Seriat Verileriyle Halkimizi Batil Inanislar Içerisinde Yoguran Din Adami
I) Ka’be’deki Hacer-i Esved’e (Kara Tas’a) tapma ve seytanlari taslama gelenegi:
II) Din adami insanlarimizi, “Sag’in sol’a fazli (üstünlügü)” inanislariyle yogurur.
IV) Din adami insanlarimizi “Besmele çekerek is görme” gelenegine sürükler!
VII) “Çocuklar gibi feryad edip aglayan, sizlayan hurma kütügü”: “Hanin-i ciz” olayi.
a) “Her sabah Acve hurmasindan yedi tane yiyen muslüman kisi sihirden etkilenmez!”
b) Din adamlari halkimiza, seriat’in öngördügü “Tükürüklü” ve “Tükürüksüz” üfürük usulleri belletirler.
c) Diyanet’in yayinlarinda Muhammed’in, ücret karsiligi üfürükle tedavi usüllerine izin verdigi, kendisinin dahi bu tür kazançlardan pay aldigi açiklanir.
1′) Din adami’nin söylemesine göre “Ölü insan’la ya da hayvanla cinsi munasebette bulunan oruçlu kisi kaza orucu tutmakla yükümlüdür; hayvan kendisine ait ise, münasebetten sonra hayvani öldürmelidir”.
2′) Din adamlarindan bazilarinin görüsüne göre “Ölü insan vücudu” ile ya da hayvanla cinsi münasebet “zina” sayilmaz.
3′) Cinsi münasebette bulunulan hayvana uygulanacak ceza konusunda:
XIX) Yetmis dert’ten kurtulmanin yolu: Yemege tuz ile baslamak.
Din adamlarimiz batil’a inanmanin Islam öncesi “Cahiliyye” dönemi Araplarina özgü bir “telakki” oldugunu, Islam’in bu “telakki’yi” ortadan kaldirdigini, Muhammed’in hurafe’lerle ve batil ile savastigini tekrarlamaktan bikmazlar. Ancak ne var ki söylediklerini yalanlarcasina halkimizi, batil itikad’lerle, hurafe’lerle yogurmaktan geri kalmazlar. Bu bellettikleri hükümler arasinda Ka’be’deki Kara Tas’a tapmanin ya da Mekke’deki iki tepe arasinda kosarak seytanlari taslamanin dinsel bir davranis oldugunu öngörenlerden tutunuz da “Sag’in sol’a fazli’na inanmanin” (örnegin sag ayak ile yataktan çikmak, sag el ile yemek yemek vs. gibi), ya da “Tek sayilara göre is görmenin” (örnegin “istinca” ederken -def’i hacet’ten sonra- pisligi tek sayida tas/kerpiç ile temizlemek; su içerken suyu tek sayida yudumlayarak içmek vs gibi ); ya da “oruçlu iken ölü bir insan vücudu ile cinsi münasebette bulunduktan sonra kaza orucu tutmanin” ya da “tükürüklü ve tükürüksüz üfürük usulleriyle hastaliklara çare bulmanin” ve daha buna benzer nice uygulamalarin Tanri ve peygamber emirlerine göre ayarlandiklarini gösterir olanlari vardir. Geliniz simdi din adamlarimizin “Tanri ve peygamber” emirleridir diyerek halkimiza belettikleri ve genellikle Diyanet Isleri Baskanligi’nin “resmi” yayinlarinda yer alan ve Orta Çag dönemini hatirlatan hükümlerden bazilarina kisaca göz atalim.
I) Ka’be’deki Hacer-i Esved’e (Kara Tas’a) tapma ve seytanlari taslama gelenegi:
Din adami’nin bellettigi seriat uygulamalarindan biri, Ka’be’deki Hacer-i Esved’e (Kara Tas’a) sayginlik göstermek ve hacc için Mekke’ye gidildikte bu tasi öpüp civardaki iki tepe arasinda kosmak ve seytanlari taslamaktir. Insanlarimizi hem batil ile ve hem de Arap’lik ruhu ile hasir nesir etmek için uyguladigi usullerden biridir bu; söyleki:
Ka’be’nin bir kösesinde Hacer-i Esved (al-Hacar al-asvad) adini tasiyan ve çemberle çevrilmis üç büyük ve bir kaç küçük tastan olusan bir yer vardir ki 280, müslümanlar için bir bakima tapinak isini görür; dua ederlerken bu tasa dokunmayi, ya da onu öpmeyi kutsal bilirler; çünkü bu davranis haciligin kosul’larindandir. Yine ayni yerde bir tas daha vardir ki buna da al-Hacar al-as’ad (“mes’ud”) adi verilmistir; Ka’be’yi tavaf sirasinda buna el ile dokunmak müslümanlar için dinsel bir görevdir.
Bu gelenek eski bir Arap geleneginin devamindan baska bir sey degildir; çünkü islam öncesi dönem itibariyle Araplarin benimsedikleri din taslara ibadet etmekten ibaret idi. Tas’tan bir putu “mezbah” (kurban kesilecek yer) olarak kabul ederler ve kurban kani akitarak ibadette bulunurlardi. Hacer-i Esved bu putlardan biriydi; Ka’be’nin içinde ve disinda Hacer-i Esved’ten gayri daha pek çok put bulunmaktaydi; Ka’be’ye yerlestirilmis olan putlarin sayisinin 360 oldugu söylenir. Hacer-i Esved dahil olmak üzere bu putlara halk “takdimelerde” bulunur ve örnegin altin ve gümüsten yapilmis seyler sunar, kurban adardi.
Bu gelenegin iki farkli kökeni oldugu söylenir ki bunlardan birisi Ka’be’nin ve Hacer-i Esved’in, Allah’in yeryüzündeki halifesi oldugu kabul edilen Adem’in tahti seklinde tanimlanmasiyle ilgilidir. Kur’an’da, Ali Imran Suresi’nde söyle yazilidir: “Insanlar için ilk kurulan (ibadet) Ev(i), Mekke’deki evdir ki, kutludur ve bütün milletler için hidayet (kaynagidir). Onda nice apaçik isaretlerle, bilhassa Ibrahim’in makami vardir” (K.3 Ali Imran 96-97).
Basta Tabari olmak üzere çesitli kaynaklarin Kur’an’i yorum yolu ile bildirdiklerine göre güya Adem, günah isleyipte Cennet’ten atilinca yeryüzünde Mekke’nin bulundugu yere gelir. Fakat Mekke’de hiç kimsecikler yoktur; gökler de kendisine kapali tutuldugu için sikilir ve Tanri’ya sikayette bulunur. Onun bu sikayeti üzerine Tanri harekete geçer ve Cebrail ile diger meleklere emreder. Emir geregince Cebrail derhal yerin altindan bir temel çikarir; melekler ise çesitli yerlerden kaya parçalari getirirler ve temel üzerine yigarlar. Bunun üzerine Tanri kirmizi yakut’tan bir çadir gönderir ve çadirin etrafini “tavaf” ettirir; ayrica bir de beyaz yakut’tan yapilmis bir iskemle yollar ki bu iskemle güya daha sonra rengi siyaha dönüsecek olan “Hacer-i Esved”tir. Böylece Tanri’nin yeryüzündeki halifesi Adem için taht hazirlanmis olur. Daha sonra Tanri, insanlardan kendisine boyun egeceklerine dair sözlü vesika alinca bunu Hacer-i Esved’e yutturur ki kiyamet gününde tanik olsun diye. Çünkü Tanri bu tasa kiyamet gününde konusabilmesi için dil verecek ve onun sahidligi sayesinde insanlari muhakeme edecektir. Adem’in ölümünden sonra çocuklari Ka’be’yi insa ederler fakat günün birinde tufan her seyi alip götürür. Neyse ki melekler Hacer-i Esved’i alip Mekke’nin Dogu yönünde bulunan Abu Kurays adindaki bir dag’daki magaraya saklarlar. Yine güya Mekkeli’ler bu tasin Ka’be’ye konulmasina karar verdiklerinde Muhammed de tasin tasinmasinda is görür 281.
Diger bir menkibe’ye göre de Ka’be’nin temelleri Ibrahim ve oglu Ismail tarafindan atilmistir ki Kur’a’nin Bakara Suresi’nin 125-127 vd… ayet’leriyle anlatilmistir 282. Güya Ibrahim, iki basli bir kasirga’nin kilavuzlugunda Arabistan’a gelmis, simdiki Ka’be’nin bulundugu yerde oglu Ismail ile birlikte Ka’be’yi insa etmis ve Tanri’ya “Rabbimiz! yaptigimizi kabul buyur…Ikimizi Sana teslim olanlar kil, soyumuzdan da Sana teslim olanlardan bir ümmet yetistir…” (3 Bakara 127-8) diye dilekte bulunmustur. Bundan dolayidir ki yine güya Tanri : “Ka’be’yi, insanlar için toplanma ve güven yeri kilmistik. Ibrahim’in makamini namaz yeri edinin, dedik. Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye Ibrahim ve Ismail’e ahd verdik” (K. 2 Bakara 125-126) diye konusmustur. Bunun üzerine Abu Kubays’ta bulunan Hacer-i Esved, Cebrail tarafindan Ibrahim’e getirilmis, Ibrahim’de onu oraya yerlestirmistir. Söylendigine göre bu tas, önceleri beyaz renkte iken cahiliyye devrinin günahlari yüzünden kara olmustur 283.
Diyanet’in yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari’nda, Ka’be’deki Hacer-i Esved’e gösterilmek gereken saygiyla ilgili hadis’ler yaninda, Mekke’nin Safa ile Merve adli tepeleri arasinda kosmak ve tas atmak suretiyle seytanlari korkutmak gibi hususlarla ilgili seriat hükümleri yer almistir ki, yine tekrar edelim, bunlarin hepsi de Arap’larin putperestlik döneminden kalma geleneklerdendir. Söylemeye gerek yoktur ki Kara tas’i öpmek ya da seytanlari taslamak batil inanislardan baska bir sey degildir.
Ancak ne var ki Seriatçi çevreler ve din adamlarimiz, Kara tas’i öpüp oksamanin ve ona karsi gösterilen bu sayginligin batil inanç sayilamayacagini, bu sayginligin aslinda Tanri’ya saygi oldugunu ve bu tür bir gelenegin aslinda bayragi selamlamaktan farki bulunmadigini ileri sürerler (Bkz. Sahih-i…, Cilt VI. sh. 108) 284. Oysa ki “ilah” ve “put” niteliginde kabul edilen bir tas parçasi ile, bir milletin sembolü olan ve uhrevi’likle ilgisi bulunmayan bir bayrak arasinda çok önemli farklar oldugu asikardir. Bayragi selamlama olayinda bayraga dua etmek, ondan ilahi isteklerde bulunmak ve “uhrevi” ödüller beklemek diye bir sey söz konusu degildir. Oysa ki put niteligindeki bir tasi öpmek, ona dokunmak, kurban adamak ve dua’da bulunmak, bu arada seytanlari taslayarak kaçirtmaya çalismak, hiç kuskusuz ilahi bir takim imtiyazlara konmak, kötülüklerden ve günahlardan kurtulmak gibi amaçlara dayali davranislardir. Bayragi selamlarken “Tanrim bana sunu nasib et, beni su bela’dan kurtar” filan diye dua etmeyiz, ama Ka’be’de kara tasi öpüp oksayanlar ederler.
Heykel’ler konusunda da ayni seyleri tekrarlamak gerekir; su bakimdan ki seriatçilar Atatürk heykel’lerini put niteliginde kabul edip kirip atmak isterler. Oysa ki Atatürk heykel’leri, tarihten silinmek üzere bulunan ve ilkellikler içerisinde çirpinan Türk milletini kurtarip uygarlik rayina yerlestiren, çok kisa bir süre içerisinde islam ülkelerinin en önüne geçiren bir insani minnet ve saygi ile anmak için dikilmis seylerdir. Hiç birimiz Atatürk heykeli’nin karsisina geçip kader dilenciligi yapmayi aklimizdan geçirmeyiz; ya da “Bizi seytanlarin serrinden koru” filan diye dua etmeyiz. Çünkü onun heykel’lerini “ilah”, “put” niteliginde görmeyiz. Oysa ki bir tas parçasina ya da benzeri seylere (put’lara, ilah’lara vs) tapanlar “felah” bulmak ve ilahi ihsanlara kavusmak için yalvar yakar olurlar. Nitekim Ka’be’deki Kara Tas’a dokunmak, onu öpüp oksamak, biraz önce dedigimiz gibi, Arap’larin eski putperestlik döneminden kalma ve batil inanç niteliginde olan gelenekleridir. O kadar ki bu gelenegin devam ettirilmis olmasindan dolayi Halife Ömer b. Hattab bile, bir aralik endiseye kapilmis ve söyle demistir: “Çok iyi biliim ki, sen zarari ve menfaati olmayan bir tas parçasisin! Eger Res’ulullah…’in seni takbil ettigini (öpüp oksadigini) görmeseydim asla seni takbil etmezdim…” (Sahih-i…, Cilt VI, sh. 107) 285
Bu yukarda belirttiklerimizden anlasilmak gerekir ki Muhammed, Hacer-i Esved (Kara Tas) ile ilgili Arap gelenegini “islami” bir gelenek olmak üzere sürdürmeyi hem kisisel bir inanç olarak ve hem de islami yayma siyaseti bakimindan gerekli ve yararli görmüstür. Yasaminin ilk kirk yilini Cahiliyye döneminde geçirdigi ve bu dönemin inançlarina sapli bulundugu için Hacer-i Esved’e tapmayi dogal bulmustur. Öte yandan Yahudileri müslüman yapma hevesiyle Ibrahim’i “müslümanalrin ilki” ve ayni zamanda Ka’benin temellerinin aticisi olarak göstermeyi de kendi bakimindan uygun bir taktik saymistir.
II) Din adami insanlarimizi, “Sag’in sol’a fazli (üstünlügü)” inanislariyle yogurur.
Din adami’nin halkimiza bellettigi Kur’an bilgilerine ve örnegin Beled Suresi hükümlerine göre her insan’in kader’i “amel defteri” ile çizilmistir ve bu defter kisilere sag’dan ya da sol’dan olmak üzere verilmistir. Tanri ve peygamber emirlerine boyun egenler için Kur’an’da söyle yazili: “Iste bunlar amel defterleri sagdan verilenlerdir” (K. 90 Beled 18). Tanri emirlerini dinlemeyenler için ise söyle yazili: “Ayetlerimizi inkar edenler, iste onlar amel defterleri sollarindan verilenlerdir. Onlar her yönden atesle kapatilacaklardir” (K. 90 Beled 19-20).
