Home » Library » Modern Library » Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum20

Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum20


Atatürk’ün Binbir Güçlükle Din Adami’ndan Kurtardigi toplumu, Yeniden Din Adami’nin Pençesine Terkeden Zihniyet.


I) “Aydin” din adami yetistirme hayalleri:

II) Atatürk’e gelinceye kadar Islam devletlerinin hiç birinde “özgürlük”, “insan haysiyeti” ve “insan sevgisi” adina din adami’na karsi savasan ve toplumu din adami’nin kötülüklerinden kurtaran olmamistir.

III) Gerçek anlamda “aydin” olmayan din adami, halkin da aydinlanmasini istemez.

IV) Aydinlanmayan ve aydinlatilmayan halk, daima din adami’nin yaninda ve fakat daima da onun kötülüklerine kurbandir.

V) Aydinlanmis halk daima din adami’nin kötülüklerine karsi çikar ve onu gelismeye zorlar:

VI) Devlet’i yeniden din adami’nin (ve din’in) destegi haline getirenlerimizin suçu


Atatürk’ün seriat karanliklarindan ve din adami’nin tasalludundan kurtarip akilci egitim sayesinde aydinliklara çikardigi Türk toplumu, yeniden seriat batakligina sürüklenmekte, yeniden din adami’nin o “çag disilik” kokan ellerine terkedilmektedir. Son bin yillik tarihimiz söyle derinlemesine elestirilebilse, kazanilan askeri savaslar ve fethedilmis ülkeler öyküsü disinda Türk’ün bilim ve kültür alanlarinda basarisizliklari söyle ciddi ve cesur bir arastirma konusu yapilabilse görülecektir ki bütün bunlarin nedeni seriat egitimi ile yogurulmus ve din adaminin elinde birakilmis, dolayisiyle özgür düsünceden, yaratici güç’ten yoksun kalmis olmaktir. Atatürk’ün sagladigi laik ve müspet egitim sayesinde gerçekten ibret verici hamleler yapabilen toplumumuzun, seriat ortami içerisinde ve din adami’nin elinde nasil beyni islemez, fikren uyusuk ve cansiz bir külçe haline gelebildigini ancak böyle bir elestiri ortaya vuracaktir.

Biliyoruz ki bu görüsümüzü çürütmek isteyenler, geçmisteki islam uygarligini örnek vereceklerdir. Ancak ne var ki islam uygarligi denen sey, islam’in kendisinden dogma, ya da seriat egitimiyle yetismis kimselerin yaratmasi olmayip eski Yunan bilimlerinden yararlanma sonucu olusmus bir seydir. Bunun böyle oldugunu diger yayinlarimizda (özellikle Aydin ve ‘Aydin’ ve ayrica Teokratik Devlet Anlayisindan Demokratik Devlet Anlayisina adli kitablarimizda) belirtmis oldugumuz için burada durmayacagiz. Fakat sadece sunu tekrarlamakla yetinelim ki seriat malzemesi ve egitimi ile müspet kafa yapisinda, müspet ahlak anlayisinda insan yetistirmek mümkün degildir. Akilci düsünce’nin özgürlügüne ve bagimsizligina yer ve deger vermeyen, insan zekasina güven beslemeyen, akla aykiri ne varsa her seyi “gerçek” diye gösteren seriat düzeni ve zihniyeti içerisinde aydin din adami yetisemez.

I) “Aydin” din adami yetistirme hayalleri:

Her vesile ile tekrarladigimiz gibi Bati’nin fikirsel gelismesinde rol oynayan sey, aydin sinifin bir yandan insan aklini baski altinda tutan din kurulusuna ve diger yandan da din adamlarina karsi savasim vermis olmasidir. Bati’da özgür düsünce’nin egemenligini saglayanlar, insan aklini hem din cenderesinden, hem de din adami’nin pençesinden kurtarmislardir. Akil Çagi’nin olusumunda en önemli rol oynayan Fransa, din adamina karsi en amansiz savasim veren bir ülkedir. 1789 Ihtilali dinsel zihniyete ve egitime oldugu kadar din adamlarina karsi girisilmis bir savasimdir. Bu ihtilal, Fransiz halkini, din adami’nin sahteliklerine, yalanlarina ve saltanatina karsi baskaldirma gelenegine yöneltmistir. Bu dönemde Aydin’in baslica düsüncesi toplumu din adami’nin sömürüsünden ve etkisinden kurtarmak olmustur. Fransiz Ihtilali, bu düsünceyi gerçeklestirme alanina sokan en önemli bir girisimdir. Ihtilal liderleri, din adamlari sinifini sadece siyaset’ten uzaklastirmak, sadece dünya islerine karismaktan alikomak degil fakat asil kisi ile iliskisini kesmek, ve daha dogrusu yok etmek istemislerdir. Kliselerin kapatilmasi ve din adamlarinin hapislere atilmalari hep bu düsüncenin sonuçlari olarak ortaya çikmistir.

