Kadin’i “Aklen ve Dinen Dun” Nitelikte Göstermek ve Her Hususta Küçültmek Suretiyle Toplumsal Geriliklerimize Neden Olan Seriat Düzeni’nin Uygulayicisi Olarak Din Adami.
Gelismemis toplumlarin özelliklerinden biri de kadini küçültmek, arka plana itmek, erkege kul duruma getirmektir. Avustrulya vahsilerinin yasamlarini inceleyen bilim adamlarinin izlemleri sudur ki vahsi kabile’lerde erkegin kadina karsi tutum ve davranisi pek olumsuzdur. Kadini asagi görmek, ona hükmetmek, hatta hasin ve sert davranmak erkegin sanindandir. Bu kabilelerde erkek, kendisine es alacagi kadini vahsi usullerle ele geçirir. Genellikle kadin dahi bunun böyle olmasini ister. Örnegin çesme basinda acaip sesler çikaran, bagirip çagiran kadin, bu davranisiyle es aradigini anlatmis olur. Bunu farkeden erkek, o kadini saçlarindan çeke çeke sürükleyerek evine götürür. Evlenme isi böylece tamamlanmistir.
Ilkel toplumlarda kadini dövmek yine erkegin sanindan olup erkekliginin adeta vazgeçilmez bir sartidir. Erkegin toplum içerisindeki yeri ve degeri buna göre olusur. Her kadin, kocasinin kendisine karsi sevgi besleyip beslemedigini, yedigi dayaga göre hesaplar. Hatta çogu zaman kendi kendisini yaralamak, vücudunda yara bere izleri yaratmak suretiyle komsularina, kocasindan dayak yemis oldugu kanisini yaratmak ister; gururunu bununla korumus oldugunu düsünür ve mutluluk hisseder. Çünkü bilir ki kocasindan dayak yemeyen kadini komsular, kocasi tarafindan sevilmeyen kadin gözüyle göreceklerdir 256.
Ne üzücüdür ki 21.inci yüzyil’a yaklastigimiz bu dönemde tüm Islam ülkelerinde halk yiginlarina ögretilen seyler arasinda kadinin “aklen ve dinen dun” olmasiyle, ya da iki kadinin tanikliginin bir erkegin tanikligina denk bulunmasiyle, ya da koca’nin karisina dayak atmasiyle, ya da kadinlarin çogunlugunun Cehennemlik sayilmasiyle, ya da “sutresiz” olarak namaz kilanin önünden “esek, köpek, kadin vs” gibi seylerin geçmesi halinde namazin bozulmasiyle ilgili (ve daha bunlara benzer nice) hükümler vardir.
Kendi ülkemizde Diyanet Isleri Baskanligi ve din adamlarimiz bu tür hükümleri insanlarimiza belletirler 257. Nice “aydin” geçinenlerimiz arasinda kadini dövmekle ilgili hükümleri gerekli ve hatta kadin bakimindan gurur yaratici nitelikte bulanlar vardir: kadinlara kocalarindan dayak yemenin faziletlerini anlatmaga çalisirlar. Avustrulya yerlilerinden farkli olduklari tek husus kadina atilacak dayagin “kadinin vucudunda fazla yara bere birakmayacak sekilde” olmasi gereginden ibarettir.
Bu vesile ile animsatalim ki kadini asagilatan hükümlerin bekçiligini yapmak hususunda din adami’nin en büyük destegi erkek sinifidir. Bu sinif, 1400 yil boyunca “kul” olarak seriat’in emirlerine boyun egen ve bundan dogma ezikligin tesellisini ancak din adaminin agzindan çikan “kadin aleyhtari hükümlerde” bulan bir siniftir. Bu hükümlere göre kadin sadece erkege itaat, onu hosnud kilmak, onun her türlü istek ve kaprislerine, sehvet isteklerine uymak durumunda degildir; sadece dayak yemek durumunda degildir; sadece bu yer yüzündeki esitsiz durumunun gelecek dünyada da devamina razi olmus degildir; bunun da ötesinde, her türlü küçültülmelere boyun egmek zorunlugu içerisindedir: “Namazi (bozan) seyler Köpek, esek, domuz ve Kadin’dir” ya da “Ugursuzluk üç seyde vardir: kari’da, ev’de ve at’da”, ya da “(Cehennem’in çogunlugunu kadinlar olusturur)” ya da “Kadinlar fitne kaynagidir” ya da “Kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar” , ya da “Kadinlar küfürbazdirlar, nankördürler ve onlari bu kötülükte gececek bir baska yaratik yoktur” ya da “Kadinlar arasinda saliha kadin, yüz tane siyah karga arasinda alaca bir karga’ya benzer” seklindeki (ve daha nice benzeri) hükümler bunun nice örneklerindendir 258 .
Ve iste kadini bütün zavalli durumlarda tutabilmek için din adami, kadinin lehinde imis gibi görünen seriat hükümlerine sarilir. Örnegin “Kadinlarla hosca, güzellikle geçinin. Sayet onlardan hoslanmayacak olursaniz (tahammül edin, zira bilinmez) belki Allah sizin nefret ettiginiz bir seyi bol bol hayirla doldurmustur” der (Bkz. K. 4 Nisa 19) . Ya da: “Bir kimse kadinina bugz etmesin, zira hoslanmadigi huylari varsa, ona mukabil memnun olacagi huylari da vardir” seklinde ögütte bulunur; ya da “Analarin ayaklari altinda Cennet’ler yatar…” seklindeki hükümleri hatirlatir ki bunlar kadinlari hoslandirmaga yeter.