Din adami’nin belletmesinden anlasilan o’dur ki Muhammed sag’in sol’a üstünlügüne inanmistir ve kaderleri yukardaki sekilde çizilen Tanri kullarina her hayirli isi sag’a göre yapmalarini emretmistir: örnegin yataga sag ayakla girip, sag’a dönük olarak yatmak, sag ayakla kalkmak, sag adimla sokaga çikmak, sag elle yemek ve su içerken bardagi sag elle tutmak, saç ve sakali sag’dan taramak, ölüyü yikarken sag’dan baslamak, hurmayi sag el ile tutup sol el ile çekirdeklerini çikarmak, sadakayi sag el ile dagitip sag el ile almak, ikram’da bulunurken sag’dan baslamak, vs… (Bkz. Diyanet Yayinlari: Sahih-i Buhari Muhtasari… Cilt I, sh. 151) 286.
Taraftarlarina sag’in sol’a üstünlügünü kabul ettirebilmek için genellikle seytani araç yapmis, örnegin yemek yerken ve su içerken sag eli kullandirabilmek için söyle demistir: “Sizden biriniz sol eliyle yemesin ve içmesin, çünkü seytan sol eliyle yer ve içer” demistir 286 a. Bununla da kalmamis fakat solak dogmus ve bu nedenle ancak sol eliyle is görebilecek olan kimseleri dahi sag el’lerini kullanma zorunlugunda birakmistir. Örnegin bir gün sol eliyle yemek yiyen bir adama “Sag elinle ye” diye emretmis, adamcagiz “Sag elimle yapamiyorum” deyince kendisine beddua etmis ve güya adam o günden sonra elini agzina götüremez olmustur 286 b .
Bunlari emrederken baskalarina örnek olmak üzere kendisi de böyle yapmis ve bu emirlerini zorunlu kilabilmek için Tanri’yi dahi sag el ile is görüyormus gibi tanimlamis ve örnegin “Allah, halal maldan verilen sadakayi sag eliyle kabul eder” demistir 287. Böylece Tanri’yi, tipki insanlar gibi, eli kolu olan ve sadaka kabul eden bir varlik durumunda kilmakla kalmayip ayni zamanda batil i’tikad’lara sapli imis gibi tanimlamistir.
Buna karsilik bazi islerin hep sol el ile yapilmasini emretmistir ki bu isler genellikle olumsuz nitelikte seylerdir. Örnegin “istinca” (def-i hacet’ten sonra pislikten temizlenme) sirasinda sol eli kullanmak, “zeker’i” (erkeklik organini) sol el ile tutmak, namazda iken sol tarafa tükürmek vb… gibi haller buna dahildir 287 a .
Ebu Katade’nin rivayetine göre Muhammed, kötü rü’ya görenlere, rü’ya’nin “serr’inden” (kötülügünden) kurtulmak için sol taraflarina tükürüp, üflemelerini ve dua ederek Tanri’ya siginmalarini bildirmistir (Sahih-i…, Cilt IX, sh. 50) 288. Enes b. Malik ya da Ebu Hüreyre gibi kaynaklarin rivayetine göre de, namaz sirasinda tükürmek ihtiyacini duyan kisi’nin, ne sag tarafina ve ne de Kible’sine karsi tükürmemesini emretmis, mutlaka tükürmek istiyorsa ya sol tarafina, ya sol ayagi’nin altina ya da ceketinin içine tükürmesini bildirmistir 289. Yine Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Muhammed, sadece namaz sirasinda degil fakat genel olarak sag tarafa dogru tükürmeyi yasaklamistir ve yasaklasinin nedeni, sag tarafta “katib-i hasenat” (güzel ve iyi katib) olan melek’lerin bulunmasidir (Sahih-i…, Cilt II, sh. 354) 290.
Bazi islerin ise sag’dan baslayip sol’dan bitirilmesini emretmistir; örnegin Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre söyle demistir: “Sizin biriniz ayakkabisini giyecegi zaman sag ayagi ile baslasin, çikaracagi zaman da sol ayagiyle çikarmaga baslasin. Bu suretle sag ayak, giyilen iki ayagin önü, çikarilan iki ayagin da sonu olsun” (Sahih-i…, Cilt XII, sh. 106) 291.
Sag’in sol’a üstünlügü kural’ini pekistirmek maksadiyle din adami, daha önce degindigimiz su hikaye’yi nakleder: Enes Ibn-i Malik bir gün evine Muhammed’i, Ebu Bekir’i, Ömer b. Hattab’i ve bir kaç A’rabi’yi davet eder. Yemek sirasinda besi koyunundan sagdigi sütü bardaga doldurup Muhammed’e ikram eder. O sirada Muhammed’in sag basinda bir Arap bedevisi (A’rabi) , sol yaninda ise Ebu Bekir oturmaktadir. Muhammed sütü içipte bardagi agzindan ayirdiktan sonra sag’inda bulunan A’rabi’ye döner. Maksadi bardaktaki süt bakiyesini ona içirtmektir. Bunu gören Ömer derhal müdahele eder ve: “Resula’llah, huzurundaki Ebi Bekr’e ver” der. Demek ister ki Ebu Bekir Arabi’ye nazaran daha serefli bir kimsedir, bu nedenle ikram önce ona yapilmak gerekir. Fakat Muhammed aldiris etmez ve süt artigini saginda oturan A’rabi’ye verir ve: “Saga (ver) sira ile saga (ver)” diye emreder 292. Süt bardagini alan A’rabi bir miktar içtikten sonra bardagi sagindakine geçirir. Böyle yapmakla Muhammed sunu anlatmak istemistir sol tarafta oturan kisi ne kadar seref ve i’tibar sahibi olursa olsun, ikram ondan baslamaz, sag’dan baslar 293. Bununla beraber din adami, “su” cinsi içecek bir sey takdim olundukta Muhammed’in, bu yukardaki kural’a ters düsen bir baska emrini belletir ki o da: “Büyüklere sunmakla dagitmaga baslayiniz” emridir 294. Her ne kadar bu iki hüküm çelisir nitelikte olmakla beraber din adami bunlari bagdastirmaga çalisir.
Söylemeye gerek yoktur ki “makbul” ve “iyi” olan islerin sol el ile görülmesini önleyen ve solak’ligi bir bakima kusur sayan yukardaki hukümlerin akla yatkin ve bilimsel hiç bir yönü olmayip aksine batil’a inanmakla ilgisi vardir. Unutmamak gerekir ki yeryüzü nüfusunun önemli bir kesimi solaktir; örnegin A.B.Devletleri nufusu’nun %10-15’nin solak oldugu ve bu ülkenin Cumhurbaskanligina getirilmis kisiler arasinda pek çok solak bulundugu anlasilmaktadir 295 . Öte yandan solaklar arasinda dünya çapinda nice insanlar çikmistir. Bu itibarla solakligi “dinsel ugursuzluk” imis gibi göstermenin anlami yoktur.
III) Din adami insanlarimizi “tek” sayilarin “çift” sayilara “fazl’i” (üstünlügü )” inanislariyle egitir:
Din adami insanlarimiza, yine batil i’tikad olarak, tek sayilarin kutsal olduguna dair seriat verilerini belletir. Belletirken de hep Muhammed örnegini, Muhammed’in sözlerini sergiler. Nasil ki sag’in sol’a üstünlügü varsayim sayiliyor ise, tek sayilarin da çift sayilara üstünlügü oldugunu ve bu nedenle her isin tek sayilar i’tibariyle yapilmasinin emredildigini bildirir ve Muhammed’in söyle dedigini belirtir: “Allah tektir, tek olan seyi sever” 295 a . Sunu ekler ki tek sayi’dan anlasilmak gereken sey genellikle 1 veya 3 veya 5 vb… gibi sayilardir ve Muhammed kendisi de her isini genellikle 3 rakkamina göre yapmayi uygun bulmustur: örnegin üç parmagi ile yemek yer, suyu üç yudumda içermis. Iki parmakla yemeyi ya da içmeyi “seytanca bir is” bilirmis. “Def-i hacet”ten sonra istinca ederken (temizlenirken) 3 adet tas ile temizlenirmis. Üç çocugu ölen kadinlara da cehenneme girmeyeceklerini söylermis 296.
Bu esaslara dayali olarak din adamlarimizin bellettiklerine göre abdest alinirken ellerin dirseklere kadar olan kismi üç kez yikanmalidir; asla iki kez ya da dört kez yikanmamalidir. Su içilirken tek sayida yudumlayarak (genellikle üç yudumda) içilmelidir. “Def-i hacet”ten sonra pisligi temizlerken tek sayida (genellikle üç ya da bes adet) tas veya kerpiç kullanilmalidir (Sahih-i…, Cilt I, sh. 142) 297. Bu pislik temizleme konusunda Diyanet Isleri Baskanligi, tek sayida tas/kerpiç kullanilmasina büyük önem verir ve özellikle Ebu Hüreyre’nin rivayetine dayali su hadis’i belirtir: “Her kim istinca için tas istimal ederse, adedini tek yapsin (Hiç olmazsa üç tas kullansin)” 298. Tas yerine kemik ve tezek gibi seyler kullanmak yasak edilmistir, çünkü Diyanet’in halkimiza bellettigi seriat emirlerine göre bunlar “Cin’lerin yedigi seylerdir…” 299
Seriat emirlerine göre müslüman kisi, abdestini yaptiktan sonra pisligini bu sekilde temizlerken “Allah’im kalbimi nifaktan koru…” diye dua etmelidir 300.
Tek sayilara göre bu sekilde is görme geregi, seriatçi’nin mantigina göre, Tanri’nin tek olmasi nedenine dayatilmistir. Diyanet’in yapmis oldugu açiklama söyledir: “Allah tekdir. Tek seylere muhabbet eder ” (Sahih-i…, Cilt VIII, sh. 191) 301. Imam Gazali gibi üstadlarimiz, abdest’ten sonra tek sayida tas ve kerpiçle pisligi temizlemenin Tanri ile iliskisine deginerek söyle derler: “Böylece (Müslüman kisi’nin) bütün isleri (Tanri) ile alakali olmalidir; çünkü o tek’tir. Çift degildir” 302.
Görülüyor ki din adamlarimizin seriat dogrultusundaki “Tanri” anlayisina göre müslüman kisi, “def-i hacet” ettikten sonra tek sayida (üç adet) tas veya kerpiç ile pisligligini temizlemekle Tanri’nin tek olduguna inandigini kanitlamis olacak ve huzura kavusacaktir.
IV) Din adami insanlarimizi “Besmele çekerek is görme” gelenegine sürükler!
Besmele çekmek demek, “Bagislayan ve aciyan Allah adi ile” (ki Arap’ça “bi’smi’llahi’l-rahmani’l-rahim” tümcesinin karsiligidir) sözlerini tekrar ederek, yani her isi Tanri’ya birakarak, Tanri’nin adini belirterek bir ise baslamak demektir. Ibn-i Hanbal’in Musnad adli yapitinda yer alan bir hadis’e göre Muhammed: “Allah’in adi zikredilmeden baslanilan her mühim is kötü olur” demistir 303. Kur’an’a (özellikle Fatiha Suresi’nin basina, ya da En’am , Neml, Hud vb… gibi diger Surelere) yerlestirdigi çesitli ayet ve tümcelerle de müslüman kisileri Allah’in adini anmadan is göremez hale getirmistir. 304 . Örnegin En’am Suresi’nde “Üzerine Allah’in adinin anilmadigi kesilmis hayvanlari yemeyin, bunu yapmak Allah’in yolundan çikmaktir” (K. 6 En’am 121) diye yazilidir.
Böylece kisi, tüm yasantisini kendi akli ve sorumlulugu duygusuna sahip olarak degil fakat körü körüne doga üstü bir güce terketmis olarak düzenlemek durumuna girmistir. Örnegin seriat hükümleri geregince “Besmele ile yemege baslamak”, “Agza lokma alirken besmele çekmek”, “Suyu besmele ile yudumlamak”, “Besmele ile adim atmak”, “Besmele ile abdest almak”, “Besmele ile kap, kaçagi kapamak”, “Besmele çekerek kandil söndürmek”, “Avcil kelbini (köpegini) besmele çekerek salivermek”, “Besmele ile cinsi münasebete baslamak”, “Besmele ile Kur’an okumak”, vb… gibi her hususta tüm davranislarini, kendi disindaki bir güç’ten medet umarak görme aliskanligindadir. Bütün bunlar bir bakima batil ile ugrasmanin bir baska seklidir ki din adamlarimiz tarafindan islami inanç olarak insanlarimizin beynine asilanir. Bir iki örnek vermekle yetinelim:
Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinlarinda Cabir’in rivayetine göre Muhammed’in söyle emrettigi yazilidir: “(…) Ey mü’min (…) Besmele ile kandilini söndür! Su kirbanin agzini besmele ile bagla! Yine besmele ile kap, kaçagini kapat! Velev ki o kap üzerine enine (tahta parçasi gibi) bir sey koysun” (Sahih-i… Cilt IX, sh. 56) 305.
Cinsi münasebete baslarken besmele çekmekle ilgili hadis hükmü söyledir: “Cinsi münasebette bulundugun zaman besmele ile basla. Besmele ile baslarsan sevaplarini yazan vazifeli melekler çünüblükten gusül abdesti alincaya kadar durmaksizin sana sevap yazarlar. Bu cinsi münasebetten bir çocugun olursa, bu çocugunun ve de bu çocugundan olacak torunlarinin nefesleri sayisinca sana sevap yazilir” 306
V) Din adami insanlarimizi “Cazib sözler fisildayan” ve Peygamberlere düsman olan “Cin’ler” ve “Seytan’lar” konusunda “uzman” yapar!
Din adamlarimiz ve özellikle Diyanet Isleri Baskanligi’nda görevli yüksek diplomali, hatta “Profesör”, “Doçent” unvanli yetkililerimiz, “Cin’ler” ve “Seytan’lar” ilmi konusunda da halkimizi en etkili usüllerle “irsad” etmektedirler! Her ne kadar “Cin” denen seyi tanimlamanin güç oldugunu itiraf etmekle beraber, bunlarin “hava ve rayiha gibi latif olan akil bir cisim” oldugunu, disi ve erkek cinsten olanlari ve tipki insanlar gibi müslüman olan ve olmayanlari bulundugunu söylemekten geri kalmazlar (Sahih-i… Cilt II, sh. 402) 307.
