ve Batili is adami da “Kanunun teknik engelleri karsima çiktigi zaman ben onlari asmasini bilirim” diye ekleyebiliyorsa 610 bizimkiler de bir yandan din’e bagli imis gibi görünürlerken, diger yandan kendileri için engel yaratacak olan din emirlerini (örnegin faiz yasagini) bilmezlikten gelirler. Sanirlar ki basarili ve varlikli olmalarinin sirri bunda yatar. Bütün bunlari da kuskusuz din adami’nin yardimi ile saglarlar. Bu hizmetlere karsilik din adami’nin destekçisi olurlar: cami insasinda ya da Kur’an kurslari ile imam hatib okullarinin açilmasinda, siyaset adami ile el ele bulunmalari, keselerini açmalari bundandir. Halki böylesine uyutucu inanislarla kaderine razi eden din adamina ne feda edilmez ki?
Varlikli siniflarin Dogu Il’lerimize nazaran daha yaygin bulundugu Bati Il’lerimizde Kur’an kurslarinin özel bagislarla kurulur olmasinin ve buna karsilik bu kurslarin Dogu Il’lerimizde Devlet eliyle çogalmasinin nedenleri bundandir. Gerçekten de ekonomik bakimdan Bati bölgelerine oranla daha yoksul, daha geri birakilmis Dogu bölgelerindeki Kur’an kurslari genellikle Devlet’in mali yardimlariyle kurulmustur. Bati bölgelerinde ise sanayilesme ve ekonomik gelisme biraz daha farkli oldugundan, varliklilarin sayisi ve gücü bu bölgelerde daha yüksektir. Bu nedenle bu bölgelerdeki Kur’an kurslarinin bu varlikli çevrelerden yapilan yardimlarla kuruldugu görülür. Kur’an kurslarinin en çok Ankara, Istanbul ve Izmir gibi Il’lerde kuruldugu bir gerçektir. Ulusal ortama nazaran Ankara’da %10 bir fazlalik vardir. Bundan çikan sonuç sudur ki is çevreleri ile siyasetçiler Bati bölgesinde, ve fakat buna karsilik Devlet kurulusu Dogu bölgelerinde olmak üzere yöntemli bir isbirligi halindedirler 611.
Din okullari konusunda da durum budur. Din okullari açmak ve din adami yetistirmek hususunda 1950’den itibaren Demokrat Parti tarafindan girisilen faaliyetler 1960 ihtilalinden sonraki tutucu iktidarlar tarafindan daha da güçlendirilmistir. Cumhuriyet tarihimiz içerisinde meslek egitimi alanlarindaki en hizli artis “Imam Hatib Okullari” bakimindan kendisini göstermistir. Özellikle 12 Mart hükumetleri zamaninda gerçeklestirilen bu hizlanma, daha sonralari giderek artmistir.
Sunu esefle söylemek gerekir ki cahil halki kazanmak ve oy saglamak için din adamindan medet uman partiler ve is adamlari Türkiye’nin gelecegini din adamlarinin ipotegi altina sokmuslardir.
Ancak ne var ki din adamlari “uhrevi iktidar”dan gayri hiç bir iktidari “mesru” saymazlar; onlar indinde “dünyevi iktidar” geçersiz ve degersiz bir anlam tasir. Bu nedenledir ki müslüman kisi’yi dünyevi iktidara karsi isyankar ve fakat “uhrevi iktidara karsi” itaatkar ruhla yetistirmege çalisirlar. Çünkü Kur’an onlara: “Rabbimiz biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmistik, fakat onlar bizi yoldan saptirdilar” “Keske Allah’a itaat etseydik! keske Peygambere itaat etseydik” (K. 33 Ahzhab 66-68) seklindeki( ve benzeri) emirlerle hitab etmektedir.
Bundan dolayidir ki bir süredenberi gönüllü imamlar cami’lerde vatandasi devlet aleyhine kiskirtmaya baslamislardir 612