Ancak ne var ki bu hükümlerin her birinin altinda yine de kadini asagilatan hususlar gizlenmistir. Örnegin “Analarin ayaklari altindan Cennet’ler yatar” seklindeki sözler kadini yüceltmek için degil fakat erkegin hizmetine sokmak için söylenmistir; çünkü kadin Cennet’e gidebilmek için kocasi’nin iznini almaga ve alabilmek için de onu her hususta hosnud etmege mecburdur. Ancak bu sartla Cennet’e girebilir. Fakat Cennet’e girdikten sonra orada kocasiyle yasayacak degildir; çünkü kocasi Cennet’in hürileriyle basbasadir 259. Fakat kadinlar bunun böyle oldugundan genellikle habersiz bulunduklarindan sanirlar ki yukardaki hükümler kendilerini yüceltici nitelikte seylerdir. Ve iste bu tür hükümleri sergilerken din adami “Kur’an’in 14 asir önce ilan ettigi kadin haklari bugün hala ulasilamamis bir yüceliktedir” seklinde konusmaktan geri kalmaz 260.
Gerçek sudur ki kadin sinifini bu sekilde birazcik pohpohladiktan sonra, onlari artik erkegin hizmetine ve köleleligine sokmak kolaylasir. Bu konuda din adaminin elinin altinda sayisiz denebilecek kadar çok seriat hükümleri vardir ve o bunlari en büyük bir ustalik ve kurnazlikla kullanmasini bilir.
Bir kere her seyden önce “Allah kimini kimine üstün kilmasindan ötürü ve erkeklerin mallarindan sarf etmelerinden dolayi erkekler kadinlar üzerinde hakimdirler. Iyi kadinlar gönülden boyun egendir” (K. 4 Nisa 34) seklindeki verileri belletirken Tanri’nin erkekleri “güçlü, kuvvetli ve maddi tesekkül bakimindan kadindan üstün” yaratmis oldugunu belirtir; üstelik bir de erkelerin kadinlari yedirip içirdiklerini, giydirdiklerini, yani her türlü masraflarini ve ihtiyaçlarini karsiladiklarini ekler. Ancak eklerken sunu gözardi eder ki erkegin her türlü hizmetini gören kadinin hakkini erkek yedirmek, içirmek, giydirmek suretiyle ödeyemez ve bazi hallerde de erkegi yedirip içiren ve giydiren kadin’dir: tipki Hatice’nin Muhammed için yaptigi gibi. Bilindigi gibi Muhammed, Mekke’de çobanlik yaparken kendisinden 15 yas büyük Hatice adinda zengin bir kadinla evlenmis ve rahata kavusmustur. Nitekim bunun böyle oldugunu “Yoksul oldugum yillarda (Hatice) varligini benimle paylasti” diyerek ortaya vuran kendisidir.
Yukardaki hususlar bir yana fakat din adami bir de seriat’in kadinlari gerçekten asagilatici ve küçültücü nitelikteki sayisiz hükümlerini, belli etmeden sokusturma taktigindedir. Bu hükümlerin basinda kadinlarin “aklen ve dinen dun (eksik)” yaratildiklarina dair hükümler gelir. Bunlari açiklarken din adami, kadinin tanikliginin erkegin tanikliginin yarisi olduguna ve hayiz gördügü zaman namaz kilmaktan ve oruç tutmaktan yasaklandigina dair hükümleri siralar261. Örnegin Diyanet Isleri Baskanligi’nin Sahih-i Buhari Muhtasari… adli yayimlarinin birinci cild’inin Fihrist kisminin “Kitabü’l Hayz” bölümündeki bir Kesim’in basligi aynen söyledir: “Kadinin dinen ve aklen erkeklerden dun olduguna dair Ebu Said hadisi”. Bu hadis’in metni’ni ve açiklamasi’ni içeren 223.sayfada da su hadis hükmü yere almistir: “Kadinin sahadeti erkegin sahadetinin yarisi degil midir?… Iste bu (kadinin aklinin) eksikligindendir…” Hemen hatirlatalim ki Muhammed bu sözleri Bakara suresi’nin 282.ayet’indeki hükme atfen söylemistir. Bu hüküm bilindigi gibi “Erkeklerinizden iki sahid tutun; eger iki erkek bulunmazsa … bir erkek (ile) … iki kadin olabilir” seklindedir.