Kur’an ayet’lerine ve Muhammed’in sözlerine dayali olarak halkimiza sunu anlatirlar ki, “cin’ler” ve “insan seytan’lari” birbirlerine daima “cazib sözler fisildayan” ve fakat peygamberlere düsman olan yaratiklardir, ve onlari bu sekilde düsman yapan da Tanri’dir. Bu konuda Kur’an’dan verdikleri örnekler arasinda En’am Suresi’nin su ayet’leri vardir:
“(…) aldatmak için birbirlerine cazib sözler fisildayan cin ve insan seytanlari, her Peygamber’in düsmanidir” (K. 6 En’am 112-113);
“(…) Iste Biz, böylece her peygambere insan ve cin seytanlarini düsman ettik; bazisina yaldizli sözler söyleyerek aldatir” (K. 6 En’am 112) ;
“Böylece Biz insan ile cin arasindaki seytanlari, peygamberlere düsman yaptik. Bu seytanlar birbirlerini aldatmak için sözün sahte ve yaldizlisiyle fisildasirlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardi ” 308.
Fakat isin anlasilmaz yönü sudur ki pek çogu insan’dan olan bu seytanlari peygamberlere düsman yapan ve onlari böylece suç islemege zorlayan yine Tanri’dir. Çünkü yukardaki ayet’de görüldügü gibi Tanri güya su sekilde konusmaktadir: “Bu seytanlar… onlarin isledikleri suçlari islemeleri için o sözleri fisildarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardi” (K. 6 En’am 112-113)
Öte yandan din adami’nin seriat verilerine dayali olarak söylemesine göre, insanlari diledigi gibi “müslüman” yapan, ya da “saptiran” da yine Tanri’dir, çünkü Kur’an’da söyle yazilidir: “Tanri kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse(…) kalbini dar ve sikintili kilar” (K. 6 En’am 125).
Görülüyor ki din adami’nin insanlarimiza bellettigi seriat hükümlerine göre Tanri, seytanlara ve cin’lere “cazib” ve “yaldizli” sözler söyleterek onlari kullarina musallat etmektedir.
Cin’ler gibi seytan’lar konusunda da halkimiza “yararli bilgiler” vermegi ma’rifet sayan din adamlarimiz, seytan denen sey’in insanin vücudunda kan gibi deveran ederek kötü süpheler uyandirmasindan tutunuz da 309, kadin kiligina girip erkekleri ayartmasina, ya da merkepleri anirtmasina 310, ya da hayvanlari yangin cinayetine zorlamasina 311, ya da insanlarin genzinde dolasmasina 312, ya da kisi’lerin esnemelerine sebeb olmasina 313, ya da kadin ile erkegin cinsi münasebette bulunduklari sirada onlarin arasinda dolasmasina 314, ya da Tanri’nin emrinde olarak insanlari kandirmasina 315 varincaya kadar çesitli yollardan nasil is gördügünü, hep seriat hükümleriyle halkimiza belletirler.
VI) “Konusan karincalar!”, “Konusan kuslar” ve bu dillerde söylenenleri anlayan “peygamberler” konusunda da din adami insanlarimiza “yararli” bilgiler verir:
Din adamlarimizin halkimiza Kur’an ögretimi olarak verdikleri önemli bilgiler arasinda karincalarin ve kuslarin bazi peygamberlerle konustuklarina dair olanlari vardir: Süleyman peygamber bunlardan biridir ki hem karincalarin ve hem de kus’larin konustuklari dili bilir, çünkü Tanri ona bu dil’leri ögretmistir (K. 27 Neml 14-45) .
Süleyman, bilindigi gibi, Davud’un oglu olup Israilogullarina gönderilen “peygamber”lerden biridir. Din adami’nin Muhammed’ten naklen bildirmesine göre, Israilogullarina gönderilen diger bütün peuygamberler gibi o da aslinda müslümandir. Kur’an’da Süleyman’in “Ey insanlar! Bize kus dili ögretildi… Dogrusu bu apaçik bir lutuftur” (K. 27 Neml 16) diye konustugu ve ayrica Karinca’larin dilini de bildigi (K. Neml 19) ve ordulari’ni insanlardan, cin’lerden ve kus’lardan olusturdugu (K. Neml 17) yazilidir.
Yine din adami’nin Kur’an’dan naklen anlattigina göre günlerden bir gün Süleyman, Seba melikesi Belkis’i müslüman yapmaga karar verir ve cin’lerden, kus’lardan, insanlar’dan meydana gelen ordusu ile yola çikar. Az gider uz gider nihayet karincalarin bulundugu bir vadi’ye gelir. O sirada bir karinca “Ey Karincalar! Yuvalariniza girin (ki) Süleyman’in ordusu farkina varmadan sizi ezmesin!” diye konusur. Karincalarin dilinden anladigi için Süleyman bu sözleri duyunca “hafifçe güler” ve Tanri’ya seslenerek: “Hosnud olacagin isi yapmakta beni muvaffak kil” diye dua eder (K. Neml 19). Sonra ordusunun kuslardan olusan taburlari arasinda “Hüdhüd” adindaki kusu arar fakat bulamaz. Cani sikilir ve “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayiplarda mi? Bana apaçik bir delil getirmelidir; yoksa onu ya siddetli bir azaba ugratirim yahut keserim” (K. Neml 20-21) diye kükrer. Çok geçmeden Hüdhüd kusu Süleyman’in yanina gelir ve “Senin bilmedigin bir seyi ögrendim. Sana Sebe’den gerçek bir haber getirdim. Ora halkina hükmeden… büyük bir tahta sahip olan bir kadin buldum…” (K. Neml 26) der ve bu kadin’in seytan tarafindan kandirilip Tanri dininden uzaklastirildigini ekler (K. Neml 26). Daha sonra Süleyman, cin’lerin yardimi ile Belkis’in taht’ini taninmayacak hale sokar ve en sonunda Seba Melikesi Belkis söyle dua eder: “(…) Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” (K. Neml 44) . Bunlari söylemekle müslüman oluverir.
VII) “Çocuklar gibi feryad edip aglayan, sizlayan hurma kütügü”: “Hanin-i ciz” olayi.
Din adami’nin seriat kaynaklarindan naklen bildirmesine göre Muhammed’in yasamlarini süsleyen olaylardan biri de hurma kütügünün çocuklar gibi feryad edip aglamasi, sizlamasi ile ilgili olay dir ki “Hanin-i ciz” diye bilinir ve Islam tarihinin en büyük mucize’lerinden biri olarak kabul edilir. Ibn Sa’d’in Kitab al-tabakat’ inda anlatilan ve Enes b. Malik, Sehl b.Sa’d, Sahabi Cabir, Ibn Abba ve Übey b. Ka’b gibi ünlülerin rivayetine dayali bulunan bu olayla ilgili hadis hükmünü din adamlarimiz kadar Ilahiyat Fakülteleri’mizin Profesör ve Doçent’leri de büyük bir hayranlikla benimsemislerdir. Bu masali halkimiza su sekilde hikaye ederler 316:
Güya Muhammed Medine mescidinde halka hitab ederken hurma agaci kütügünden yapilma bir minber üzerine çikarmis. Fakat bir gün kendisine yeni bir minber hediye edilmis ve mescide yerlestirilmis. Muhammed, eski minberi birakip bu yeni minbere çiktigi gün, terkedilmis olan hurma kütügü kiskanmis ve çocuklar gibi fer yad edip inlemege baslamis. O sirada Mescid’te bulunan halk, bir insan gibi için için inleyen bu agaç parçasinin etrafina toplanip saskinlikla seyretmege ve sonra hep birden aglamaya, feryad etmege baslamis. Muhtemelen halkin saskinligindan simaran hurma kütügü bu sefer biraz daha feryadi basar olmus ve Enes b, Malik’ in söylemesine göre öküz’ler gibi bögürerek mescidin içini çalkalandirmis ve çatlayincaya kadar feryadina devam etmis.
Hikaye’nin anlatilis sekline göre Muhammed, minberden iner ve kütügü kucagina alir ve oksamaga, teselli etmege baslar. Kütügün “susturulan çocuklar” gibi iniltilerini hafiflettigini görünce halka sunlari söyler: “Eger onu kucaklamasaydim, kiyamet sabahina kadar öylece inlerdi. Onun halini garipsemeyin ey sahabiler! Zira Allah’in Resulü’nden ayri düsen her sey mutlaka hüzünlenir”. Sonra da kucagindaki hurma kütügüne hitap ederek: “Istersen seni eskiden bittigin yere götürüp yeniden dikeyim, yeniden yetis. Istersen seni cennete dikeyim de cennet irmaklarindan kana kana iç, meyva ver ve meyvani Allah’in sevgili kullari yesin” der.
Hurma kütügü, cennete gitmektense, muhtemelen Muhammed’in bulundugu yerde kalmayi tercih etmis olmalidir ki Muhammed’in emriyle yerinden alinir ve yeni minberin altina konur; bir daha da agzini açip feryad etmez.
Öyle anlasiliyor ki Muhammed’e olan “sevgi” ve “bagliliginin” cezasini, yeni minberin ayaklari altina atilmakla çekmis olur.
Din adami bu hikaye’yi anlatmak suretiyle insanlarimizin Muhammed’e sevgi ve bagliliklarini pekistirmek ister.
Din adamlarimizin seriat bilgisi olarak halkimiza ögrettiklerine göre pis olan seylerle namaz kilmak yasaktir. Nelerin temiz ve nelerin pis olduguna gelince, genel olarak Tanri’nin “cemadat’tan” (yani canli olamayan tas, toprak vs gibi seyler) yarattigi her sey temizdir; sadece sarap “pis’tir” (“necis’tir”). Canlilara gelince, köpek hariç hayvanlarin hepsi temizdir. Fikih’la ilgili sorunlarin bazilarinda “ictihad ayriligi” olmakla beraber köpek de bu istisnaya giren hayvanlardandir. Kur’an’da “hinzir” diye geçen domuz “haram”sayilmakla beraber (Bkz. Nahl 115; Bakara 173; Maide 3, 60) darda kalip domuz eti yemek zorunda kalanlar için “günah” söz konusu olmaz.
Öte yandan ölen canlilar genellikle pis (necis) sayilir; sadece insan, balik, çekirge ve vücudlarinda kan dolasmayan hayvanlarin (sinek, ari, akrep, yemege düsen böcek gibi) ölüsü temizdir. Canlilarin kendinden olani da (örnegin meni, kus yumurtasi, ipek böcegi gibi) temizdir. Ter ve gözyasi gibi “degismeyen” seyler keza temiz sayilmistir.
Pis olan bir seyle namaz kilinmaz; ancak zorunluk bulunan bazi hallerde pis (necis) olan seyle namaz kilmak afvedilir ki bu haller arasinda sunlar vardir: üç kez tas ile temizlendikten sonra “necaset eseri’nin kalmasi” (etrafa yayilmamis olmak sartiyle); cild’deki yaralardan su, renkli sivi gibi seylerin çikmasi (meger ki yara büyük olsun ve içinden cerehat çiksin); çizmenin üzerinde sakinilamayacak kadar kadar pislik kalmasi; az olsun, çok olsun pire kani’nin elbisede kalmasi, velev ki ter ile karismis olsa bile 317.
Görülüyor ki din adamlarimizin “Hüccet-ül Islam” diye yüceltikleri Imam Gazali’nin yayinlariyle halkimiza belletikleri seriat ilminde pire kani “necis” bir sey sayilmakla beraber, müsluman kisi’nin az veya çok miktar pire kani bulasmis elbise ile namaz kilmasinda sakinca yoktur, çünkü Tanri, her ne hikmetse “pire kanini afv’etmistir”.
IX) Din adami’nin seriat ilmi olarak bellettigine göre Tanri “aksiriga muhabbet eder” çünkü aksirmak Tanri’dandir; “esnemek” ise seytan’dandir, bu nedenle önlenmek gerekir. Namaz sirasinda sessiz sekilde yellenmek, ceket içine tükürmek “caiz’dir”.
Diyanet’in yayinlarindan olan Sahih-i Buhari Muhtasari’nda aksirmanin Tanri’dan, esnemenin ise seytan’dan, olduguna, namaz sirasinda sessiz ve kokusuz sekilde yellenmenin ya da ceket içine tükürmenin caiz bulunduguna dair seriat hükümleri yer almistir ki, kisaca belirtilmek gerekir.
Diyanet yetkililerinin seriat kaynaklarina dayali olarak verdikleri bilgilerden anlamaktayiz ki güya Tanri aksiriga “muhabbet eder”, esnemegi ise “fena” görür 318 . Tanri’nin aksiriga “muhabbet” etmesi, aksirmanin “saglik ve rahatlama eseri” olmasina baglidir. Yani eger aksirma “saglik ve rahatlama” eseri ise, bu taktirde aksiran kisi “El-hamdülillah” demelidir; bunu derse, artik bir daha göz agrisi diye bir sey çekmeyecegi gibi, bir de aksirdigini isiten müslüman kisilerin kendisine “Yerhamükellah” diye mukabele etmelerini saglamis olur ki bu sözcük “Tanri sana merhamet etsin” (yani, bir bakima “Çok yasa”) anlamina gelir.
Ancak ne var ki eger aksirma “sihhatta olmayan aksirik” niteliginde ise (örnegin soguk alginligi, nezle vs gibi bir hastalik ve rahatsizlanma sonucu ise), bu taktirde kisiler için “Yerhamülkellah” demelerine gerek yoktur, çünkü, Diyanet’in ve din adamlarimizin açiklamalarina göre “tesmit hali” (yani “Çok yasa” demek) sadece sihhatte olan aksirmaga ait’tir 319.
Simdi diyeceksinizdir ki “Sihhatta” (saglikli) olan aksirma ile olmayan aksirma nasil anlasilacak, nasil birbirinden ayird olunacak? Bunun yanitini din adamlarimiz, Buhari ile Müslim’in, Enes’ten rivayetine dayali bir hadis’ine dayanarak verirler. Bu hadis hükmüne göre eger müslüman kisi “üç def’aya kadar” aksirmis ise aksirigi “sagliklidir” ki, böyle bir halde “El-Hamdilüllah” demeli, ve onun aksirdigini görenler de “Yerhamükellah” (“Tanri sana merhamet etsin”) diye mukabele etmelidirler. Fakat eger aksiran kisi “üç def’adan fazla” aksirmis ise, aksirigi “Sihhatta olmayan” bir aksiriktir ki, bu taktirde de kendisine “Yerhamükellah” demek seriata aykiridir 320.