Bununla beraber bu kadar asiri gitmek istemeyenler, din ve dünya islerini birbirinden ayirmak ve din adamlarinin sadece “uhrevi” alanda is görmelerine izin vermek sikkini seçmislerdir. Bir yazar söyle der: “(Tarihin ögrettigi o’dur ki) eger bir millet mutluluga yönelmek umudunda ve karsilikli sevgi ve saygi ve refah yoluna çikmak düsüncesinde ise, bu taktirde din adami’nin elinden her türlü dünyevi yetkiyi (almak gerekir). Sunu aklimizdan çikarmayalim ki insanlik tarihinin baslangicindan bu yana kisi özgürlükleri ve insan zekasi bakimindan zararli hiç bir davranis (akilci egitim veren ögretmenlerden) gelmemistir; buna karsilik her devirde din adamlari insan varliginin en kararli, en kötü , en acimasiz düsmanlari… olmuslardir” 613.

Bu yazarlar Hiristiyan dini’nin “Sezar’in hakkini Sezar’a, Isa’nin hakkini Isa’ya” ilkesine dayali olarak din ve devlet islerini birbirinden ayri tutmaga yönelik özelliklerini ele alarak, din adamlarinin siyasetten uzak kalip sadece “uhrevi” sorunlarla ugrasmalari halinde zararsiz duruma gireceklerine inanmislardir. Bir yazar söyle der: “Din adami’nin elinden dünya islerini ve siyasal yetkileri alip onu sadece (ibadet) isiyle ugrasir kiliniz, iste o zaman onu zararli olmaktan çikarabilirsiniz”

Öte yandan Batili aydinin tutumu genellikle su olmustur ki toplumda “egemen” olmak gereken tek güç akil olmalidir. Toplumu sadece akil gücü sürüklemelidir. Bu da din adami’ni dünyevi islerin ve siyasetin disinda birakmakla mümkündür.

Oysa ki islam ülkelerinde böylesine bir bilinçlenme görülmez. “Aydin” diye bilinen siniflar, eskiden oldugu gibi bugün dahi geri kalmislik nedenlerini seriat dininde degil fakat din adamlarinin “cehaletinde” aramak gerektigini söylerler. Onlara göre Seriat’in özü “iyi” ve her türlü bilimsel gelismeye olasilik verecek yeterliktedir; eger din adami iyi bir din egitiminden geçirilecek olursa her sey düzelecek, islam halklari uygarliga eriseceklerdir.

“Aydin” din adami yetistirmek hevesiyledir ki ülkemizde, son 30 yil boyunca görülmemis bir bilinçsizlikle din okullari (Imam-Hatip okullari, Islam Enstitüleri, vb…) ve ilahiyat fakülteleri açma rekorlari kirilmis ve bu kisa süre içerisinde neredeyse yarim milyona yaklasik “medrese kafasi” üretilmistir. Bu kafalar devletin bütün kilit noktalarini ele geçirerek yakinda Türk toplumunun tüm kaderine egemen olacaklardir.