Söylemeye gerek yoktur ki bütün bunlari “Iki kadinin tanikligi, bir erkegin tanikligina bedeldir” tümcesiyle ifade etmek mümkündür. Ancak ne var ki bu ayni Diyanet, aydin siniflarin karsisina bu gerekçe ile çikmayi göze almaz. Bundan dolayidir ki: “Yayimlarimizda böyle bir cümle yoktur” diyerek gerçek disi bir deyanla isin içinden siyrilmak ister 262. Bununla beraber inkar’in beyhude oldugunu ve yalaninin nasil olsa anlasilacagini bildigi için bu sefer kadinlarin ev isleriyle mesgul olmak yüzünden çesitli islemlere (örnegin kisiler arasinda yapilan sözlesmelere) seyrek tanik bulunduklarini, olaylari hatirlamalarinin zor oldugunu ve iste bu nedenle “hafizalarinin zayif kaldigini” söyleyerek iki kadinin tanikliginin bir erkegin tanikligina bedel oldugunu belirtir. Daha baska bir deyimle kadin sinifinin Tanri tarafindan aklen ve dinen “dun” (eksik) yaratilmis gibi göstermenin Tanri’nin yüceligi ve adaleti fikrine ve akla ve mantiga ters düsecegini ve böyle bir gerekçenin çagdas zihniyet sahiplerince gülünç karsilanacagini, kötü bir etki yaratacagini, üstelikte kadinlarin büyük çogunlugunu muhtemelen ayaklandiracagini bildigi için, kurnaz bir bulusla “hafiza zayifligi” yorumuna basvurur.
Kuskusuz ki “hafiza zayifligi” nin, kadinlar açisindan “aklen ve dinen eksik yaratilmis” olmaga kiyasla daha az incitici, ya da hatta ev isleriyle ugrasma nedeninden dogmasi itibariyle “serefli” bir sey sayilabilecegini hesaplamistir. Ancak hesaplayamadigi sudur ki ev isleriyle ugrasmanin hafizayi zayiflatan bir yönü yoktur ve ev isleriyle mesgul nice kadin vardir ki kocasindan hem aklen ve hem de hafiza bakimindan çok üstündür. Kaldi ki eger ev islerine benzer hizmetlerde çalismak hafiza zayifligina sebeb olsa idi, bu taktirde asci, bulasikçi, kahya vs gibi islerde çalisan erkeklerin dahi “yarim sahid” sayilmalari gerekirdi.
Fakat Diyanet, yukardaki kurnazliga yönelirken dahi seriat’in bu konudaki olumsuz diger verilerini gizlemekten geri kalmaz. Örnegin, kadini erkegin hizmetinde tutabilmek için seriat’in uyguladigi insafsiz bir taktik vardir ki “Hüccet-ül Islam” diye bilinen Gazali ‘nin kaleminde söyle siritir: “Evlenmekteki dördüncü fayda, evi süpürmek, kaplari temizlemek, yatak sermek, yemek pisirmek gibi ev islerinden kurtulmaktir. Insanoglunun sehvet hissi olmasa da ev isleriyle ugrasmasi çok zordur. Çünkü bu gibi zaruri isler zamaninin çogunu alir… Bunun için Ebu Süleyman Darani – Iyi bir kadin… erkegin sehevi hissini tatmin ve ev islerini tedvir etmekle onun huzur içinde hem diger islerini ve hem de Allah’a karsi kulluk ve ibadetini yapabilmesini te’min eder- demistir” 263.
Dikkat edilecek olursa “insanoglu” sözcügü sadece erkekler için kullanilmistir; kadin muhatap edinilmemistir; sadece erkegin sehvet gailesini gidermek, ev islerini görmek (böylece onu bu pis ve zor islerden kurtarip ibadet edebilmesini ve Cennetlere gitmesini ve oradaki güzel hurilere kavusmasini saglamak) üzere yaratilmis gibi tanimlanmistir.
Fakat Diyanet bütün bunlara bir de “ev islerini görmek yüzünden hafiza zayifligi” formülünü ekleyivermistir. Bununla beraber asil inandigi sey, yine tekrar edelim, kadin’in “aklen dun” ve “iradece güçsüz” bir yaratik ve bu nedenle erkegin “yarisi”, bir bakima onun “mali” oldugudur. Çünkü sirtini dayadigi ve kendi yayinlariyle ortaya vurdugu seriat hükümlerine göre kadin erkegin emrine verilmistir. Bu emirlerde “Erkekler kadinlar üzerinde hakimdirler” (K. 4 Nisa 34) diye belirtilmistir. Gazali gibi temel kaynaklar, bu emirlere dayanarak: “Çünkü erkek tabi degil metbu’dur; amir mevkiinde kadin degil erkektir” ; “Nikah kadinlar bakimindan bir nevi cariyeliktir”; “Nikah kadinlar için bir nevi kölelik ve esarettir; kadin tamamen efendisinin emrindedir…Efendisine olan itaatinin mükafati olarak (Cennet’e gider)…” diye söylemislerdir 264.
I) Din adamlari seriat’in kadini “Aklen ve dinen dun” ve “iradece kit” yaratilmis ve bu nedenle “amme velayeti islerine getirilemez” seklinde gören hükümlerinin en kararli uygulayicsidirlar.
Din adamlarimiz, yukarida degindigimiz seriat hükümlerini halka belletirlerken kadini sadece “Efendisine mutlak itaat etmek”, sadece “Yarim sahid” saymak bakimindan degil ve fakat diger bütün hususlarda da yetersizlik içerisinde gösterirler ve gösterirken de hep ayni gerekçeye, yani “kadinin aklen ve dinen dun” ve “iradece zayif” yaratildigi varsayimindan hareket ederler.