Esneme’ye gelince Diyanet’in ve din adamlarimizin bellettikleri seriat verilerine (örnegin Ebu Hüreyre’nin rivayetine) göre Muhammed söyle emretmistir: “Esnemek seytandandir. Sizden biriniz esneyecegi zaman gücü yettigi kadar onu karsilasin. Çünkü sizin biriniz esnerken (…) – ‘Haaa’ deyince seytan (sevincinden) güler” 321.
Her ne kadar din adamlarimiz, esneyen kisinin eliyle agzini kapatmasi için bu hadis’in kondugunu söylerlerse yalandir. Çünkü dikkat edilecegi gibi hadis hükmü ile istenilen sey kisinin “gücü yettigi kadar” esnemeyi önlemesidir. Önlemenin akla ve mantiga dayali bir açiklamasi yapilmamis fakat sadece “seytan güler” diye bir neden gösterilmistir.
Öte yandan namaz sirasinda yellenmenin sonuçlari da, yine akil disi usullere baglanmistir. Su bakimdan ki Diyanet’in yayinlarinda Muhammed’in söyle emrettigi yazilidir: “Kendisinde hades vaki olan kimsenin namazi ( o kimse) abdest almadikça kabul olunmaz” 322. Bu hadis’i rivayet eden Ebu Hüreyre’nin açiklamasina göre “hades” sözcügü “sessiz veya sesli yel” seklinde tanimlanmak gerekir 323. Yine Ebu Hüreyre’nin söylemesine göre Muhammed, bir baska vesile ile de söyle demistir: “Bir kul, mescidde namaza muntazir (durur) oldugu müddetce hep namazdadir. Meger ki kendisinden hades vaki ola” 324.
Görülüyor ki namaz sirasinda “sessiz” veya “sesli” sekilde yellenmek, namazi bozan bir durum yaratmaktadir; böyle bir durumda müslüman kisinin namazdan çikmasi gerekir. Ancak ne var ki, Diyanet’in yayinlarinda yer alan bir baska hadis hükmüne göre Muhammed “sessiz” yellenmeyi caiz görmekle, birbirine ters düsen iki emir vermis görünmektedir. Gerçekten de yukariya aldigimiz hükümlerin yaninda, Abdu’lla b. Zeyd-i Ensari’nin rivayetine dayali bir baska hadis vardir ki, “namazda iken kendisinde bir sey (yani”hades) vukuunu hayal eden bir kimsenin durumunun ne olacagi” konusunda Muhammed’in söyle emrettigini belirtir “(Namazda iken yellendigini hayal eden kimse) Bir ses veya bir koku duymadikca (namazdan) çikmasin” 325.
“Pek iyi ama sesli ve koku çikarir sekilde yellendikten sonra namaz’dan çikmanin alemi olur mu? Namaz’dan çikmakla kendisi pis kokudan uzaklasmis olabilir, o kadar; namaz kilmaga devam edenler ne olacak?” diye sormayin, çünkü din adami soru sormayi yasak kilan hükümlerle karsinizdadir.
Öte yandan din adami’nin “Muhammed emridir:” diye bellettigi hükümler arasinda namaz kilarken tükürme ihtiyacini giderme ile ilgili olanlari vardir ki, batil’a inanmislik bakimindan yukardakilerden farksizdir: Enes b. Malik’in rivayetine göre Muhammed bir gün namazda iken kible duvarinda tükürük bulur. Yerinden kalkar ve tükürügü kaziyip atar ve etrafindakilere söyle der: “Her biriniz namazina durdugu vakit … Rabbi kendisiyle kiblesi arasindadir. O halde hiç biriniz kiblesine karsi tükürmesin. Muztar kaldiginda ya sol tarafina, ya (sol) ayaginin altina tükürsün”.
Bunu söyledikten sonra ceketinin kenarindan tutup kaldirir ve içine tükürür ve halk’a da: “Yahud iste böyle yapsin” der 326. Böylece namaz’da iken ceketin içine bile tükürmenin caiz oldugunu anlatmis olur.
Söylemeye gerek yoktur ki esnemeyi seytandan bilip önlemeye çalismanin akla dayali bir yönü olmadigi gibi, üç kez aksirmayi saglik alameti saymanin ya da “sessiz” yellenmeyi mubah bulmanin, ya da namazda iken sag tarafa degil de sol tarafa ya da ceket içine tükürmenin de mantigi yoktur. Iste din adamlarimiz insanlarimizi mantigi olmayan bu verilerle yetistirirler.
X) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri merkep sesinden hoslanmaz çünkü merkebin anirmasinin seytandan oldugu kanisindadir. Bunun gibi Tanri kadinlarin isveli sesinden de hoslanmaz. Buna karsilik horoz sesine hayrandir; çünkü horoz melek gördügü zaman öter..
Din adami’nin, yine Kur’an’a ve Muhammed’in sözlerine dayali olarak yaptigi açiklamalardan anlamaktayiz ki Tanri bazi seslere “muhabbet” eder, bazilarina da etmez; bazi seslerden hosnud olur, bazilarindan olmaz. Muhabbet etmedigi, hoslanmadigi seslerin basinda “merkep sesi” ve kadinin “isveli sesi” (konusmasi) gelir. Buna karsilik hoslandigi üç ses vardir ki bunlar, Sa’lebi’nin rivayetine göre: “horoz sesi”, “Kur’an okuyan kisinin sesi” ve bir de “seher vakti Allah’a istigfar edenlerin (yani günahlarinin afv’edilmesini isteyenlerin) sesidir” 327.
Din adami’nin Buhari gibi kaynaklardan ve Kadi Iyaz, Ibn-i Hibban, Bezzar, Davudi , Kadi Husayn ve Rafii gibi fikih bilginlerinden (fukaha’dan) naklen halkimiza verdigi bilgilere göre, horoz sesine karsi Tanri’nin gösterdigi bu asiri “muhabbet’in” bir çok sebebleri vardir ki bunlarin basinda horoz’un “diger hayvanlarda bulunmayan müstesna bir hususiyeti” gelir. Bu “hususiyet” (özellik) sudur ki horoz melek gördügü zaman öter. Bir diger sebeb horoz’un sesi’nin “güzel” olmasidir; bir diger sebeb seher vakti erken kalkmasi, her mevsimde ve her gece, hiç sasmaksizin safak’tan önce ve sonra ötmesi, “sayhalarini devamli sekilde tekrar etmesidir”.
Diyanet’in yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari’nda, Ebu Hüreyre’nin rivayeti olarak Muhammed’in söyle dedigi yazilidir: “Horozlarin öttügünü isittiginizde (dileklerinizi) Allah’in fazl-ü kereminden (yani cömertliginden, lütfun’dan) isteyiniz! Zira horozlar melek görmüsler (de öyle ötmüsler) dir…” (Sahih-i…, Cilt IX, sh. 66) 328
Davudi gibi bazi fikihçilar, yukardaki hadis geregince horoz’un özelliklerine bir de “cömertlik”, “cinsi kiskançlik” ve “aile bereketi” gibi ögeleri eklerler. Fakat her ne olursa olsun anlasilan o’dur ki Muhammed, horoz denen hayvani, müslümanlari namaza da’vet ediyor olarak benimsemis ve bu nedenle önemli ve sayginliga layik bir hayvan saymistir. “Saygin” olmasi nedeniyle de böyle bir hayvana kötü muamele edilmesini yasaklamis ve “Horoz’a sebbetmeyiniz (sövüp saymayiniz) ! O sizi namaza da’vet eder” diye konusmustur 329. Bundan mülhem olarak Kadi Husayn ve Rafii gibi bazi fikihçilar da “namaz vakitlerinin tecrübeli horozlarin sesiyle ta’yin ve ona i’timaad edilmesi caizdir” diye fetva vermislerdir 330. Ancak ne var ki “Tecrübeli horoz nasil bir horoz’dur, nerede ve nasil bulunur?” bunu bildirmemislerdir.
Öte yandan din adamlarimizin (özellikle Diyanet’in), halkimiza bellettikleri seriat esaslarina göre, horoz sesinden böylesine hoslanan ve horoz’un ancak melekleri gördügü zaman öttügünü söyleyen Tanri, esek sesini pek çirkin bulmakta, bu sese karsi tiksinti duymakta ve bu tiksintisini de Kur’an’da “Muhakkak ki seslerin en çirkini esek sesidir” (31 Lokman 19) diye ortaya vurmaktadir. Daha baska bir deyimle horoz’u güzel bir sesle yaratmis olmasina karsin, yine kendi yaratiklarindan biri olan merkebi, her ne hikmetse, “çirkin” ve “istiaze’ye layik” (yani isitildiginde Tanri’ya siginilmak gerekecek kadar igrenç) bir sesle var kilmis ve onu seytan gördügü zaman anirir yapmistir.
Yine Diyanet’in islam kaynaklarindan naklen bildirmesine göre, Muhammed söyle demistir: “Merkebin anirmasini isittiginizde (…) seytan(in serrin) den Allah’a sigininiz (ve -‘Euzü bi’llahi mine’s-seytani’r-racim’ deyiniz). Çünkü merkep seytan görmüs (de öyle anirmis) dir” 331. Fakat bununla da kalmamis, bir de merkep anirinca kendisine “salavat” getirilmesi için söyle eklemistir: “Merkep, seytan görmedikçe anirmaz. Merkep anirinca siz Allahu Teala’yi zikredin, bana da salavat getiriniz!” 332.
“Salavat” getirmek “dua” etmek anlamina geldigine göre, merkep anirinca Tanri’yi anma’nin ve Muhammed’e salavat getirmenin kutsal duygularla nasil bagdasabilecegini düsünmek biraz güç. Fakat “Kullarini seytan’dan kurtarmak için Tanri’nin, muhtemelen baskaca bir çaresi kalmamis olmalidir ki bu yola gitmistir” diye ahkam yürütmekten insan kendini alamiyor.
Fakat her ne olursa olsun durum sudur ki din adamlarimiz Muhammed’i, merkep’in anirmasindan bile yararlanarak kendisine dua ettirdigi anlamina gelecek bir davranis içerisinde göstermekten kaçinmazlar.
Biraz yukarda esnemenin seytan’dan olduguna ve esneyen kisi’nin bunu önlemesi gerektigine dair Muhammed’in sözlerine degindik. Öyle anlasiliyor ki müslüman kisi’nin esnemesi ile merkebin anirmasi arasinda ortak bazi hususlar vardir, çünkü biraz yukardaki hadis’te görüldügü gibi, merkep seytan gördügü zaman anirmaktadir, tipki kisi’nin esnemesi halinde seytan’in gülmesi gibi.
Neden esnemek seytan’dandir ve neden aksirmak Tanri’dandir? Neden kisi esneyince seytan sevincinden güler? Neden üç def’aya kadar aksirana “Yerhamükellah” (“Tanri sana merhamet etsin!”) demek gerekir de, üçten fazla aksirana (velev ki nezle, hasta vs oldugu anlasilsin) denmez? Neden Tanri, kendi yarattigi bir yaratik olan merkep’in sesinden hoslanmaz? Hoslanmayacak idiyse neden bu zavalli hayvani böylesine çirkin bir sesle yaratir?
Evet, bütün bu ve buna benzer sorularin sirrini kesfetmek, kuskusuz ki akil yolu ile olacak seylerden degildir. Fakat insanlari buna benzer akil disi usüllerle egitmenin nasil bir sonuç verdigi islam dünyasini olusturan tüm ülkelerin geriligi ile ortadadir.
Öte yandan merkebin anirdigini duyan müslüman kisilerin Tanri’ya siginmalarini, siginirken de Muhammed’e hayir dua etmelerini akilci bir mantikla anlamak kolay degildir. Fakat her ne olursa olsun buna benzer seyleri emreden seriat hükümlerinin Tanri’nin yüceligi fikriyle bagdasmayacagi söz götürmez bir gerçektir.
Kadin’in sesi konusunu gelince din adamlarimiz, yine seriat verilerine dayali olarak halkimiza, Tanri’nin kadinlari “hos bir eda ile”, “isveli” bir sekilde konusmaktan yasak ettigini anlatirlar. Dayanak olarak da Kur’an’in su ayet’ini sunarlar: “Ey Peygamber kadinlari (…) Allah’tan sakiniyorsaniz edali konusmayin, yoksa kalbi bozuk olan kimse kötü seyler ümid eder…” (K. 33 Ahzab 32) 333. Bu ayet’de geçen “Ey Peygamber kadinlari” deyiminin bütün islam kadinlarini kapsadigini anlatirlar.
Öyle anlasiliyor ki Tanri, kadinin “kötülügüne”, “ugursuzluguna” ya da “pis olusuna” inanmis olarak “Kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar” seklinde konusmus 334 ya da “Namaz kilanin önünden köpek, esek, kadin gectiginde, namaz kat’edilmis olur” seklinde asagilamalarda bulunmus 335 fakat bunun yaninda bir de kadinin sesindeki “fitri olan özellige” karsi husumet beslemis olmalidir ki bu yüzden kadinlari “edali” bir sekilde konusmaktan yasaklamistir.
Bu yasaklama sayesinde erkekleri kadin’arin “isveli” seslerine karsi korumak istedigi anlasilmaktadir. Diyanet Isleri Baskanligi’nda görev almis bir din adami bu konuda söyle diyor: “Özellikle kadin sesinde cinsel bir içerik vardir (…) Bunun içindir ki kadinin sesi vücudu gibi avret (korunmasi gerekli) kilinmamistir(…) Yarattigi kullarinin hususiyetlerini en iyi bilen oldugu içindir ki Allah (…) kadinlara söyle emir buyurmustur: -‘ (…) yabanci erkeklerle konusurken hos bir eda ile konusmayin (…) Yoksa kalbinde (cinsel) hastalik bulunan kimse (cinsellik) ümidine kapilir…” 336.
Din adami’nin bildirmesine göre yine bundan dolayidir ki Tanri kadinlari ezan okumaktan, erkekler arasinda yüksek sesle Kur’an “tilavet” etmekten (okumaktan) yasaklamistir 337. Bununla da kalmamis bir de “Musiki kalbde nifak dogurur” diyerek kadinin “cinsellikle musiki sunmasini” yasak etmistir 338. Güya istemistir ki “hasta kalpli” kisiler cinsellik ümidine kapilmasinlar.
Din adaminin bu acaib mantigina karsi söylenecek çok sey var, fakat her seyden önce sunu sormak gerekir: Her yarattigini kendi keyf ve dilegine göre yaratan, sekillendiren bir Tanri, erkek kullarinin kalbini düzenlerken, ya da kadin’in sesini ayarlarken neden biraz daha tedbirli olmaz da, erkegin bastan çikmasi sorumlulugunu kadin’a yükler ve onu “hos bir eda” ile konusmaktan önler?