Ancak ne var ki “suç din adaminin cehaletindedir” demekle ve yüzbinlerce imam-hatipli yetistirmekle hiçbir sey çözümlenmis olmaz, çünkü din adamini “cahil” ve “çag disi” yapan sey dogrudan dogruya seriat’in kendisidir. “Dogal hak’lara ve özgürlüklere”, “sosyal esitliklere”, “laik’lige”, “demokratik ilkelere”, “hosgörü’ye”, “akilci” gelismelere ve “müspet ahlak anlayisina” ters düsen seriat verileriyle “aydin” din adami yetistirmek mümkün degildir. Nitekim Imam Hatip okullarindan, Islam Enstitüleri’nden, Ilahiyat Fakülteleri’nden ve sair din okullarindan mezun olmus din adamlari, zihniyet, dünya görüsü ve insanlik anlayisi bakimindan, “egitim görmemis” diye küçümsenenerek “cahil” bilinen din adamlarindan pek farkli degillerdir. Çünkü onlar da bunlar da, ayni seriat malzemesiyle yetistirildikleri için, ayni inançlara saplanmis olup ayni kafa yapisindadirlar. Daha önceki bölümlerde siraladigimiz ve aklin ve havsalanin kavrayamayacagi nitelikteki seriat hükümlerini, sadece “cahil” dedigimiz din adamlari degil fakat Ilahiyat Fakülte’lerinden yetismis, “Profesör” ve “Doçent” gibi unvanlara sahip din adamlarimiz dahi ayni “kutsallikta” bulurlar: “Ölü insan vücudu ile ya da hayvanla cinsi münasebette bulunan oruçlu kisi’nin orucu bozulur, kaza orucu tutmasi gerekir (kefaret orucuna gerek yoktur)” seklindeki seriat hükmünü “Hadis’i serif” olarak belleyen ve halkimiza belletenler, sadece “cahil” din adamlari degil fakat Ilahiyat Fakülte’lerinde ya da Diyanet Islerinde görevli ve “Profesör” ya da “Doçent” unvanli din adamlaridir 614. Hayvanla cinsi münasebetin “zina” suçu’nu olusturdugunu, münasebette bulunan erkege verilecek ceza’da üç ayri görüsün geçerli oldugunu, cinsi münasebette bulunulan hayvan’in neden dolayi öldürülmesi gerektigini söyleyenler yine “aydin” diye bilinen din adamlaridir 615. “Yemege ve içecege düsen sinegin bir kanadinda hastalik, digerinde sifa vardir ve sinek sifa kanadini disarda birakir (bu nedenle) sinegin disarda kalan kanadini iyice batirin, sonra çikarip atin”, ya da “Horoz melek görünce öter, merkep seytan görünce anirir” seklindeki hükümleri kutsal birer seriat hükmü seklinde belleyen ve insanlarimiza belletenler sadece “cahil” din adamlari degil fakat Diyanet Isleri Baskanligi’nda is gören ve Ilahiyat Fakültesini bitirmis, “profesör” ve “doçent” unvanli din adamlaridir. “Fare’nin önüne deve sütü koyarsaniz içmez, ama koyun sütü koyarsaniz içer” seklindeki bir hadis hükmünü “Çünkü vaktiyle Beni Israil’den bir kavmi Tanri cezalandirmak için fare’ye dönüstürdü, o kavim deve sütü içmez oldugu için fareler deve sütü içmez oldular” seklindeki dinsel bir gerekçe ile köylümüzün kafasina sokanlar sadece “cahil” din adamlari degil fakat Profesörlüge yükselmis din adamlaridir 616. “Seytan her isinizde, hatta yemek yerken dahi yaninizda bulunur. Birinizin lokmasi elinden düserse onu alip yesin, seytana birakmasin” seklindeki, ya da “Esnemek seytandandir… Biriniz esneyip (ha) diye agzini ayirinca onun gafletine seytan güler” diyerek insanlarimizi “seytanlar ilmi” ile egitenler Diyanet Isleri Baskanligi’nin ayni “yüksek” egitimden geçmis unsurlaridir 617. Medine mescidinde minber isini gören bir hurma kütügünün, minberlikten çikarildigi için aci aci inlemege, halkin gözleri önünde hüngür hüngür aglamaga basladigini söyleyenler sadece cahil din adamlari degil fakat “Profesör” unvanli ve hem de Ilahiyat Fakültesinde dekanlik yapan Üniversite mollalaridir 618. Müslüman kadinlarin, müslüman olmayan erkeklerle evlenmelerinin Islam’a aykiri oldugunu söyleyerek hem insan haklarini çigneyen ve hem de mutlu yuvalari yikmak isteyenler sadece “cahil” diye damgaladigimiz din adamlari degil fakat yine Ilahiyat Fakülte’lerinde ögreticilik yapan “profesör” unvanli din adamlaridir 619. Kadin sinifini: “Aklen ve dinen dun yaratiklar” seklinde tanimlayip her bakimdan asagilatanlar, ve örnegin “Mukadderatini bir kadinin eline veren millet felah bulmaz” sözlerine dayanarak: “Islam hukukunda amme velayeti denilen teskilati riyaseti ancak erkek bir vatandas tarafindan temsil olunur. Bu, millet otoritesini temsil edecek mevkie kadin intihap edilemez. Çünkü kadinin fitrati bir çok cihetlerden bu çok agir vazifeyi deruhte etmege müsait degildir.. Bunun için Islam hukukunda … devlet riyasetine intihap olunabilmesi hususunda kadin için bir hak kabul edilmemistir” seklindeki yorumlarda bulunanlar sadece “cahil” din adamlari degil fakat Diyanetin “büyük” unvanlara sahip yetkilileridir 620 . Cumhuriyet rejimini “zindik düzeni” diyetanimlayip devletin temellerini kundaklayanlar sadece cahil dedigimiz imamlar degil fakat “Doçent” ve “Profesor” kilikli din adamlarimizdir 621. Islam’dan baska gerçek din olmadigini ve baska dinlere yönelenlerin sapik sayildigini söyleyenler ya da “Babalarinizi, kardeslerinizi (-eger farkli din ve inançta iseler) dost edinmeyin” diyenler ve böylece insanlarimizi bagnaz duygularla yetistirenler sadece imamlar degil fakat Diyanet Isleri Baskanligi’nda is gören ya da Ilahiyat Fakültelerinde hocalik yapan ve “Profesör”, “Doçent” vb… unvanli din adamlaridir 622. Kadina dayak atma konusunda: “Eger Kur’an ‘dövülecek’ diyorsa kadin dövülür, ama dövme kadina hakaret olsun diye degil, onu yola getirmek, aile yuvasini kurtarmak için” diyenler sadece “cehalet” içerisinde olduklari kabul edilen köy imamlari degil fakat Diyanet Isleri Baskanligi görevinde bulunanlardir 623. Islam’a uygun yasam sürenlerin Cennet’e gideceklerini söylerken: “Her kim Cennete giderse o kisi 4000 bakire, sekiz bin dul ve 100 hüri ile evlenir” seklindeki seriat hükümlerini belletenler ve böylece erkek kisi’nin Cennet’de on iki bin yüz adet kadinla cinsi münasebette bulunacagini müjdeleyenler, sadece “cahil” bildigimiz din adamlari degil fakat Diyanet Isleri Baskanliginda bulunmus kimselerdir 624.