Verilebilecek nice örneklerden bir ikisini belirtmek gerekirse Diyanet’in yayinlarindan olan Sahih-i Buhari Muhtasari… ‘nin 4.cild’inin 219.sayfasinda, kadinlarin yolculuga çikarlarken kocalarinin ya da yakinlardan birinin vesayetine muhtaç bulunduklari hususu ile ilgili su satirlari okuyalim: “Islam dini kadinin …bünye ve iradesindeki fitri za’fa mebni muayyen hususta kadini, mehariminden bir erkegin vesayetine vermistir. ki, kadinin uzak bir mesafeye gidebilmesi…için zevcin veya bir mahreminin bulunmasini sart kilmasi bu cümledendir…” (Sahih-i…, Cilt IV, sh. 219) )265.
Yukarda geçen “iradesindeki fitri za’f” tümcesinin Türkçe’de “yaradilis itibariyle iradece güçsüz” anlamina geldigi düsünülecek olursa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Diyanet araciligiyle, kadina bakis açisinin ne oldugu kolaylikla anlasilir.
Diyanet’in yukarda adi geçen yayinlarinin 10. cild’inin 449.sayfasinda yer alan 1660 sayili hadis: “Mukadderatini bir kadinin eline veren millet felah bulmaz” seklinde olup Baskanligin su açiklamasini içermektedir: “Islam hukukunda amme velayeti denilen devlet teskilati riyaseti ancak erkek bir vatandas tarafindan temsil olunur. Bu, millet otoritesini temsil edecek mevkie kadin intihap edilemez. Çünkü kadinin fitrati bir çok cihetlerden bu çok agir vazifeyi deruhte etmege müsait degildir. Bunun için Islam hukukunda… devlet riyasetine intihap olunabilmesi hususunda kadin için hiç bir hak kabul edilmemistir” (Sahih-i… , Cilt X, sh. 449 ve d.)266
Görülüyor ki Diyanet’in halka bellettigi o’dur ki kadin’in kamu yöneticiligi gibi görevlere gelmesini önleyen sey yaratilisindaki eksikliktir: yani “aklen ve dinen dun” olusudur, “iradesindeki fitri za’f” tir.
Animsatalim ki Islam’da kadin, sadece devlet baskanligina degil fakat siyasi ve idari görevlere de (örnegin kadilik, hakimlik, kaymakamlik, vs) hep bu nedenlerle layik görülmemistir. Gazali: “Yarim tanik durumunda sayilan ve erkegin hakimiyeti altina sokulan (kadin) nasil yargiç olabilir?” derken bunu anlatmak istemistir. Bu görüs günümüzde de öylesine geçerlidir ki Diyanet Isleri Baskanligi, Danistay kararlarindan birine siginarak, kadinlarin “Kaymakam” dahi olamayacaklarini su sekilde açiklamistir: “(…) tarih boyunca -istisnalar disinda- durum bu degil midir? Medeni Kanuna göre de aile reisi erkektir. Danistay karari ile sabittir ki, bugün modern Türkiye’de kadin kaymakam olamamaktadir” 267.
Bu açiklama Diyanet’in hem bilimsel dürüstlükle bagdasmaz yönünü ve hem de bilgi kitligini bir kez daha ortaya vurmaktadir. Bilimsel dürüstlükle bagdasmayan yönü sudur ki kadinlara kaymakamlik görevini reddeden Danistay karari, seriat kaynagindan esinlenmis bir karar degildir; yani Danistay, “akil yetersizligi” gerekçesiyle kadinin “yönetici”, “idareci” vs. olamayacagi ilkesinden hareket etmis degildir. Sadece fiziki yetersizlik gerekçesine baglanmistir; daha dogrusu kaymakamlik görevinin dag’da bayirda dolasmayi, suç isleyenlerle çarpismayi vs gerektirdigi için kadinlarin fiziki yapi itibariyle bu islere yatkin olmamalari nedenlerine dayatilmistir. Oysa ki Diyanet’in gerekçesi, kadinlarin “aklen dun yaratilmis olduklari ve bu nedenle erkekler üzerinde emredici bir durum kazanmamalari” nedeniyle kaymakamlik yapamayacaklari hususunu kapsamaktadir. Görülüyor ki Diyanet, Danistay kararini kendisine kalkan yaparken bu karari Danistay’in öngördügü gerekçeden farkli bir gerekçeye dayatmak suretiyle göz ardi etmistir.
Aslinda Danistay karari yukardaki sekliyle dahi tenkid edilmege muhtaçtir, çünkü eger “fiziki yapi” kistasi geçerli sayilacaksa bu taktirde kadinlari tarla islerinde çalistirmamak gerekir. Oysa ki Anadolu’da tarla ve çiflik isleri kadinin sirtindadir. Kaldi ki kaymakamlik gibi dagda ve bayirda dolasmayi gerektiren görevleri erkekler kadar, hatta daha da iyi bir sekilde basarabilecek kadinlar çoktur.