Fakat her ne olursa olsun gerçek sudur ki seriat dini musiki alaninda oldugu gibi resim, heykeltraslik, tiyatro vs gibi san’atla ilgili hususlarda, yani insani insan yapici ve uygarlastirici ne varsa her konuda , hep akil disi mantik yolu ile Tanri’ya atfen yasaklar getirmis ve din adamlari da bu yasaklarin en bagnaz uygulayicilari olmuslardir.
XI) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Seytan, ev faresini yangin cinayetine sevk eder, esekleri anirmaga zorlar ve uyuyan kisinin genzinde geceler.
Diyanet’in Islam kaynaklarina dayali olarak (örnegin Tahavi’nin Ahkamü’l-Kur’an adli yapindan naklen) söylemesine göre Muhammed ev faresi’nin nerede olursa olsun (özellikle Mekke’deki Mescid-i Haram’in içinde ya da disinda) öldürülmesini emretmistir. Mekke alani içerisinde nebat ya da hayvan cinsi seyleri yok edilmesini yasakladigi halde ihramli hacilarin dahi bu hayvani öldürmelerini istemistir. Bunun da nedeni ev faresine karsi besledigi husumettir. Bu husumet o kertede olmustur ki ev faresine “Fuveysika” adi verilmistir ki dilimizde genellikle “fasikcagiz” (yani “günah islemege hazir”) diye geçer.
Ebu Said’in rivayetine göre ev faresine karsi Muhammed’deki bu husumet sundan dogmustur: Bir gün Muhammed uykudan uyaninca bir farenin, odadaki kandilin yanmakta olan fitilini yakalayarak evi atese vermek üzere götürdügünü görür. Seccadesinin de el kadar bir kisminin yandigini farkeder. Hemen fare’nin pesinden kosar, yakalayip öldürür. Ve sonra müslümanlara su emri verir: “Siz uyumak istediginizde kandilinizi söndürünüz. Çünkü seytan bunun gibi hayvanlari yangin cinayetine sevk eder”. (Sahih-i…, Cilt IX, sh. 709).
Din adamlarimiz bu hadis hükmünün kisileri yangina karsi tedbirli kilmak (ve örnegin uykuya yatmadan önce kandili ya da atesi söndürmelerini saglamak) maksadiyle is gördügünü söylerler. Güzel ama bunu yapmak için ise seytanlari ya da fareleri karistirmaga neden gerek duyulsun? Kisileri akilci yoldan tedbirli olmaga çagirmak ve böylece akilci yönde gelistirmek varken akil disi yollarla beyni islemez duruma sokmak ma’rifet midir?
Din adami’nin insanlarimiza bellettigi önemli bilgilerden biri de horozlar ve merkeplerle ilgili olarak sudur ki horoz melek gördügü zaman öter, merkep ise seytan gördügü zaman anirir. Bundan dolayidir ki Tanri horoz sesini sever ve merkep sesinden hoslanmaz. Yine bundan dolayidir ki müslüman kisi merkep sesini duyunca Tanri’nin adini anip Muhammed’e salavat getirmelidir. Diyanet’in yayinladigi seriat hükmü aynen söyle: “Horozlarin öttügünü isittiginizde (dileklerinizi) Allah’in fazl-ü kereminden isteyiniz. Zira horozlar melek gormüsler (de öyle ötmüsler)dir. Merkebin anirmasini isittiginizde de seytan(in serrin)den Allah’a sigininiz… Çünku merkep seytan görmüs (de öyle anirmis)tir” (Sahih-i…, Cilt IX. sh. 66-68 Hadis no. 1363).
Din adami’nin Ebu Muse’l-Isfehani’nin Tergib adli yapitindan nakline göre Muhammed merkep’in avazini o kerte çirkin ve “istiazeye layik” (Tanri’ya siginmayi gerektirir) bulmustur ki müslümanlara su emri vermistir: “Merkep, seytan görmedikçe anirmaz. Merkep anirinca siz Allahu Teala’yi zikredin, bana da salavat getiriniz” (Sahih-i…, Cilt IX. sh. 68)
Yine Diyanet’in yayinladigi seriat kaynaklarindan ögrenmekteyiz Muhammed, kurnazliklarini çok iyi bildigi seytanin gece vakti müslüman kisinin burnunda yerlesecegini düsünerek söyle demistir: “Sizin biriniz, uykusundan uyanip da abdest aldiginda burnundaki nesneyi nefesiyle üç def’a disari çikarsin! Çünkü seytan uyuyanin genzinde geceler” (Sahih-i…, Cilt IX, sh. 59) 339.
Dikkat edilecek olursa hadis’te “burnundaki nesneyi nefesiyle üç def’a çikarsin” denmekle tek sayi esasina göre hareket edilmesi emredilmektedir. Bunun nedeni, daha önce de belirttigimiz gibi, tek sayilarin çift sayilara üstün tutulmasidir ki bu da Tanri’nin tek olusundandir. Daha baska bir deyimle kisi, burnundaki nesneyi çikarirken Tanri’nin tek oldugunu düsünüp bu isi üç nefeste yapmalidir.
XII) Din adami’nin belletmesine göre “Güzel rüya Tanri’dan, kötü rü’ya (ise) seytan’dandir; kötü ruya görenler sol taraflarina tükürüp üflemelidirler”.
Din adami’nin seriat bilgisi olarak bellettiklerine göre, nasil ki “merkeb anirmasi” ya da “esnemek” gibi seyler hep seytan’dan, buna karsilik “aksirmak” gibi haller Tanri’dan ise, “rü’ya’lar” için de durum budur ve kötü rü’ya’nin kötülügünden kurtulmak için sol tarafa tükürüp üflemek gerekir, çünkü Muhammed böyle emretmistir. Diyanet’in yayinlarinda yer alan Buhari hadis’lerinde Ebu Katade’nin rivayeti olarak Muhammed’in söyle dedigi yazilidir: “(Sureti ve ta’biri cihetiyle) güzel rü’ya Allah’tandir. Fena rü’ya’da seytandandir. Biriniz korkunç yani karisik rü’ya gördügünde hemen sol tarafina tükürüp, üflesin ve o rü’yanin serrinden Allah’a siginsin, (‘Euzü bi’llahi mine’s seytani’r-racim’, desin). Bu suretle o rü’ya, gören kimseye zarar vermez” (Sahih-i…, Cilt IX. sh. 59 ve d.) ) 340.
XIII) Seytan’in serrinden kurtulup günahlardan korunmanin ya da köle azad etme zorunluguna karsi koymanin en kolay yolu “Allah’tan baska yoktur tapacak…” diye dua etmektir.
Din adamlarimiz halkimiza, her türlü günahtan siyrilmanin, ya da havadan sevap kazanmanin, ya da köle azat etmek gibi menfaat yitirici yükümlerden kurtulmanin yollarini, yine seriat verilerine dayanarak belletirler. Bu usullerin basinda Tanri’ya övgüler yagdirmakla ilgili dua’lar gelir. Örnegin Diyanet’in Ebu Hüreyre’den rivayet olarak naklettigi bir hadis hükmüne göre, her kim bir günde yüz def’a: “La ilahe illa’llahü vahdehu, la serike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdu ve hüve ala külli sey’in kadir” diyerek (ki Türkçe karsiligi söyledir “Allah’tan baska yoktur tapacak, yalniz Allah var. O’nun esi ortagi yoktur. Mülk O’nundur, O övülür. Ve O’nun her sey’i yapmaya ve yaratmaya gücü yeter”), dua edecek olursa, o kimseye yüz sevap yazilir. Ayni zamanda on köle azatlamiscasina yüz adet günahi kendisine bagislanir; üstelik de “dua ettigi günde, günün aksamina kadar seytan serrinden korunmus olur” 341.
Söylemeye gerek yoktur günde yüz def’a bu sekilde dua etmek biktirici ve zaman yitirici bir sey olmakla beraber, hirsizlik, zina, adam öldürmek, yalan söylemek, sarap içmek vb… gibi günahlardan siyrilma firsatini yarattigi için, müslüman kisiye büyük çikarlar saglar nitelikte bir istir. Hele günde yüz günahin bagislanmasina vesile olduguna göre, müslüman kisileri muhtemelen suç islemege tesvik bakimindan da yararli olmalidir. Ama bu arada bütün bunlarin kisi’yi batila inanmak gibi olumsuz yola sokmasi söz konusudur ki din adamini pek ilgilendirmez.
XIV) Din adami’nin söylemesine göre sinek “idrak” sahibi olup yiyecek/içecek kabi içine düstügünde önce günah kanadini daldirir, sevab dolu kanadini disarda birakir.
Din adami’nin insanlarimiz “din bilgisi” olarak verdigi seyler arasinda sinegin “idrak” sahibi olmasiyle ilgili olanlari vardir ki bir hayli sasirticidir. Bu bilgilere göre haserat’tan sayilan sinegin iki kanadinin birisinde “hastalik” (“günah”) digerinde “sifa” (“sevap”) bulunur ve sinek yiyecek/içecek kabina düstügü zaman önce zehirli kanadini daldirip sevap kanadini disarda birakir ve bunu idrak sahibi olmasindan dolayi yapar.
Gerçekten de Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinlarindan ögrenmekteyiz ki Muhammed, yemek kabinin içine düsen sinek konusunda aynen söyle demistir: “(Sizden birinizin içecegi ve yiyecegi) içine sinek düstügü zaman, o kisi o (nun her tarafini) batirsin, sonra çikarsin (atsin). Çünkü sinegin iki kanadinin birisinde hastalik, öbirisinde de sifa vardir” (Sahih-i…, Cilt IX. sh. 70 ve d.) 342 .
Bu hükümle ilgili olarak Diyanet’in ve “Profesör” unvanli din adamlarimizin açiklamalarindan ögrenmekteyiz ki Muhammed bu sözleri sinegin “idrak sahibi” oldugunu göz önünde tutarak söylemistir. Güya anlatmak istemistir ki sinek, önce zehirli kanadini yemegin (içecegin) içine sokup, “deva” olan kanadini geri birakir; eger kisi, sinegin disarda kalan kanadini iyice yemegin içine batiracak olursa “sifa” kanadi “hastalik” kanadini “ifna” eder ve böylece kisi hastaliktan ya da zehirlenmelerden korunmus olur.
Öyle anlasiliyor ki sinek, müslüman kisilere olan sevgisi dolayisiyle önce hasta kanadini daldirmakta, sifa kanadini disarda birakmaktadir ki kisi o kanadi batirsin da hastalanmasin diye!
Yine Diyanet’in söylemesine göre: “Zi-hayat bütün mahluklar hararetle buredet, rutubetle yubuset gibi birbirine zit olan bir çok hassasiyet arasinda (varliklarini) sürdürürler. Ve eger Tanri’nin gücü birbirine zit bu hassalari te’lif etmemis olsaydi, muhakkak ki her zi-hayatin salahi fesada ugrardi. Ve bu gün görülen mütekamil sekli vucud bulmazdi”. Daha baska bir deyimle yeryüzü varliklarinin gelismesi hakkinda iyice fikir edinebilmek için sinegin bir kanadindan hastalik ve diger kanadinda sifa bulundugu gerçegini bilmek gerekir.
Öte yandan din adami’nin degerlendirmesine göre bu tür hükümleri “saçma” bulup inanmayanlar “imani zayif bilgisiz” kimselerdir. Baskanlik, Buhari sarihlerinden Hattabi’nin agziyle “Sinegin idraki mes’elesi de ilahi bir ilham olan sevk-i tabiiden ibarettir” diyerek, sinegin önce zehirli kanadini yemegin içine sokup, sifa kanadini disarda birakmasi olayina i’tiraz edenleri “inatçi cahiller” grupuna dahil etmistir 343.
Müspet ilim henüz sinegin bir kanadinda hastalik diger kanadinda sifa (deva) diye bir sey oldugunu kesfetmemis, hatta aksine tüm olarak sinegin pislik tasidigini bildirmistir ama, bizim din adamlarimiz ve Ulema’miz “Fennin bilmedigi seylerin uhrevi yollardan peygamberlere malum bulundugunu” ve bu itibarla onlarin söylediklerine inanmak, aksi taktirde ‘kafir” addolunmak gerektigini ihtar ederler insanlarimiza.
Öyle anlasiliyor ki Bati dünya’sinin büyük bilginleri, bizim din adamlarimizin seriata dayali olarak ortaya vurduklari bu bilimsel verilerden habersiz kalmislar ve henüz sinegin bir kanadinda hastalik, digerinde sifa oldugunu ve su hale g”re disarda kalan kanadi batirmak suretiyle hastaliklarin önlenebilecegi gerçegini kesfedememislerdir.
XV) Din adami’nin seriat bilgisi olarak belletmesine göre Beni Israil’den bir kavim vaktiyle fare’ye “tahvil” olundugu için fare’ler, deve sütü içmeyip koyun sütü içmek gibi bir gelenege sahiptirler!
Din adamlarimiz, sinekler ilminde oldugu kadar “fare’ler ilmi” alaninda da insanlarimiza pek yararli hükümler belletirler. Basit bir sinegin “idrak” sahibi oldugu için “deva” kanadini yemegin disinda biraktigini söylerlerken fare’lerin de deve sütü içmeyip koyun sütü içmek gibi bir prensip gelenegine sahip olduklarini anlatirlar; bunun nedeninin de, Yahudi’lerden bir kavmin vaktiyle Tanri tarafindan fare sekline dönüstürülmüs olmasina baglarlar. Bunu açiklamak üzere Ebu Hüreyre’nin rivayetine dayali su hadis hükmünü örnek verirler: ” Beni Israil’den bir kavim (mesh olunup- çirkin bir sekle sokulup) beser tarihinden silindi, yok oldu. Bilinmez ki, o kavm ne (fenalik) islemistir. Ben zannetmem ki, o ümmet fareden baska bir seye mesh ve tahvil edilmis olsun. Çünkü fare (içsin) diye (bir yere) deve sütü konulursa, onu içmez de koyun sütü konursa içer” (Sahih-i… Cilt. IX, sh. 60)344.