“Yüksek ögrenim” görmüs ve “Profesör’lüge” erismis bu tür din adamlari, çag disi zihniyete saplanmis olmaktan dogma bilinç altbir itisle, çogu kez aydin görüslü ve kültürlü ve Bati uygarligini derinlemesine biliyormus görünmek gibi bir özleme saplanmaktan da geri kalmazlar. Örnegin Aristo , ya da Nietche ya da Dostoyevski’ vb… gibi yazar ve düsünürlere hayranlik duyduklarini söyleyip görüs sergilemege çalisanlar ya da “hümanizm’e” yönelikmis gibi davrananlar vardir aralarinda. Ancak ne var ki bu özlem onlari, çogu zaman farkina varamayacaklari bir gaflete düsürür. Nitekim Kur’an disinda Islam tanimayan ve “dogru” yola ancak Kur’an ile girilebilecegine inanan ve üstelik Diyanet Isleri Baskanligi’ni dahi “hurafe satiyor” olarak tanimlayip gericilikle suçlayan bir seriatçi “profesörün”, Dostoyevski’ye hayranlik duymasi ve bu hayranligini gazete sütunlarinda haykirmasi bunun nice kanitlarindan biridir: “… kendisine bakarak güç, güven ve ask tazeledigim Dostoyevski’yi sonsuzluk dostu olarak aniyor ve selamliyorum” derken 625, bu hayranlik duydugu Dostoyesvki’nin Islam’a (özellikle Kur’an’a) ters düstügünden habersizdir. Yarim yamalak onun yapitlarini muhtemelen okumustur ama nüfuz edememistir. Çünkü Dostoyevski, Kur’an’i benimsemek ya da Kur’an’daki Tanri anlayisina katilmak söyle dursun fakat Tanri’nin varligindan bile süphe ettigini ortaya vuran ya da Avrupa’nin ve dolayisiyle dünya ülkelerinin ancak Ortodoks kilise’sinin rehberligiyle kurtulusa çikacagina inanmis ve bu inancin havariyunlugunu yapmis olan bir kimsedir 626. Eger bizim Üniversite molla’mizin bundan haberi var ise bu takdirde Kur’an’dan vazgeçip Rus Ortodoks kilisesine katilmakla, Dostoyevski’ye hayranligini çok daha gerçek bir sekilde ifade etmis olacagi muhakkaktir. “Profesör” unvanli bu ayni din adami’nin, bir baska vesileyle Bosna-Hersekli müslümanlarin baskani olan Izzetbegoviç’i “imanda gönüldasim” di yerek “saygi ve hayranlikla” selamlarken de benzeri bir gaflete düstügüne kitabimizin ilk bölümlerinde deginmis ve Izzetbegoviç’in Atatürk devrimlerini tüm olarak “Barbarlik” diye tanimlarken Atatürk Türkiyesinin bir numarali düsmani olduguna deginmistik 627. Bizim kendi takunyali seriatçilarimiza bile tas çikartacak kadar koyu bir Atatürk (ve “Atatürk Tükiyesi”) düsmanini “aydin” sanilan din adamlarimizin “imanda gönüldasim” diyerek baslarina taç etmeleri sunu gösterir ki onlar için “iman” disinda kutsal ve degerli olan hiç bir sey yoktur: ne insan sevgisi, ne vatan sevgisi, ne ana ya da baba sevgisi, ne “millet” sevgisi, ne adalet sevgisi… evet seriat disinda hiç bir sevgi!

Humanizm’e yönelikmis gibi görünen “Profesör” unvanli din adamlarimizin 627(a) saplandiklari gaflet ise “Hümanist” (hümanizma) sözcügü ile “Humaniter” sözcügü arasindaki farki bilmemekten dogmaktadir. Aydin ve “Aydin” adli kitabimda da degindigim gibi humanizm’a, insan sorunlarinin din verileriyle (kitaplariyle) degil fakat beseri verilere (insan yapisi kanunlara) göre çözümlenmesini öngörür. Oysa ki bizim “aydin” geçinen “Profesor”, “Doçent” unvanli din adamlarimiz için seriat disinda (hiç degilse Kur’an disinda) çözüm aramak söz konusu degildir.

Öte yandan bu kisilerin “Hümaniter” görünmege heveslenmeleri de yapmaciktir, çünkü bu sözcük, basta din ve inanç olmak üzere hiç bir ayirim gözetmeksizin insanlar arasi sevgi ve saygi duygularini içerir. Farkli din ve inançta olanlara karsi saldiri ve savas diye bir sey kabul etmez.

Oysa ki bizim “aydin” din adamlarimiz, farkli din ve inançta olanlari “kafir” ve “düsman” bilirler, çünkü seriat dini, daha önceki bölümlerde de gördügümüz gibi, Islam’dan gayri bir dine yönelik olanlari (hatta Islam olupda munafik sayilanlari) “sapik”, ya da “kafir” olarak tanimlamak bir yana (örnegin: K. Imran 85), fakat yer yüzünü “Dar’ül-Islam” (müslümanlarin yasadiklari yerler) ve “Dar’ül-harb” (Kafirlerin yasadiklari yerler) diye ikiye ayirip birincileri ikincilere karsi savastiran, “müsriklerin” öldürülmelerini zorunlu kilan bir din’dir (örnegin: Tevbe 5, 29; Bakara 193 vb…). Baska din’den olanlara (örnegin Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi olumlu davranmayi savunuyormus gibi görünenler dahi, bunu insan sevgisi itisiyle yapmazlar; sadece Tanri’nin Islam’dan baska bir din ve baska din’den peygamber göndermedigini ve çünkü Kur’an’in böyle dedigini düsünerek yaparlar.