Yine bunun gibi eger kadinlarin kaymakam olmalari, Diyanet’in sandigi gibi, erkeklerin kadinlar üzerinde hakim olmalarini öngören hükümlere aykiri düsüyor ise, bu taktirde kadinlarimizin Devlet ve Hükumet görevlerine getirilememeleri, örnegin Bakan, Yargiç vs olamamalari, Devlet dairelerinde ya da özel sektörde erkeklere emir verebilir islere alinmamalari gerekir. Oysa ki kadinlarimiz, Atatürk’ten bu yana Bakanlik, Yargiçlik, Milletvekilligi, Kaymakamlik vs gibi , “amir” mevki’inde is görmegi gelenek edinmislerdir. Atatürk sayesinde bu uygarliga ulasan Türk kadinini bu mesleklerden yoksun kilmak ve yeniden seriat felaketine sokmak, bugün artik akli basinda hiç kimsenin düsünebilecegi bir sey degildir.,
Din adamlarina yol göstericilik yapmakla görevli Diyanet Isleri Baskanligi, kadin’i erkegin hakimiyeti altinda göstermege çalisirken: “Tarih boyunca-istisnalar disinda- durum bu degil midir?” diyerek hem bilimsel gerçeklere ters düsmekten ve hem de Türk tarihini inkar etmekten çekinmez. Baska milletleri bir kenara birakalim, fakat Türk’ün islam’lastirilmasindan önceki tarihini söyle bir karistiracak olsak görürüz ki kadin, her bakimdan erkege esit durumda bulunmak bir yana, fakat tek basina ya da kocasi ile birlikte Devlet baskanligi ya da Vali’lik gibi görevler yüklenir, toplumu yönetir, ordu’nun basinda savaslar verirdi ve bu durum “istisna” degil fakat “kural” idi. Eger Türkler bu geleneklerini koruyabilmis olsalardi bugün yeryüzü’nün en uygar toplumlarindan biri olabilirlerdi.
Yine bunun gibi Diyanet Isleri Baskanligi, kadinin aklen “dun” ve “zayif” oldugu kaziyesinden hareketle, Kur’an’in Nisa Suresi’nin 5.ci ayeti hükmünü insanlarimiza su sekilde belletir: “Allah’in size geçinmek için verdigi mallarinizi akilsizlara vermeyin; onlari riziklandirin, yedirin…” (K. 4 Nisa 5). Belletirken de, erkekleri adeta ikaz edercesine, Ibn-i Abbas’in, ayetle ilgili su yorumuna yer verir: “Malina kiyma! Allah sana o mali temlik buyurmamistir; onu sana hakikatte vesile-i maiset (geçim vesilesi) kilmistir. Böyle iken sen onu karina yahud ogullarina verirsin de sonra onlarin elindeki servete bakar muhtaç olursun. Hayir ey mü’min, öyle yapma! Malini siki tut; onu islah ve hüsnü idare et! Esasen sen, onlara yedirmege, giydirmege ve her türlü ihtiyaçlarini te’mine mecbursun!” (Sahih-i… Cilt VII, sh. 298))268
Yine bunun gibi Diyanet ve din adamlarimiz, Kur’an ve hadis hükümlerine (örnegin Nisa suresi’nin 11-14,176 ayet’lerine) dayali olarak, veraset bakimindan kadin’a ait hakkin, erkegin yarisi oldugunu belletmekte kusur etmezler (Sahih-i…, Cilt XII, sh. 243) 269
II) Kadin sinifini küçültücü, özgürlükten yok edici ve erkege boyun egdirtici seriat hükümlerini uygulamak suretiyle din adamlari, erkek sinifini hosnud etme siyasetini güderler:
Kadin üzerinde üstünlük taslamak, kadini “tabi” kendisini “Seyyid”, “Efendi” durumunda saymak, zaman zaman kadina dayak atmak, diledigi an kadini bosamak, miras paylasiminda onun iki misline konmak, “mehri” az tutmak vs… gibi seyler müslüman erkegine mutluluk veren seylerdendir. Bundan dolayidir ki seriat, kadini erkegin boyundurugu altina sokucu ne varsa her seyi düsünmüstür. Erkek sinifini “kul” niteliginde bir yaratik kilip Tanri’ya kolaylikla boyun egdirtebilmesinin nedenlerinden biri de budur.
Öyle anlasiliyor ki erkeklerimiz, Islam’in kadinlara reva gördügü hükümleri kesfeder olduklari oranda, mutluluga kavusmaktadirlar; onlarin bu ilkel yönlerini çok iyi bilen din adamlarimiz da, seriat verilerine sarilip bu “mutlulugu” arttirici vesile ve firsatlari degerlendirmekten geri kalmamaktadirlar. O kadar ki erkeklerin kiskançliklarini önlemek amaciyle kadinlarin güzel görünmelerini yasaklayici hükümlerden tutunuz da kadinlari kocalarinin sehvet gailelerini karsilamaga zorlayici hükümlere varincaya kadar ne varsa her olumsuzlugun bekçisi kesilmislerdir.