Bu hükmün yorumunu seriat kaynaklarina dayali olarak yapan Diyanet Isleri Baskanligi , deve sütü’nün ve deve eti’nin Tanri tarafindan vaktiyle Beni Israil’e haram kilindigini, öte yandan Beni Israil’in, yine Tanri tarafindan daha sonra fare sekline sokuldugunu belirttikten sonra aynen su görüsü savunur: “Fare, deve südü içmez de, koyun südü içer fikrasi, beni Israil’den olan o kavmin fare’ye tahvil olundugunun delilidir. Söyle ki, devenin eti, sütü Beni Israil’e Allah tarafindan haram kilinmisti. Kat’iyyen Beni Israil deve sütü içmezlerdi. Farenin de içmemesi, onlari bir yerde toplayan nokta oluyor” 345
Daha baska bir deyimle fare’ler, eski bir Yahudi kavminin fare’ye dönüstürülmüs sekli olduklarindan, tipki onlar gibi deve sütü içmeme gelenegini sürdürmüslerdir.
Söylemeye gerek yoktur ki fare gibi her seyi yiyebilen ve hatta aç kaldigi zaman tahtayi ve tel çubuklari bile kemiren bir hayvanin deve sütüne iltifat etmeyecegini düsünmek biraz saflik olur. Fakat ne var ki Tanri ve peygamber emirleri olarak belletilen yukardaki hususlar hakkinda süphe izhar ettiginiz an seriatçilar tarafindan “inatçi cahil” olarak suçlanmayi göze almalisiniz.
Fakat “Inatçi cahil” damgasini yemeyi göze alarak belirtmek gerekir ki bütün bunlar Tanri’nin isi degil, olsa olsa seriat kaynaklarinin uydurmasi olan seylerdir. Nitekim bu kaynaklarin verdigi bilgilerden anlamaktayiz ki Muhammed, kendisini peygamber olarak kabul etmediler diye Yahudilere düsmanlik beslemis ve bu düsmanligini, fare’lere karsi besledigi düsmanlikla birlestirmek suretiyledir ki yukardaki hadis hükmünü yerlestirmistir. Gerçekten de Ebu Said’in rivayeti olarak yine Diyanet’in yayinlarinda yer alan verilere göre Muhammed, bir gün uykudan uyaninca bir fare’nin kandil fitilini yakalayarak evi atese vermek üzere oldugunu görmüs ve pesinden kosarak hemen öldürmüstür. Bu olaydan sonra fare’lere karsi dis bilemis ve seytan’in bu hayvani yangin cinayetine sürükledigini belirterek, ihramli hacilar da dahil olmak üzere, bütün müslümanlara bu hayvani öldürmelerini emretmistir. Yahudilere karsi düsmanligini da, onlarin Tanri tarafindan fare sekline sokulduklarini söyleyerek pekistirmis olmalidir 346.
XVI) Diyanet Isleri Baskanligi ve din adamlari halkimiza, sihirlenmeye karsi nasil korunulacagini akil disi usüllerle belletme çabasindadirlar.
Diyanet Isleri Baskanligi ve din adamlari, bu akil çaginda insanlarimizi “ilm-i sihir” (sihir bilgileri) ile ve sihirlenmeye karsi korunmak üzere seriat hükümleriyle egitmeyi de ihmal etmis degillerdir. “Sihir” sözcügünün “gerçeklere ters düsen” ve “sebebi gizli” olan her seyi 347 kapsadigini ve bu nedenle bazi güzel konusmalarin dahi sihir niteliginde bulundugunu ve nitekim Muhammed’in “Belig olan sözlerden bir kismi muhakkak surette sihirdir” seklinde hadis biraktigini 348 ve Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre sihir’den çekinilmesini, korunulmasini emrettigini bildirirler (Sahih-i…, Cilt VIII, sh. 224) 349.
Sihir’den kurtulmanin Tanri’ya dua edip O’na siginmakla mümkün olacagini belletmekle beraber bunu dahi yeter bulmayip daha baska bir takim kocakari usullerini ögrettigini ve örnegin “hacamat” ya da “avce hurmasi” gibi seyleri tavsiye ettigini söylerler. Bütün bunlari Muhammed’in sözleri ya da uygulamalari olarak ortaya vururlar.
Gerçekten de Diyanet yayinlarindan olan Sahih-i Buhari Muhtasari’nin 8.cild’inde, Muhammed’in, her türlü sihir’den etkilendigi (“müteessir” oldugu) ve etkilendigi zamanlar basindan hacamat oldugu 350 ya da avce hurmasindan yedigi, müslüman kisilere de böyle yapmalarini emrettigi yazilidir (Sahih-i…, Cilt VIII, sh. 234) 351.
Muhammed’in sözlerine dayali olarak Diyanet’in ve din adamlarimizin halkimiza ögrettikleri sudur ki seriat dini “sihir” denen seyi tamamen inkar etmis olmayip “Sihr-i helal” (yani “yararli sihir”) ve “Sihr-i haram” (yani “sakincali/yasak sihir”) diye ikiye ayirmistir. Bu ayirima göre “sihr-i helal” ile ugrasmak ya da karsi karsiya kalmak caiz’dir. “Sihr-i haram” ise yasak kilinmistir. Örnegin birisi islam lehinde “belig” (güzel, oturakli, sihirleyici) sözler söylemis olsa bu sözler “sihr-i helal” sayilmali, söyleyen de alkislanmalidir. Fakat islam dinini elestirici, tenkid edici nitelikte sözler söyler ise bu taktirde yerilmeli ve hatta Muhammed’in emri geregince “Inne mine’l-beyani le-sihra” diyerek sihirbazlikla suçlanmalidir (Sahih-i…, Cilt VIII, sh. 225) 352.
a) “Her sabah Acve hurmasindan yedi tane yiyen muslüman kisi sihirden etkilenmez!”
Öte yandan yine Diyanet’in yayinlarindan ögrenmekteyiz ki Muhammed, Arap’larin “Acve hurmasi” diye tanimladiklari hurma cinsini diger hurmalardan üstün tutarak: “Her kim her gün sabahlari aç karnina yedi tane Acve hurmasindan yerse, o gün içinde o kimseye ne sem, ne sihir zarar vermez” diye hadis birakmistir (Sahih-i… Cilt XI, sh. 393) 353.
Animsatalim ki Arap’lar arasinda “Acve hurmasi” diye bilinen sey Cennet’ten gelme olup Medine hurmalarinin en iyi cinsi olarak kabul edilir; Türkçe’de adi “Balçik hurma” dir. Güya acve agacinin fidanini Muhammed dikmis ve bu agaç için dua’lar etmistir. Bundan dolayidir ki güya bu hurma sihirden etkilenmez olmustur; yine bu nedenledir ki Acve hurmasindan her gün yedi tane yiyenler her türlü sihirlenmeye karsi korunmus olurlar.
Pek iyi ama “Neden dolayi Muhammed hurma agacina böylesine bir seref tanimistir? Neden dolayi sihirden korunmak için ille de yedi tane acve hurmasi yemek gerektigini söylemistir?” seklindeki sorulara gelince bunun yanitini bulmak yine mümkün degildir. Çünkü Diyanet’in açiklamasindan ögrenmekteyiz ki bütün bunlarin sebebini sadece ve sadece Muhammed bilmektedir (Sahih-i…, Cilt XI, sh. 394) 354.
b) Din adamlari halkimiza, seriat’in öngördügü “Tükürüklü” ve “Tükürüksüz” üfürük usulleri belletirler.
Din adami’nin iki yönlü siyasetinin bir diger belirgisi de “üfürükçülük” konusunda kendisini gösterir. Aydin siniflara islam’in “üfürükçülük”, “nefes”, “muska” gibi seylere cevaz vermedigini söylerken halk yiginlarina bu usullerle ilgili seriat verilerini Tanri ve peygamber emirleri olarak belletir. Bakiniz nasil:
Bir süredenberi ülkemizde hastaliklari “üfürükle” tedavi isini meslek edinip kazanç saglayanlarin çogalmalari ve bir takim iskandallara sebeb olmalari üzerine Diyanet Isleri Baskani, bazi gazetelere beyanda bulunarak bu tür uygulamalarin Islam dini ile ve bilimle hiçbir ilgisi bulunmadigini ve hastaligin çaresini tibbi tedavi’de aramak gerektigini belirterek aynen söyle demistir: “Islam dininde ne nefesi kuvvetli gibi kavramlarin, ne de muska gibi seylerin kesinlikle yeri yoktur. Hastaliklarin çaresi tibbi tedavidir (…) Dua, dini bir terminoloji(dir…) Insan hiçbir araci olmadan Allah’tan diledigi seyi ister. Ancak dua’nin bu sekilde istismar edilmesinin dinle hiçbir ilgisi yok (…) Bunun disinda dua ile iyilestirme diye bir müessese zaten dinimizde yoktur. Hastalik sikintisi olan vatandaslar, tibben bu sikintilarina çözüm aramak durumundadirlar. Ama insan, sagligina kavusmasi için yaradanina siginabilir. Ama yalniz kendisi, araci olmadan. Bir baskasinin, bir baskasini okumasi ile (…) iyilesme saglanamaz (…) Zaten dinimiz ilimle, bilimle kesinlikle çatismaz. O bakimdan yapilan uygulamanin ilimle, bilimle hiçbir ilgisi yoktur. Vatandaslarimizin uyanik olmalarini, bu tür seylere kanmamalarini arzu ederim” 355.
Ancak ne var ki bu sözleriyle vatandaslari üfürükçülük gibi ilkel uygulamalara karsi uyanik olmaga çagirir görünen Diyanet Isleri Baskani, üfürükle tedavi usullerinin islam dinince caiz olduguna ve bu tür uygulamalarin geçerli bulunduguna dair mevcut seriat hükümlerinin Diyanet yayinlariyle ve din adamlari eliyle halk yiginlarina belletilmekte oldugunu gizlemistir.
Gerçekten de Diyanet’in yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Serhi adli 12 cilt’lik yapitta Muhammed’in “tükürüklü üfürük” ve “tüfürüksüz üfürük” usulleriyle (yani okuyup üflemek, nefes etmek vs…) hastaliklari tedavi yoluna basvurdugu ve bu usullerin baskalari tarafindan uygulanmasina izin verdigi, bu yoldan saglanan kazancin helal oldugunu bildirdigi, hatta bizzat kendisinin bu tür kazançlarin paylasilmasina katildigi anlatilmis, ilgili seriat hükümleri açiklanmistir ki bunlardan bazilari sunlardir:
Sözü geçen yapitin 12.cildinin 91-92 sayfalarinda yer alan 1935 sayili hadis’te Muhammed’in, sahadet parmagina tükrügünden bulastirip sonra parmagini topraga koydugu ve parmaga bulasan toprakla hastayi sigardigi ve “(…)su bizim topragimizin tükrügü ile yurdumuzun topragidir” dedigi yazilidir.
Ayni yayinin 10.cild’inde yer alan 1558 sayili hadis’de (sh. 116-7), yeni dogmus bir çocugun agzina Muhammed’in hurma çigneyip tükürdügü ve hurma çignemiyle çocugun damagini ugdugu, Esma’nin rivayeti olarak bildirilmistir.
Ayni yayinin 4.cild’indeki 630 sayili ve Cabir’in rivayet ettigi bir hadis ise söyledir: “Abdullah Ibn-i Übey defnolunduktan sonra (Muhammed) geldi. (Onun emriyle) ölü hufresinden çikarildi. (Muhammed) onun cildine tükrügünden üfledi. Ve ona gömlegini geydirdi”
Ayni yayinin 10.cild’inde 1611 sayili hadis’de Muhammed’in , Hayber savasi sirasinda baldirindan agir sekilde yaralanan Seleme Ibn-i Ekva’yi, üç def’a nefes ederek iyilestirdigi yazilidir.
Yine Hayber günü Ali’nin gözlerinde agri oldugunu duyunca onu yanina çagirdigi ve gözlerine tükürdügü, böylece agriyi dindirdigi, ayni yayinlarin 8.cild’inin 345.sayfasindaki 1236 sayili hadis’de anlatilmistir.
Öte yandan bu yayinlarin 11.cild’inde yer alan 1664 sayili hadis’ten ögrenmekteyiz ki Muhammed, her hastalandigi zamanlar Kur’an’dan bazi Sure’ler okuyup kendi ellerine üfler ve sonra eliyle vücudunu sivardi; bu isi ara sira Ayse’ye yaptirdigi olurdu. Nitekim kendisini ölüme göturecek olan son hastaliga yakalanmasi vesilesiyle Ayse’nin söyle konustugu görülür: “Sebeb-i vefati olan hastaliga tutulunca Resulullah’in nefes ettigi Muavvize sureleriyle ben de kendisine nefes etmege (ve onun) eline üfleyip kendi eliyle vücudunu meshetmege basladim” (Bkz. Sahih-i…, Cild XI, sh. 10-11, Hadis no.1664).
Diyanet’in yayinladigi ve din adamlarimizin halkimiza bellettikleri seriat hükümlerinden anlasilmaktadir ki Muhammed, hastaliklari tedavi veya önlemek maksadiyle tükürüklü ve tükürüksüz üfürük (nefes, okutma vs…) usüllerini sadece kendi imtiyazinda tutmamistir; baskalarina da bu usüllerle is görme olasiligini tanimistir. Nitekim biraz önce gördügümüz gibi, son hastaligi sirasinda ellerini Ayse’ye üfletip sonra kendi vücudunu “meshetmesi” bunu kanitlayan örneklerden biridir. Fakat baskaca örnekler de pek çoktur ki din adami bunlari Diyanet’in adi geçen yayinlarina dayali olarak halkimiza belletir. Bir ikisine göz atalim:
Ümm-i Seleme’nin rivayetine göre Muhammed, bir gün yolda giderken sarilik hastasi bir kiz çocugunu görmekle: “Bu kizcagizi okutunuz , buna nazar degmistir” diye emretmistir (Sahih-i…, Cilt XII, sh.91, hadis no.1933) . Böylece hastaliklarin nazar degmekle ortaya çikabilecegine ve okutmakla iyilestirilebilecegine inandigini, ve müslümanlarin da buna inanmalari gerektigini anlatmak istemistir.
Ayse ‘nin rivayetine dayali bir baska hadis hükmüne göre Muhammed “göz dokunmasina” (göz degmesine) karsi “okutma” yolu ile tedavi seklini emretmistir. Ayse’nin konusmasi söyle: ” Resulullah (…) göz degmesine okunmasini bana (mutlak olarak) emretti” (Sahih-i… , Cilt XII, sh. 90, Hadis no. 1932) .
Yine Ayse’nin rivayet ettigi bir baska hadis’de, Muhammed’in, hayvan zehirinden nefes edilmesine izin verdigi konusunda su hüküm bulunmaktadir: “(Muhammed) her agili hayvanin zehirinden nefes edilerek sifa dilegine müsa’ade buyurdu” (Sahih-i…, Cilt XII, sh. 91-2, Hadis no. 1934) .