*

Evet, ne yazik ki seriat egitimiyle akilci ve çagcil düsünce yapisinda ve insanlar arasi sevgi duygusuna bagli din adami yetistirme olasiligi yoktur ve olmadigini kanitlar nitelikteki örnekleri sonsuza dek uzatmak kolaydir! Diyanet Isleri Baskanligi’nin ya da “Profesör” ya da “Doçent” unvanli din adamlarimizin halkimiza bellettikleri (ve bu kitapda bazilarina deginmis oldugumuz) seriat verilerini söyle bir gözden geçiriniz: akli basinda olanlarimizi dehset ve saskinliga sürükleyecek olan bu hükümlerin “aydin” diye tanimladigimiz bu din adamlari tarafindan “kutsal” sayildigini görmekle sasirir ve “cahil” din adami ile “okumus” din adami arasinda neden dolayi fark olamayacagini anlarsiniz.

Fakat “aydin” diye ortaya çikan (özellikle “Profesor” ve Doçent” unvanli) din adamlarimizin bu topluma karsi giristikleri asil büyük yikicilik, Atatürk sayesinde akilcilik rayina oturtulmus bir toplumu, bu raydan çikartip Kur’an disinda gerçek yokmus inancina dogrultmak, Kur’an’i tüm yasamlarimizin rehberi yapmaga çalismaktir. Bunlar arasinda “Kur’an’daki Islam” parolasina sarilip kendisini “havari” lerden sananlar vardir. Içinde yetistikleri seriat egitimi yüzünden sapli bulunduklari zihniyet nedeniyle sundan habersizdirler ki çagdas uygarlik, kisi’yi din kitaplarinin rehberliginden uzaklastirip aklin egemenligine ve rehberligine ulastirmakla saglanmistir. Bati dünyasi, 17ci yüzyildan bu yana, insan zekasini ancak bu yoldan yaraticiliga kavusturmus ve ancak bu yoldan insan varligini sinirsiz bir gelisme olasiligina dogrultmustur. Konuyu Aydin ve “Aydin” adli kitabimda inceledigim için burada daha fazla durmayacagim.

Ancak sunu tekrarlamaliyim ki bizim için bütün sorun, genel olarak din adami’ni çag disi zihniyet içerisinde tutan seriat’in özü’nde yatmaktadir. Asil savasilmak gereken sey de bu öz’dür. Bu özü olusturan veriler, bundan 1400 yil önce yerlestirilmis seylerdir; Insan varligini eziklik içerisinde tutan ve sömürten bu özü akil tornasindan geçirmedikçe ve din adami sinifini “akilci düsünce insanlari” haline sokmadikça uygarliga çikis yolu bulunamayacaktir.

II) Atatürk’e gelinceye kadar Islam devletlerinin hiç birinde “özgürlük”, “insan haysiyeti” ve “insan sevgisi” adina din adami’na karsi savasan ve toplumu din adami’nin kötülüklerinden kurtaran olmamistir.

Biz aydinlar, akil yordami ile seriat’in insan hak ve özgürlüklerine ters düsen yönlerini ortaya vurup insanlarimizi bilinçlendirmekle ve onlari din adaminin yalanlarina ve kötülüklerine karsi savasim verebilecek duruma getirmekle görevliyiz. Nasil ki Bati’da aydin siniflar, bir yandan din kurulusunu elestirip akla ve vicdana aykiri din verilerini gidermege çalisirken diger yandan din adami’ni dünya islerine karistirmamak, halk yiginlarini din adami’nin baskisindan kurtarmak bakimindan kendi toplumlarina yararli olmuslarsa, bizler de bu ülkeyi uygarliga çikarmak için öyle yapmak zorundayiz. “Aydin kisi” olma niteligi bizi bu zorunluga, yani din kurulusunun ve din adamlarinin olumsuz yönlerine karsi savasima sürüklemelidir.