Gerçekten de din adam’larimiz, kadinlarin güzel görünme isteklerini baltalamak için, Kur’an’in “hicab” ayet’lerini (yani kadin’larin örtünmelerini öngören emirlerini) sergilemekle yetinmezler bir de su veya bu sekilde süslenmelerini (örnegin dudaklarina boya sürmelerini ya da güzellik için dögün vurmalarini ya da vurdurmalarini) ya da “isveli” sekilde konusmalarini, erkeklerle el sikismalarini vb… yasaklayici emirleri sergilerler. Güzel görünmek için süslenmenin Tanri iradesine ters düstügünü belirtirler ve Muhammed’in su sözlerini örnek verirler: “Güzellik için dögün vuran ve vurduran ve bu suretle Allah’in yarattigi hüsnü zatiyi tagyir eden kadinlari Allah rahmetinden uzaklastirsin” (Sahih-i… , Cilt V. sh. 351) 270.
Bu emri belletirlerken de güzel görünmek için dudaklara boya sürmenin ya da baska sekilde süslenmenin “Allah’in yarattigi fitri güzelligi tagyir etmekten (bozmaktan, degistirmekten) ibaret oldugunu” söylerler ve söyle ahkam yürütürler: “Islam dini, fitri (yaratilistan) bir din olmak i’tibariyle insanlarin bütün tutum ve davranislarinda tabii olmalarini, yapmacik ve sahte her islem ve eylemden kaçinmalarini istiyor: güzellik de bunlardan biridir. Akli basinda bir insan için Tanri’nin verdigi güzellik disinda bir güzellik aramak ve bulmak mümkün müdür?. Sayed mümkün olsaydi insanlari en güzel sekilde yarattigini bildiren Tanri bizi o sekil ve surette, örnegin dudaklarimizi daha kirmizi yaratirdi. Tabii olmayan güzelliklerin fenaligina isaret ederek söylenen -‘Bu süs, kiçina dögün vuran kadinin dogal olmayan güzelliginden daha tiksindiricidir-‘ sözü Arablarda ata sözleri olmustur” (Sahih-i… ,Cilt V. sh. 351)271.
Ancak ne var ki kadinlarin güzel görünmelerine engel olurlarken erkeklerin, aklasan saçlarini ve sakallarini boyamalari ve daha dogrusu “süslenmeleri” için Muhammed’in emirlerini belletirler. Söylemeye gerek yoktur ki saç ve sakal’in aklasmasi bir bakima ihti yarlik alametidir; saç ve sakali boyamak bir tür süslenmektir ki erkekleri daha genç göstermege yarar. Bundan dolayidir ki Muhammed müslüman kisilere saç ve sakal’lari kina ile boyamalarini emretmistir. Fakat muhtemelen bunu süslenme niteliginde göstermemek için müsrik’lere ve Yahudi’lere muhalefet olsun diye yaptirmak istemistir. Nitekim sakal birakmak ve biyiklari kesmek hususunda Ibn-i Ömer’in rivayetine göre söyle demistir: “Müsriklere (her hal ve hareketinde) muhalefet ediniz (ve benzemeyiniz). Sakallarinizi birakiniz, biyiklarinizi da iyice ve derince kesiniz” (Sahih-i…, Cilt XII, sh. 1) 272
Sakallari boyamak hususunda da Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre söyle demistir: “Ashab’im! yahudiler, hiristiyanlar sakallarini boyamazlar., siz onlara muhalefet ediniz (kina ile boyayiniz)” (Sahih-i…, Cilt XII, sh. 111) 273
Daha baska bir deyimle din adamlari, bu tür buyruklara sarilarak kadin’in süslenmesini Tanri’nin isteklerine aykiri bulurlarken erkegin süslenmesini uygun bulmak suretiyle ayricalik yaratmis olurlar.
Öte yandan sehvet sorunlarini da erkegin keyfine göre ayarlamak üzere: “Kisi kadinini (cinsi mukarenet için) yatagina da’vet eder de kadin imtina ederek zevc asabi bir halde gecelerse, Melekler o kadina sabaha kadar la’net ederler” (Sahih-i…, Cilt IX, sh. 33) 274 seklindeki hükümleri her kesin görebilmesi için yil takvimlerinin sayfalarina varincaya kadar geçirmeyi ma’rifet bilirler. Nitekim Diyanet’in 1991 yili için hazirlattigi yillik Takvim’in sayfalarindaki çesitli seriat hükümleri arasinda yer alan ve cinsi münasebet sorunlariyle ilgili yukardaki hadis’in, sehvetine düskün kocalar bakimindan çok “yararli” oldugu anlasilmistir.
Yine bunun gibi din adamlari, kadina verilecek mehrin az tutulmasi konusunda da erkeklere seriat verilerinin kurnazliklarini ögreterek kadin sinifina azizlikte bulunmayi ihmal etmezler. Bu konuda el’lerinde nice hükümler vardir ki bunlar arsinda Nisa Suresi’nin 24.cu ayeti ile Muhammed’in sözleri ve eylemleri vardir. Nisa Suresi’nde söyle yazilidir: “… Kendinize… mallarinizla kadinlar edinip evlenmeniz helal kilinmistir. Fakat onlardan yararlanmaniza karsilik, söz vermis oldugunuz mehirlerini verin. Mehrin kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karsilikli anlasmanizda size günah yoktur…” (K. 4 Nisa 24).