Bu dogrultuda olmak üzere Enes Ibn-i Malik’ in rivayetine dayali hadis hükmünden anlasilmaktadir ki Muhammed, Ensar’dan kisilere agili hayvanlarin zehirinden nefes etmelerine ya da daglanmak suretiyle hastalik tedavisine izin vermistir. Hadis hükmü söyledir: “Enes Ibn-i Malik (…)den söyle dedigi rivayet olunmustur: Resulu’llah (…) Ensar’dan (Amr Ibn-i Hazm) ailesine agili hayvanlarin zehirinden, kulak agrisindan (nazar degmesinden) (sifa temennisi için Allah’a siginarak) nefes etmelerine müsaade buyurdu (…) Ben de Resulu’llah hayatta iken Zatü’l-cenbden key (dagla tedavi) olundum (..) Beni Ebu Talha daglamisti” (Sahih-i…, Cilt XII, Hadis no. 1929) .
Daha baska bir deyimle Diyanet Isleri Baskanligi ‘nin belletigi seriat verilerine göre Muhammed, akrep, yilan ve böcek zehirlenmelerinde nefes edilerek, yani üfürükle tedavi usullerinin uygulanmasina cevaz vermistir.
Bundan baska bir de kötü rüya görmüs olanlar için “tükürüklü üfürük” usullerinin yararli oldugunu bildirmistir ki bu da yine Diyanet’in bu ayni yayinlarinda yer alan seriat hükümleriyle ortadadir. Gerçekten de 9.cild’in 58. sayfasinda Ebu Katade’nin rivayetine göre Muhammed, “güzel rü’ya” nin Tanri’dan, “kötü rü’ya” nin ise seytan’dan oldugunu ve kötü rü’ya görenlerin sol taraflarina tükürüp, üflemekle o rü’ya’nin kötülüklerinden kurtulmus olacaklarini bildirmis ve aynen söyle demistir: “(…)güzel rü’ya Allah’tandir. Fena rü’ya da seytandandir. Biriniz korkunç yani karisik rü’ya gördügünde hemen sol tarafina tükürüp, üflesin ve o rü’ya’nin serrinden Allah’a siginsin, (Euzü bi’llahi mine’s-seytani’r-racim, desin). Bu suretle o rü’ya, gören kimseye zarar vermez” (Sahih-i…IX, sh. 58 H. 1358)
c) Diyanet’in yayinlarinda Muhammed’in, ücret karsiligi üfürükle tedavi usüllerine izin verdigi, kendisinin dahi bu tür kazançlardan pay aldigi açiklanir.
Bütün bu yukarda belirttiklerimiz bir yana, fakat bir de Diyanet’in 12 Cild’lik söz konusu yayinlarinin 7.cild’inin 42-53 sayfalarinda yer alan 1031 sayili bir hadis vardir ki, bir kimsenin bir baska kimseyi üfürükle tedavi karsiliginda ücret almasinin caiz oldugunu ve çünkü Muhammed’in buna izin verdigini, hatta kendisinin dahi bu tür ücret’lerden alinan ücrete ortak katilarak pay aldigini gösterir. Ebu Said-i Hudri’nin rivayet ettigi hadis hükmüne konu olan olay sudur:
Muhammed’in emriyle otuz kisilik bir çete sefere çikar. Çete’ye Ebu Said-i Hudri baskanlik etmektedir. Kafile Arap kabilelerinden biri üzerine iner. Bu Arap kabilesinin reisini akrep soktugu için halk, bir süredenberi her çareye basvurup tedavi yolu aramaktadir. Ebu Said kafilesinin geldigini görünce “Içinizden buna bir çare bilen bir kimse var midir?” diye sorarlar. Ebu Said , iztirab içerisinde kivranan kabile reisini, nefes ederek, okuyup üfleyerek iyilestirebilecegini söyler, fakat bunu ancak parayla yapabilecegini ekler. Pazarlikta bir koyun sürüsüne anlasip sulh olurlar. Bunun üzerine Ebu Said kabile reisinin yanina gider, Kur’an’in Fatiha suresini sonuna kadar okur, adami üfler. Güya adami iyilestirmistir Buhari’nin rivayetine göre: “(kabile reisi) bukagisindan çözülmüs hayvana döndü. Ileri geri yürümege basladi. Artik üzerinde hiç bir hastalik kalmamisti” 356.
Bundan sonra Ebu Said, andlasma geregince koyun sürüsünü alarak Medine’ye dönmek üzere yola koyulur. Bir aralik arkadaslari koyunlarin paylasilmasini isterler. Fakat Ebu Said bu istegi kabul etmez ve olan bitenleri Muhammed’e hikaye edinceye ve onun kararini ögreninceye kadar hiçbir sey yapmayacagini bildirir. Medine’ye dönüste dedigi gibi yapar. Hikayeyi dinleyen Muhammed, Ebu Said’i ve arkadaslarini bu basarilarindan dolayi kutlar ve “üfürükle” tedavi karsiligi aldiklari koyunlarin paylasilmasini emreder. Fakat paylasma sirasinda kendisine de bir pay verilmesi için söyle der: “Iyi hareket etmissiniz. Simdi (koyunlari) taksim ediniz. Sizinle beraber bana da bir hisse ayiriniz” 357.
Görülüyor ki Diyanet’in: “(Islam’da nefese okuma yolu ile tedavi diye bir sey yoktur). Bir baskasinin bir baskasini okumasi ile… iyilesme saglanamaz. Bu isin dini açidan bir izahi yoktur” seklindeki sözlerinin tamamiyle yalan oldugu, Baskanligin kendi yayinlariyle ortadadir.
Bu yayinlarla Diyanet Isleri Baskanligi’nin bizlere tanittigi Muhammed, “tükürüklü üfürük” ve “tükürüksüz üfürük” yöntemleriyle hastalik tedavisine girisen, ya da bir baskasinin (örnegin Ayse’nin) kendisine nefes edip üflemesine cevaz vermek yaninda bir de ayrica hastalik ve tehlike gibi seylerden korunmak ve kurtulmak maksadiyle bir kimsenin bir baska kimseyi nefes etmesini, okuyup üflemesini ve bu yoldan kazanç saglamasini dahi uygun gören bir kimsedir.
Eger Islam dininde “üflemekle, okuyup nefes etmekle” tedavi diye bir sey yok ve bu gibi usüller dine, ilme aykiri düsüyor ise bu taktirde Diyanet’in Muhammed’i bu islerle ugrasir ve baskalarinin ugrasmasina da cevaz verir gibi göstermesi seriat dinine saygisizlik olmaz mi?
Yok eger yukariya aldigimiz seriat verilerine göre üfürükçülük, (okuyup üflemek) ve bu yoldan kazanç edinmek dinen caiz ise, bu taktirde Diyanet Isleri Baskanligi’nin kalkipta “islam’da dua ile, nefes ile iyilestirme diye bir müessese yoktur” seklinde konusmasi ve kisilerin bu yoldan geçim saglamalarini yeriyor görünmesi gerçek disi bir davranis olmaz mi??
XVII) Orucu bozan ve bozmayan “seyler” konusunda din adamlarimizin halkimiza verdikleri akil disi din bilgileri:
“Oruç” bir ibadet türü’dür ki belli vakitlerde yemek, içmek, cinsi iliskide bulunmak vb… gibi hususlarda seriat yasaklarina uymak anlamina gelir. “Oruç” denen sey Kur’an’da “Ey iman edenler! Oruç size farzolundu…” (K. 2 Bakara 183) seklindeki ayet’lerle müslüman kisiler için zorunluk tasir hale sokulmus ve “Hadis-i Serif” hükümleriyle de Islam’in temel kosul’larindan biri yapilmistir 358.
Orucu bozan ve bozmayan seyler konusunda is gören bu hükümler, Riyazü’s Salihin Tercümesi ya da al-Süyuti’nin Feth-ül Kebir’i gibi en saglam kaynaklara dayali olarak Diyanet Isleri Baskanligi’nin resmi yayinlarinda 359 yer almis olup din adamlarimiz tarafindan halkimiza “temel islami bilgiler” olarak verilir. Hemen belirtmek gerekir ki bu hükümler genellikle akli dislar nitelikte seylerdir. Bazilari aynen söyle:
Orucu bozmayan haller arasinda sunlar var:
“Karsi cinse sadece bakarak veya düsünerek inzal olmak (men’i gelmesi)”,
“Inzal vaki olmamak sartiyle öpmek”,
“Oruçlu bulunuldugu unutularak yemek, içmek, cinsi münasebette bulunmak”,
“Cünüb halde sabahlamak”,
“Burundan bogaza inen veya agza gelen balgami yutmak”,
“Disler arasinda kalmis nohut tanesinden küçük bir seyi yutmak”,
“Yalan söylemek”,
“Erkeklerin biyiklarini yaglayip boyamalari ve kadinlarin sürme çekmeleri”
Fakat buna karsilik orucu bozan su bazi haller “kaza’yi gerektirir”:
“Pamuk, kagit, olmamis çeviz, veya kati kabuklu badem, findik, emsali seyleri çignemeden yutmak”
“Tas, maden parçasi ve toprak yutmak”, vb…
“Kazayi gerektiren” bu gibi hallerde kisi, bozulan orucu gününe gün tutmalidir. “Pek iyi ama ‘Olmamis ceviz’ yerine ‘olmus çeviz’, ya da ‘Kabuklu badem’ yerine ‘Kabuksuz badem’ yerse ne olacak?” diye sormayiniz, çünkü listede, bunlara tas çikartan daha niceleri yer almistir. Örnegin “Oruçlu oldugu halde uyuyan bir hanima, esinin uyandirmadan (cinsi) münasebette bulunmus olmasi” da kaza orucunu gerektiren seylerdendir. Uyuyan bir kadinla cinsi münasebette bulunurken, uyandirmamak nasil mümkündür, bilinmez, fakat bunlarla ugrasan seriatçilarin “bilimselliginden” süphe etmek hepimizin hakki olmak gerekir.
Öte yandan bazi hallerde “kaza etmek” yeterli degildir; “keffaret” de gerekir. “Keffaret” demek, “bozulan orucun araliksiz olarak 60 gün veya iki kameri ay oruç tutmaktir”. Örnegin “Inzal vuku bulmadan öpmek veya oksamaktan sonra, orucum bozuldu zanniyle yemek, içmek”, ya da “Az tuz yemek” , gibi haller orucu bozup hem “kazayi”, hem de “Keffareti” gerektiren seylerdendir (Bu hususlar için bkz. Diyanet Dergisi, Cilt XI, Sayi 6, sh. 330) 360.
Yine Baskanligin ve din adamlarimizin halkimiza bellettikleri seriat verilerine göre, her ne kadar uyuyan bir kadinla (onu uyandirmadan) cinsi münasebette bulunmak kaza orucunu gerektirir ise de, bir kadina sadece bakarak “inzal” olmak (men’i getirmek) orucu bozmaz çünkü Muhammed söyle “buyurmustur”: “Karsi cinse bakarak veya düsünerek inzal olmak (meni gelmesi) … ya da inzal vaki olmamak sarti ile öpmek (orucu bozmaz) ” (Diyanet Dergisi, Cilt XI. Sayi 6, sh. 339) 361.
Ama buna karsilik oruçlu iken burundan bogaza veya agza gelen balgami, ya da kendi kusuru olmadan bogazina kaçan sinegi yutmak orucu bozmaz, fakat uyurken agzina baska biri tarafindan dökülen suyu yutmus olmak orucu bozar, kazayi gerektirir 362.
“Neden o öyledir de bu böyledir?” diye sormaga kalkmayiniz ve sunu kabul ediniz ki seriat ilminin incelik ve derinliklerine vakif bulunan Diyanet Isleri Baskanligi ve din adamlarimiz, yukardaki “seyler” arasindaki farklari halkimiza belletmekle büyük bir gurur duymakta haklidirlar. Onlarin bu gurur içerisinde ne kadar mutlu olduklarini anlayabilmek için orucu bozan seylerle ilgili listeyi incelemek yararli olacaktir. Bu tür nice hükümleri söyle bir mantik süzgecinden geçirmekle insanlarimizin kafa yapilarinin ne hale girdigini düsünmeniz kolaylasacaktir. Bu vesile ile bir iki örnek daha verelim:
a) “Hayvanla” ya da “ölmüs insanla” cinsi münasebette bulunan oruçlu kisilerle ilgili olarak din adamlarimizin halkimiza bellettikleri seriat hükümleri hakkinda:
Gerçekten de, biraz önce dedigimiz gibi, uyuyan bir kadinla, onu uyandirmadan cinsi münasebette bulunup sehvet gidermenin teknigine akil erdirmek kuskusuz ki kolay degildir. Fakat akli biraz daha sasirtan sudur ki, seriat kaynaklarinin ve dolayisiyle Diyanet Isleri Baskanligi’nin bildirmesine göre oruçlu bulunan kimselerin hay vanla ya da ölü insan vücudu ile cinsi münasebette bulunmalari halinde “kaza orucu” tutmalari gerekir çünkü seriat’in emri söyledir: “Ön ve arka mahallin gayrisi bir yere sürtmekle (Karin veya uyluk gibi), yahut istimna (el ile oynayarak) inzal olmak (Hayvan ve ölü ile temas bu hükme tabidir)” 363.
Daha baska bir deyimle hayvanla veya ölü insan vucudu ile cinsi münasebette bulunan oruçlu kisinin orucu bozulmus olur; böyle bir halde kaza orucu tutmasi gerekir. Fakat bu durumlarin ortaya çikardigi diger bazi sonuçlar vardir ki bunlari da özetlemek yerinde olacaktir.
1′) Din adami’nin söylemesine göre “Ölü insan’la ya da hayvanla cinsi munasebette bulunan oruçlu kisi kaza orucu tutmakla yükümlüdür; hayvan kendisine ait ise, münasebetten sonra hayvani öldürmelidir”.
Biraz yukarda belirttigimiz gibi din adami’nin söylemesine göre seriat, oruçlu halde iken müslüman kisilerin ölü ile ve hayvanla cinsi münasebette bulunmalarini uygun görmemekle beraber kesin olarak yasaklamis da degildir. Çünkü yasaklamak isteseydi, böyle bir davranisi pamuk ipligine baglar gibi “kaza orucuna” baglamazdi. Birazdan görecegimiz gibi, her ne kadar diger mezheplerde bu isi yapan kisiye agir bazi cezalar öngörülmüs olmakla beraber Hanefi mezhebi için durum farkli tutulmustur. Nitekim bizim din adamlarimiz bu tür davranislari “zina” suçu seklinde dahi saymayip davranis sahibine ceza olarak “kaza orucu” tutturmayi yeterli bulmuslardir.