Ne hazindir ki Islam tarihinde bu tür bir savasim olmamistir. Din ve devlet ayriligi diye bir sey olmadigi için, “dünyevi” ve “uhrevi” iktidar’in destekçisi isini gören din adamina karsi direnis pek görülmemistir. Geçmiste bazi yazarlarin din adami’nin kötülüklerine ve bilgisizliklerine karsi tepki gösterdikleri söylenebilirse de, bu hem yetersiz ve hem de etkisiz kalmistir. Örnegin Sirazli Hafiz, hemen her siirinde, kapali bir dil ile de olsa, din adaminin sahteliklerini dile getirmistir 628. Gülistan adli kitabinda sair Sa’adi’nin ayni seyi yaptigi görülür. Din adamina karsi en fazla düsmanlik duyanlardan biri Ibn Rüsd’tür; Eflatun’un “Cumhuriyet” adli kitabini yorumlarken “Bütün istibdat’lar içerisinde en korkunç, en kötü olani din adamlarinin istibdadir” diyebilmistir 629. Ibn Rüsd’ ü bu düsmanlikta kararli kilan sey, Endülüs saltanati döneminde, daha dogrusu Halife Hakem II zamaninda (yani 10. yüzyilda), olusan hosgörü ve uygarlik ortamina karsi din adami’nin olumsuz tutumudur. Hacib al-Mansur’un, Halife Hisam saltanatina son verip iktidari ele geçirmesinde, fikir ve düsünceye zincir vurmasinda din adaminin rol oynamasinin da onu rahatsiz ettigi muhakkaktir. Buna benzer olaylar sonucu Ibn Rüsd sunu iyice anlamistir ki din adami, her türlü degisikligi ve yeniligi “dinsizlik” bilir ve önlemek için her kötülügü yapmaga hazirdir.

Yukardaki listeyi uzatmak ve din adamlarina bagli imis gibi görünüp onlarin söylediklerine fazla aldiris etmeyen Alparslan gibi hükümdarlardan örnekler vermek mümkün.

Yakin dönem tarihimiz içerisinde Tevfik Fikret ya da sair Esref ve Neyzen Tevfik gibi bazi yazarlarin bu seriyi tamamladiklari da dogrudur. Dürüstlük timsali Tevfik Fikret, o güzel ve etkili kalemiyle, din hocalarina gereken dersi vermesini bilmistir. Yalan ve iftira usulleriyle temiz insanlara saldirmayi ma’rifet sayan din adamlarini hallaç pamugu gibi atmasini becermistir. Selahi Dede adindaki bir hoca için yazdigi su satirlar bunun nice örneklerinden biridir:

“Hacce-i haç der -bagal’i hulheves,

Simdi sarik, simdi külah, simdi fes,

Ac basini söyle nesin hey teresi teres”

Bu satirlari yazmasinin nedeni kendisinden is isteyipde olumsuz karsilik alan bu din adami’nin: “Tevfik Fikret -‘Kur’an’in kara sayfalari yirtildi artik-‘ dedi” diyerek iftirada bulunmasidir 630.

Sair Esref ise, kaba bir dil ile de olsa, o veciz satirlariyle din adamlarini bir hayli hirpalamistir.

Insan sevgisi ve özgürlük duygusu ile dolu Neyzen Tevfik’e gelince o, din adamlarinin baslica düsmanlarindan biridir. Kendisi medrese egitiminden geçmis olup molla’liktan geldigi için din adamlarinin iç yüzünü herkesten iyi bilirdi. Bundan dolayidir ki onlarin tiynetini ortaya vuran siirler yazmistir. “Aygir Imam” baslikli bir siir’inde din adamlarinin para’ya düskünlüklerini, zayif’lari ezmek hususundaki becerikliklerini ve güçlü olanin karsisinda küçülmüslüklerini, hilelerini vb… dile getirmek üzere söyle der:

“Paraca pulca bu yil hayli kalinlastin ha,

……………………………………………………………………….

Pek zebun-küs (düsman öldüren) diyemem amma ezersin zayifi

Lüpe geldi mi taparsin semize Aygir Imam,
631

Din adami’nin bilgisizligini, kana susamisligini ve halki yoksulluk ve kader felsefesi ile yetistirme gayretlerini sergilemek için söyle der:

“Gece basti kara kapli kitap-oldu hakim,

Anirirken tepisen bunca … (imam) hep alim!

Hepsi de kendisinin gittigi yol dogru sanir,

Razidir yaptigina az buçuk elden utanir!

Utanirken garazim menfaatinden korkar,

Yoksa her seye müsait o sarik, kanli yular”
632

“Hoca” adli bir siirinde din adam’inin bir baska yönünü söyle dile getirir:

“On üç yasinda bir kizi nikah ederek,

Alir ve kendisi altmis yasindadir, bu .(!)..,

Imam degil mi ya? Bunlar seriat icabi,

Mahallede ileri kim gelirse ahbabi!”
633

Fakat su muhakkak ki Atatürk’e gelinceye kadar din adamini kötülük yapabilecek durumdan çikaran ve insanlarimizi din adami’nin pençesinden kurtaran olmamistir. Din adami’nin farkli inançtakileri “kafir”likle suçlayip seriat’in “Cihad” hükümlerini seferber edebilen olumsuz zihniyetine karsi, inanç farki gözetmez bir insanlik sevgisiyle dikilen çikmamistir. Denilebilir ki Atatürk, 1400 yillik Islam tarihi icerisinde din adami’na karsi en etkili bir sekilde savasabilen ilk ve tek insandir. Eger istemis olsa din adamini kendisine destek kilip, halki onun araciligiyle sömürebilecek ve rahat bir yasam sürebilecek iken bunu yapmamistir. Yapmis olsa muhtemelen kendisini tehlikelere sürüklemez ve bugün softa yiginlarca lanetlenmezdi. Fakat o her seyi göze alarak din adamina karsi amansiz bir savasim açmistir. Çünkü din adamini Türk toplumu için en büyük bir bela olarak görmüstür. Bundan dolayidir ki din adamlarini sevmez ve sevmedigini açikca söylemekten çekinmezdi. Subat 1923 tarihli bir konusmasinda söyle der:

“Eger onlara (din adamlarina) karsi benim sahsimdan bir sey anlamak isterseniz derim ki ben sahsen onlarin düsmaniyim. Onlarin menfi istikamette atacaklari bir hatfe (adim), yalniz benim sahsi imanima degil, yalniz benim gayeme degil, o adim benim milletimin hayati ile… , o adim milletimin kalbine havale edilmis zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaslarimin yapacagi sey, mutlaka o adimi atani tepelemektir. Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim. Farz-i muhal bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek Meclis olmasa, öyle menfi adim atanlar karsisinda herkes çekilse ve ben kendi basima yalniz kalsam, yine de tepelerim!”634.

Bu tarihten bir ay kadar sonra, 16 Mart 1923 tarihinde Adana’da sunlari söyler: “Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… görürsünuz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenaliklar hep din kisvesi altindaki küfür ve melanet”ten gelmistir. Onlar (din adamlari) her türlü hareketi dinle karistirirlar” 635.

Bu ülkede aydin sayilabilecek bir tek insan gösterilemez ki bu sözleri içtenlikle benimsemesin ve bu duygulari paylasmasin. Din adami’nin yüzyillar boyunca sürüp gelen sevimsizligi, bilgisizligi, fikirsel miskinligi, yalana düskünlügü ve her alandaki olumsuzlugu, bu toplumun uygar düsünceye sahip insanlarinin her zaman için tiksinti ile izledikleri bir gerçektir. Aydin sayisi çogaldikca bu duygularin yayginlasacagi muhakkaktir. Seriat malzemesi ve seriat egitimiyle din adamini daha iyi, daha bilgili, daha ahlaki yetistirmek mümkün olamayacagina göre ülkemiz insanlarinin okumusluk ve uyanmislik seviyesi gelistikçe din adaminin bu toplumda tutunmasina, kendisini kabul ettirip sevdirmesine olanak kalmayacaktir. Hele bu millete bin yil boyunca yaptigi kötülüklerin, düsmanliklarin, ihanet’lerin gün isigina çikarilmasi ve bütün bunlarin biraz olsun akli isleyenlerimizce anlasilmasi sonucunda din adami Türk toplumunun samarini, hem de en güçlü sekliyle, bir gün mutlaka suratinda bulacaktir.

Eger din adami bu durumlara düsmek istemiyor ve kendi sonunu düsünüyor ise Bati’nin gelisme tarihini, özellikle akil çagina girisini inceler ve ders alir. Voltaire, Bayle, Diderot, Rousseau vs… gibi ve daha nice Akil Çagi mimarlarinin itisiyle gelistirilen “din adami düsmanligi”nin Bati’da, özellikle 1789 ihtilalinden sonra Fransa’da, ne gibi boyutlara ulastigini ve ne gibi sonuçlar dogurdugunu gözden geçirir . Eger bu topraklar üzerinde yasayan insanlarin gelecegini tehlikeye düsürmek istemiyor ise bilinçsiz gidisine son verir ve gerçeklere giden tek yolun akilcilik oldugunu kabul edip laik’lik ilkesine bürünerek kösesine çekilir. Asil görevi’nin, seriat düzeni’nin yok olmasini saglayici zemini hazirlamak oldugunu bilerek, kendisinden son bekleneni yerine getirir.

III) Gerçek anlamda “aydin” olmayan din adami, halkin da aydinlanmasini istemez.