Her ne kadar mehrin miktarinda indirim yapilmasi iki tarafin anlasmasina birakilmis gibi görünürse de her bakimdan imtiyazli durumda bulunan koca’nin bu pazarliktan daha karli çikacagi ve kadina mümkün oldugu kadar az mehir ödeyecegi asikardir. Üstelik de din adami, koca lehine is görmek üzere Muhammed’in kadina az mehir vermek hususundaki tutum ve davranislarini örnek vermek maksadiyle Ömer b. el-Hattab’in su sözlerini nakleder: “Kadinlarin mehirinde asiri gitmeyin. Sayet o, Allah’tan takva yahut dünyada bir seref saglamis olsaydi, Peygamberimiz buna sizden ziyade layik olurdu. Nitekim o, hanimlarindan ve kizlarindan hiçbirine 12 okka, 480 dirhemden daha fazla mehir uygulamadi”. 275
III) Kadin’i “kötülük” ve “fitne” kaynagi sayan ve bu nedenle asagilatan, özgürlükten yoksun kilan seriat hükümlerinin altinda erkegi aciz ve zavali bir yaratikmis gibi tanimlayan bir anlam yattigindan habersizdir din adami:
Belki çogumuz bilmeyiz fakat durum su ki seriatçi zihniyete göre erkek, “sehevi” duygular konusunda kendisine hakim olamayacak derecede zayif ve bu nedenle nefsini yenemeyen bir yaratiktir; kadin ise, erkegin aklini basindan alabilecek kadar tehlikeli bir seytan’dir, “fitne kaynagidir”.
Bunun böyle oldugunu anlatmak maksadiyle din adami: “siz kadinlarin düzeni (fitnesi) büyüktür” (“Inne keydekünne azim”) (K. 12 Yusuf 28) seklindeki hükümleri ve ayrica da: “Kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar…” seklindeki hadis’leri tekrarlamaktan bikmazlar 276
Böyle oldugu içindir ki bu “zavalli” erkegi, bu çok “tehlikeli” seytan(!)’a karsi korumak gerekir; çünkü erkek, kendi akli ve zekasi ve iradesiyle sehvet duygularini frenlemeyi, sabretmeyi beceremez; bu isi yapmaga muktedir degildir; yani nefsini yenip sehvetine hakim olabilecek güçte degildir. O kadar degildir ki, kadin’la basbasa kalmak ve konusmak bir yana, fakat onu surda burda, örnegin sokakta gördügü hallerde dahi bastan çikmaga hazirdir.
Iste erkek bastan çikmasin diye seriat düzeni, kadinin özgürlüklerini kismak, hatta yok kilmak yolunu seçmistir, ki kadini çarsafa sokmak, eve kapamak, erkeklerle bir arada bulundurmamak ya da konusturmamak, konusurken hos bir eda ile konusmasini ayarlamak gibi hususlar bu uygulamanin bazi örneklerindendir. Din adam’lari seriat’in bu konudaki emirlerini harfiyen uygulamaga çalisirlar. Bunlardan bir kaçini belirtmek üzere, önce su hükmü beraberce okuyalim: “Kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar. Bir kadini görüp heves ettiginiz vakit, hemen kendi ailenize müracaat edin” . Bu hükmü pekistirmek için de su örnegi verirler: “Resul’i Ekrem (sokakta) bir kadin gördü ve hemen hanimi Zeyneb’in odasina giderek onunla halvet oldu” 277 .
Yani biz erkekler, sokakta yürüyen bir kadini görüpte heveslendigimiz an, hemen eve dönüp esimizle cinsel iliskide bulunmaliyiz ki azginliktan kurtulabilelim ve kadinlara saldirip sarkintilik etmekten kaçinabilelim!
Öte yandan, yine din adami’nin seriat’a dayali olarak konusmasina göre erkek, sadece kadini görmekle bastan çikmaz; onun sesini duymakla dahi azginlasir; hele bu ses “isveli” (hos edali) olursa, azginliginin siniri yoktur. Çünkü “kadin sesinde cinsel bir içerik vardir ” ve “Kadin sesi erkekler tarafindan cinsellikle yorumlanabilir” 278. Bundan dolayidir ki erkeklerle konusan kadinlarin, erkekleri bastan çikarmayacak bir ses tonu ile konusmalari gerekir. Bunu saglamak içindir ki Muhammed , kadinlarin “isveli” bir sesle (“hos bir eda” ile) konusmalarini yasaklayan su ayet’i Kur’an’a koymustur: “Eger Allah’in yasalarina geregince bagli kalmak istiyorsaniz, yabanci erkeklerle konusurken hos bir eda ile konusmayin. Yoksa kalbinde (cinsel) hastalik bulunan kimse (cinsellik) ümidine kapilir…” (K. 33 Ahzab 32).
Ve iste din adami, zavalli ve “aciz” erkek sinifini kadinlarin “isveli” bir sesle (“hos bir eda”) ile konusmalarina karsi korumak için seriat’in bu tür bu yasaklayici emirlerini uygularken, erkekleri huzura kavusturmus olmanin mutluluguna kavusur.