Daha baska bir deyimle ölü insanla temastan hoslanan müslüman kisi, kaza orucu tutmayi göze almak kaydiyle, bu adetini kolaylikla sürdürebilecek demektir. Eger hayvanla cinsi münasebette bulunmaktan zevk aliyor ise, bu zevkini yine kolaylikla sürdürmek olanagina sahiptir, çünkü böyle bir halde kaza orucu tutmak yaninda, olsa olsa “azarlanmak” ya da temasta bulundugu hayvani öldürmek durumunda birakilmistir; o da eger hayvan kendisine ait ise, degilse mesele yoktur.
Hayvan’la cinsi münasebette bulunan kadinlara ne ceza verilecegi konusunda da “müctehid”lerimiz görüs ayriligindadirlar. Kimisi erkekler için ne ceza uygulaniyor ise kadinlara da ayni ceza’nin verilmesi gerektigine dair ahkam yürütür. Kimisi ise kendisini hayvana teslim eden kadina “ta’zir” cezasini uygun görür 364.
2′) Din adamlarindan bazilarinin görüsüne göre “Ölü insan vücudu” ile ya da hayvanla cinsi münasebet “zina” sayilmaz.
Bu vesile ile belirtelim ki din adamlarimiz, ölü ile cinsi münasebetin, islam seriatina göre “zina” sayilip sayilmayacagi hususunu da, yine çesitli islam kaynaklarina dayali olarak, açikliga kavusturmuslar ve halkimizi aydinlatmislardir. Anlattiklari o’dur ki islam seriat’i “ölüye cinsel tecavüzü tam bir cinsel islem” saymaz; bu itibarla ölüye “tecavüz fiilinin yapicisina” zina cezasi’ni degil fakat ta’zir (yani “azarlama”) ceza’sini ve bir de kaza orucu tutma zorunlugunun uygun bulur. Diyanet Isleri Baskanligi’na bagli Haseki Egitim Merkezi’nde ihtisas yapan ve önce Süleymaniye Camii, sonra da Beyoglu Mahri Zade Hüseyin Çelebi Camii Imam-Hatipligi görevlerine atanan ve Islam’a Göre Cinsel Hayat adli kitabi ile taninan bir din adami’miz, Muhammed’in “Uylugunu gösterme. Dirinin de ölünün de uyluguna bakma” diye emrettigini belirtilerek aynen söyle demektedir: “Bu hadis’ten anlasilacagi üzere Islamda ölünün avretine (örtülmesi gereken yerlerine) bakilmasi haramdir (…) Ölüye cinsel tecavüz tam bir cinsel islem olmadigi için islam bilginlerinin çogunluguna göre bu çirkin fiilin yapicisina zina cezasi degil de ta’zir cezasi uygulanir” 365.
Hayvan ile cinsi münasebete gelince, yine din adaminin söylemesine göre, bu isi yapanlara uygulanacak ceza konusunda Muhammed’in pek çesitli ve çelismeli hadis’ler biraktigi ve bu yüzden islam hukukçularinin farkli görüslere saplandiklari, kiminin öldürme cezasina, kiminin zina cezasina ve kiminin de “ta’zir” cezasinin uygulanmasina taraftar olduklari anlasilmaktadir. Örnegin Imam Safii ve Imam Ahmet b. Hanbel: “Hayvanla cinsi münasebette bulunani öldürünüz” seklindeki hadis hükmüne itibar ederler. Maliki mezhebi , suçu isleyene, eger evli ise “recm” (yani tasla öldürme) , bekar ise “celde” (yani kamçiyla dayak) cezasini uygular 366. Türklerin mensup bulundugu Hanefi mezhebine göre ise böyle bir davranista bulunana genellikle “ta’zir” (azarlama) cezasi uygulamak ve kaza orucu tutturmak gerekir. Gerçekten de Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinlarina göre, eger hayvanla temasta bulunan kisi, bu isi oruçlu iken yapmis ise kaza orucu tutmalidir; çünkü Muhammed, biraz yukariya aldigimiz “hadis-i serif” geregince, böyle emretmistir. Bundan anlasilmak gereken sudur ki müslüman kisi, “ta’zir” cezasini ve “kaza orucu” tutmayi göze almak sartiyle hayvan ile cinsi münasebette bulunmaya pek ala devam edebilir (Bkz. Diyanet Dergisi, Cilt. XI, Sayi 6, sh. 340) 367.
3′) Cinsi münasebette bulunulan hayvana uygulanacak ceza konusunda:
Islam hukukçulari ve onlardan yararlanan din adamlarimiz, cinsi münasebette bulunulan hayvanin kaderi konusunu incelemisler ve halkimiza yararli olacak sonuçlara yönelmislerdir. “Hukuk-u Islamiyye ve Istilahat-i Fikhiyye Kamusu” gibi kaynaklardan, ya da Ibn Mace gibi büyük üstadlardan yararlanarak savunduklari görüsler genellikle hayvanin öldürülmesi merkezindedir. Bu görüsü savunurlarken Ibn Mace’nin naklettigi bir hadis hükmünü hatirlatirlar ki söyledir: “Hayvanla cinsi münasebette bulunani da öldürünuz. (Ayrica) cinsi münasebette bulunulan hayvani da öldürünüz” 368.
Söylemek abestir ki akli olmayan ve üstelik suçu da bulunma yan zavalli bir hayvancagizi bu yüzden öldürmenin alemi yoktur. Bundan dolayidir ki din adamlarimizdan bazilari, bazi islam bilginlerinin görüslerine katilarak yukardaki hadis hükmünün uygulanmasinda, mülkiyet ögesini göz önünde tutar olmuslar ve bu su sonuca varmislardir. Eger “cinsi münasebette bulunulan hayvan bu isi yapanin mali ise öldürülür. Baskasinin mali ise öldürulmesi gerekmez”.
Bu dahiyane bulusun ne gibi bir gerekçeye dayandigini merak edenlere islam Ulemasi’nin ve din adamlarimizin su emsalsiz mantigini nakledelim: “(Cinsi münasebette bulunulan) Hayvani öldürmenin amaci bu suçun çagirisim yapilmasini ve faili hakkinda ileri geri konusulmasini engellemektir” 369.
Anlasilan o’dur ki bu islerle ugrasan din adamlarimiz, suçluya “tecazüb” duygulari içerisinde ne yapacaklarini bilememektedirler.
XVIII) Tabuta konan cenaze’nin, kendisini tasiyanlara seslenerek “talimat” verdigini, seriat hükmü olarak belletir din adami insanlarimiza.
Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinlarinda yer alan seriat hükümlerinin cenaze tasimi ile ilgili olanlarina da göz atmak yararli olacaktir. Çünkü bu suretle “iyi” ve “kötü” kisilerin basina neler gelebilecegini ögrenmek kolaylasacaktir.
Bu yayinlardan naklen din adami’nin Ebu Said-i Hudri’nin rivayeti olarak bildirmesine göre Muhammed bu konuda söyle konusmustur: “Cenaze (tabuta) konulup erkekler omuzlarina yüklendiklerinde o cenaze iyi bir kisi ise: -‘Beni (sevabima) ulastiriniz-‘ der. Eger o cenaze kötü bir kisi ise: -‘Eyvah! Bu cenaze ile nereye gidiyorsunuz?-‘ diye feryad eder. Cenazenin bu sayhasini (gafil) insandan baska her mevcud isitir. Insan da bunu duysa derhal bayilir” 370.
Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre de Muhammed, tabuta konan kisi’nin “iyi” bir kisi olmasi halinde “Haydi beni götürünüz, beni götürünüz!” dedigini, “kötü” bir kisi olmasi halinde ise “Eyvah! Beni yüklenip nereye gidiyorsunuz?” (ya da “Yaziklar olsun! bu cenaze ile nereye gidiyorsunuz?”) diye haykirdigini bildirmistir (Sahih-i…, Cilt IV, sh. 451) 371. Hemen isaret edelim ki burada geçen “iyi kisi” deyiminden, “salih insan” yani islami emirlere körü körüne boyun egmis olan, yasamini bu emirlere uydurmus olan kimseler anlasilmak gerekir; “kötü” deyiminden de bunu yapmayanlar hedef edinilmistir.
Yukardaki hadis hükmünü ve Muhammed’in bu konudaki düsüncelerini açiklamak üzere din adamlarimizin söylediklerinden anlamaktayiz ki, cenaze kendisinin “iyi” ya da “kötü” bir kisi oldugunu bilir ve kendisini tasiyanlara buna göre seslenir. Eger “salih” (yani yasami boyunca Tanri ve peygamber buyruklari diye kendisine belletilen hükümlere boyun egmis) bir kisi ise, cennet’e hak kazandigi için bir an önce cennetin “tükenmeyen meyvelerine, dikensiz kiraz agaçlarina ve asil ceylan gözlü, memeleri yeni sertlesmis güzel kizlarina” kavusmak sabirsizligiyle kendisini tasiyanlara “Beni makberime (mezarima) ulastiriniz”, ya da “Haydi beni götürünüz, götürünüz” ya da “Beni (sevabima) ulastiriniz” diye seslenir ve bir an önce mezara konulmasini ister.
Fakat eger cenaze “kötü” bir kisi ise “yakinda karsilasacagi helak ve azabi bir türlü nefsine izafe (etmek istemedigi için)”, yani günahlarindan dolayi utandigi ve cezalandirilmaktan kaçindigi için “Eyvah! Beni yüklenip nereye gidiyorsunuz?” seklinde feryad eder durur 372.
Fakat din adami’nin belletmesine göre, cenaze ister “iyi”, ister “kötü” kisi olsun, her halu karda bir an evvel mezara konulmalidir. Çünkü Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Muhammed, cenaze’nin bir an önce tasinmasi için su emri vermistir: “Cenazeyi (i’tidal) ile everek naklediniz. Eger bu ölü iyi bir kisi ise bu bir hayirdir. Onu (bir an evvel kabirdeki) hayir ve sevabina ulastirmis olursunuz. Eger bu cenaze iyi bir kisi degilse, bu da bir serdir. (Bir an evvel) omuzlarinizdan atmis bulunursunuz” 373.
Bu böyle iken, yani nasil olsa bir an önce tasinmasi ve mezara konulmasi emredilmis iken, cenaze’nin yukardaki sekilde “Haydi beni götürünüz, bir an evvel mezarima koyunuz, sevabima eristiriniz” diye konusmasina gerek var miydi?” diye sormak insanlarimizin aklina pek gelmez.
Öte yandan tabuta konulan cenaze’nin “kötü” kisi olmasi halinde de “Eyvah! Beni yüklenip nereye gidiyorsunuz?” diye feryad etmesinin anlami olmamak gerekir, çünkü yukardaki hadis’in son tümcesinde “Cenazenin bu sayhasini (gafil) insandan baska her mevcud isitir. Insan da bunu duysa derhal bayilir” sözleri yer almistir. Yani onun bu feryadini, insandan gayri her yaratik isitebildigi halde cenazeyi tasiyanlar isitmezler. O halde “sayha’ya” ne gerek var?
Hemen ekleyelim ki yüzyillar boyunca islam bilginleri, ve din adamlari, cenaze’nin tabut içinden seslenmesi sorunu’nu izah için ömür tüketmislerdir. Sarih Ibn-i Battal gibi üstadlara göre bu seslenme “bedeni” olmayip “nefsi ve ruhi bir tekellümdür” (yani kendi kendine ruhsal bir konusmadir); çünkü ruh bedenden ayrildiktan sonra bedenin konusmasi mümkün degildir, meger ki Tanri ruhu bedene iade etmis ola. Buna karsilik Sarih Ayni gibi üstadlar ise “hayat” denen seyin mutlaka “kelam” (konusma) sartina bagli olmadigini, Tanri’nin ölüyü pek ala konusturabilecegi görüsündedirler.
Diyanet Isleri Baskanligi ise, muhatap edinmis oldugu halk yiginlarinin düsünme gücünden yoksun bulundugunu ve nasil olsa karisik gibi görünen seylere akil erdiremeyecegini hesap ettiginden “Bize göre bu kelam ne kelam-i nefsidir, ne de kelam-i lafzidir” seklinde, muhtemelen kendisinin dahi anlayamayacagi bir görüse i’tibar edip isin içinden çikivermistir 374. Yani tabutu tasiyanlar duymayacak olduktan sonra cenazenin seslenmesinin ne ise yarayabilecegine aldiris etmemistir.
Din sorunlarinin tartisilmasi gelenegi yerlesmemis bulundugundan Baskanlik, böyle bir soru’nun kendisine (ve din adamlarina) yöneltilmeyecegini düsünmüs olmalidir. Fakat her seye ragmen sunu anlatmaktan kendisini alamaz görünmektedir ki tabut’tan bir takim anlamli sesler yükselmekle beraber bunlari insanlar isitmemektedirler çünkü “gaflet” içerisindedirler; eger “layikiyle” isitebilmis olsalar, hadis’te söylendigi gibi derhal düser bayilirlardi 375
XIX) Yetmis dert’ten kurtulmanin yolu: Yemege tuz ile baslamak.
Din adami’nin söylemesine göre Tanri insanlara en iyi yiyecek olarak “Kudret helvasi ile bildircin eti” indirdigini bildirerek “Size rizik ettiklerimizin iyilerinden yiyin” demistir (K. Bakara 57). Bu dogrultuda olarak da Muhammed tirit yemeginin diger yemeklere üstün bulundugunu söylemistir. Bu itibarla Tanri’nin rizasina nail olabilmek için bu tür yemekleri yemek gerekir (375 *). Fakat eger dert denilen seyden kurtulmak isteniyorsa bu taktirde yemege tuz ile baslamak kosuldur. Bunun böyle oldugunu din adami bize Gazali’nin ünlü Ihyau ‘ulumi’d-din adli yapitindan naklen bildirir. Gazali’nin söylemesine göre Ali söyle “buyurmustur: “Yemege tuz ile baslayan kimseyi Allahu Teala yetmis dertten kurtarir” 375 **.
Anlasilan o’dur ki kisi, dertten kurtulmak için aklini kullanmak gibi “güç” islere girismek gereksiniminden uzak tutulmustur. Yemege baslarken tuz yemek gibi kolay bir yoldan dertlerine son verebilecektir. Ancak ne var ki yüksek tansiyonlu olupta tuz yememesi gereken kisiler için ne yapmak gerektigi bildirilmemistir. Bununla beraber batila inanmis kimseler pek muhtemeldir ki derten kurtulmak için yemege tuz ile baslamaktan geri kalmayacaklardir.