Erkegin “sehvet gailesi” konusundaki sabirsizligina ve “irade zayifligina” çözüm getiren diger bir seriat hükmü oruçlu durumlarla ilgili olarak söyledir: “Oruç tuttugunuz günlerin gecesi kadinlariniza yaklasmaniz size helal kilindi” (K. 2 Bakara 187). Hani sanki ramazanda cinsel iliskide bulunmaktan kaçinmak, ya da hatta 24 saatlik kisa bir süre için dahi olsa sehevi ihtiyaci bekletmek erkekler için çok güç bir seymisde bunu ancak Tanri buyruguna dayali bir gerekçe ile saglamak gerekirmis gibi din adami, yukardaki sözleri: “Allah bildi ki nefsinizi yenemeyecek, sabredemeyecek bir istir isleyeceksiniz” (K. 2 Bakara 187) seklindeki Kur’an hükmü ile tamamlar.
Din adami’nin elindeki seriat verilerinden bir digeri sudur ki erkeklerin kadinlarla beraber ve yan yana olmak üzere cenaze nakletmeleri “fesad” ve “fitne” yaratici bir is olur. Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinlarinda “cenaze nakli” ile ilgili olarak söyle deniyor: “Kadinlarin açik, saçik, ulça bu islere girismeleri hiç ma’kul degildir. Hele erkeklerle müstereken nakil ve ihmale kalkismalari mazinne-i fesaddir, mahall-i fitnedir” (Sahih-i …, Cilt IV, sh. 450) 279.
Bu örnekleri çogaltmak mümkün. Fakat anlatmak istedigimiz sudur ki Kadin’in, her hususta oldugu gibi, giyim-kusam ve süslenme ya da erkeklerle bir arada bulunma vb… gibi hususlarda da kisisel özgürlügünü kisitlama usulü, çagdisi yasamlari sürdürmekten kurtulamayan din adami’nin baslica özelliklerinden biridir. Seriatçi zihniyet, her ne kadar erkegi ‘üstün” (“seyyid”) ve kadin’i “asagi” (“tabi”) durumda kilmak için “kadin aklen ve dinen dun’dur” gibi kurnaz formül’ler bulursa da, aslinda (daha dogrusu farkinda olmadan) erkegi zayif iradeli, aciz ve zavalli bir yaratik olarak kabul eder. Kadin’in “fesad” ve “fitne” kaynagi oldugu yalanlarina sarilmasi ve erkegi onun bu yönlerinin kurbani olarak takdim etmesi bundandir.
Ancak sunu animsatmak gerekir ki Kadin’i “kötülük” ve “fitne” kaynagi olarak gören, yani erkegin bastan çikip ahlaksizliga yönelmesine vesile yaratir bir “seytan” seklinde kabul eden düsünüs, bugün artik sadece bizim gibi geri kalmis toplumlarda taraftar bulur. Bu tutum çagçil seviye’nin insanina göre ilkel bir tutumdur; ayrica da erkegi “irade gücü’nden yoksun yaratik” kertesine indiren bir davranisin ifadesidir. Çünkü erkek iradece ne kadar zayif ve kendini kontrol’den ne kadar yoksun olmalidir ki kadini çarsafsiz, basörtüsüz, ya da yirtmaçli, kisa kollu, kisa etekli gördügü an nefsini yenemeyip “fitne ve fesad’a” kapilsin ve ona saldirmaktan kendini alamasin. Sayet erkek bütün bunlari yapacak seviyesizlikten ve ilkellikten kendini kurtaracak olgunluga kavusamaz görülüyor ve kadini çuvala sokmadikça ahlakilige yönelemez diye düsünülüyor ise bu, her seyden önce Insan’i “akil” denen “nimet” ile yaratmada israr eden Güc’e karsi en büyük bir saygisizlik olur; Insan’a ve onu Yaratan’a güvensizlik demektir bu. Böyle bir güvensizligi kendisine temel edinen bir sistem, insan’in “kisisel” gelismesine hizmet edemez; nitekim seriat toplumlarinda edememistir. 1400 yillik seriat denemesi göstermistir ki kadini çarsafa tikmakla, kapamakla, olumlu hiçbir sey saglanamiyor; aksine tiktikça ve kapadikça erkek, “erkek” olmaktan çikiyor ve içgüdülerine sapli yari vahsi bir yaratik niteligine bürünüyor. Çarsaf ya da basörtüsü nedir bilmeyen gelismis ülkelerde erkek, sokakta yanindan geçen yari çiplak kadina satasmaz ve basini çevirip bakmaz bile. Kadin konusunda islenen suçlar ve kadina kötü ve saygisiz davranislar ve saldirganliklar bakimindan seriat ülkeleriyle hiç bir Bati ülkesi yarisamaz.
Sunu her vesile ile tekrar etmek gerekir ki basta giyim ve süslenme olmak üzere “hos bir eda” ile (“isveli sekilde”) konusmayi yasaklamaya varincaya kadar kadinin özgürlügünü yok edebilen bir gelenek, seriat’in getirdigi ve Arap kavmi’nin karakterine uygun bir dinsel gelenektir ki Türk’e uymaz. Türk’ün Islam’i kabulden önceki yasantilarinda kadini kapamak ve erkekten kaçirmak diye bir özenti yoktur. Türk bu kötü gelenege seriat yüzünde saplandi ve çaglarin gerisinde kalmistir. Atatürk sayesinde kurtulmusken ne yazik ki simdi, yine seriat özlemcilerinin ve din adamlarinin pençesine kapilmis olarak, çarsaf ve basörtüsü özlemine sürüklenmektedir!