Yukardaki bölümlerden çikan sonuç sudur ki günümüzde din adami, bütün okumusluguna, diplomalarina ve unvanlarina ragmen yine de çagcil ve akilci zihniyete sahip olmaktan uzaktir. Bundan dolayidir ki halkin aydinlanmasina, akilci egitim almasina ve laik’lige karsidir. Çünkü bilir ki elinde bulundurdugu yalanlar malzemesini, akilci egitimle yetismis insanlara sokusturmak mümkün olamayacaktir. Bilir ki seriat verilerini “gerçeklerin ta kendisidir” diye belletmeye kalkistigi her kez karsisinda, bunlari akil ve zeka gücüyle çürütecek insanlari bulacaktir. Örnegin bilir ki “Islam seriati hosgörü dinidir; Din’de zorlama yoktur” diye konustugu zaman karsisindaki aydin kisi ona bu ayni seriat’in: “Müsrikleri nerede görürseniz öldürün” (K. 9 Tevbe 5) seklindeki emirlerinden baslayip “(Allah katinda Islam’dan gayri din yoktur) Kim islamiyet’ten gayri bir dine yönelirse sapiktir!” (K. 5 Imran 19, 85) ya da “Ey inananlar! babalarinizi, kardeslerinizi -eger küfrü imana tercih ediyorlarsa-dost edinmeyin” (K. Tevbe 23) seklinde olan ve ayrica müslümanligi terkedenlerin öldürülmelerini emreden ya da “Kafirlere” karsi cihad’i öngören hükümlere varincaya kadar, hosgörü duygusunu insan kalbinden silen verileri gösterecektir. Yine bunun gibi bilir ki “Seriat dini esitlik dini’dir” dedigi zaman karsisindaki aydin ona seriat’in esitsizlik yaratan nice verilerini ve bu arada köleligi dogal bir kurulus gibi tanimalayan: “… bir tarafta… bir köle, bir tarafta da bol rizik verdigimiz… birisi olsa, bu ikisi esit olur mu? Sükür Allah’a ki esit degildir” (K. 16 Nahl 75) seklindeki hükümlerini ve benzerlerini gösterecektir. Buna karsi “Kölelik eski Cahiliyye döneminin benimsedigi bir kurulustu; bu nedenle o an için köleligi kaldirma olanagi yoktu; kölelik kaldirilmis olsa idi halk ayaklanirdi. Bu nedenle Tanri köleligi yekten kaldirmadi fakat tedricen kaldirilmasini uygun buldu” seklinde bir yanit vermege kalkistigi zaman karsisindaki aydin kisi, akilci bir mantikla kendisine: “Pek iyi ama, her seyi diledigi gibi yaratacak güçte olan bir Tanri neden halkin ayaklanmasindan korksun ve taviz yoluna basvursun?” diyecektir. Yine bilir ki “Seriat dini kadin haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini saglamistir” seklinde konustugu zaman karsisindaki aydin kisi ona “Kadinlar aklen ve dinen dun yaratiklardir” seklindeki hükümlerden baslayip “Iki kadinin tanikligi bir erkegin tanikligina bedeldir” (K. Bakara 282) , “(Miras paylasiminda) Erkegin payi… iki disinin payi kadardir… Erkege kadina nispetle iki pay verilir” (K. Nisa 11,176) seklindeki kadin erkek esitsizligini öngören, ya da “Namazi (bozan) seyler esek, domuz ve kadin’dir”, “Cehennem’in çogunlugunu kadinlar olusturur” seklinde insan sahsiyetinin haysiyetini rencide eden nice hükümleri siralayacaktir.

Bu örnekleri çogaltmak kolay. Kolay olmayan sey, din adamina, bu toplumda artik düsünebilen beyinler oldugunu ve su durumda akil ve mantik disi seriat verileriyle is görmenin yararsiz bulundugunu anlatmaktir.

IV) Aydinlanmayan ve aydinlatilmayan halk, daima din adami’nin yaninda ve fakat daima da onun kötülüklerine kurbandir.

Toplumumuzun baslica özelliklerinden biri kendisine en büyük kötülükleri yapanlara, kendisini sömürüp yoksul, zavalli ve mutsuz birakanlara, özellikle din adamlarina karsi bilinçsizce baglilik duymasi, her vesile ile destek olmasidir. Her ne kadar bu olumsuzluk seriat toplumlarinin ortak bir yönü olmakla beraber bizim kendi toplumumuz bakimindan ayri bir özellik tasir. Çünkü yeryüzünde bir baska toplum yoktur ki, kendi benligini, milli geleneklerini, tarihini, dilini ve her seyini din adami yüzünden yitirsin de buna ragmen din adamina bagli kalsin. Kuskusuz ki bu baglilik “korku” ve “bilgisizlik” gibi ogelerden kaynaklanmaktadir.

Ne hazindir ki halkimiz, geçmis dönemler boyunca din adamina, hep olumsuz yönleri itibariyle baglilik göstermistir. Örnegin hangi din adami ki “kafirlere” karsi seriat’in öngördügü insafsiz hükümleri uygulamada usta olmustur, ya da hangi din adami ki “kafirlere” karsi “Cihad’a girisilmesi” için etkili olmus, öncülük yapmistir, ya da hangi din adami ki farkli din ve inanca yönelenleri sapiklikla suçlamistir, ya da hangi din adami ki tüm insanlar arasi sevgi fikrinden ve duygusundan yoksun kalmistir, iste o, halk tarafindan en degerli, en büyük insan sayilmistir. Kanuni Sultan Süleyman ve Selim II zamaninda Seyhülislamlik yapmis olan Ebu’suud Efendi ki, kendisine boyun egmeyen ve “Vahdet-i Vücud” nazariyesine inanan kisilerin öldürülmesinden tutunuz da “hülle” ugruna aile yuvalarinin yikilmasi sonucunu doguracak kararlara varincaya kadar her türlü ahlak disiliga ve insafsizliga yönelmekten geri kalmamistir, halkimizin ve hatta aydin’larimizin bugün dahi “esine az rastlanir din adami” olarak kabul ettikleri bir kimsedir.

Seriat dünyasi halklarinin tarihi hep bu tip din adamlarinin yüceltildigine kanit örneklerle doludur.

Kuskusuz ki her ülkede ve her toplumda din adamlarinin kötülüklerinden söz etmek, örnekler vermek mümkündür. Fakat kendi içinden çiktigi ve kendisini besleyen topluma karsi olumsuz davranmak bakimindan Türk din adami ile yarisabilecek olanini bulmak güçtür. Arap’in din adami bile, bütün ilkelligine, bilgisizligine, kötülügüne ragmen yine de kendi ümmetini “Arap benligi” ile yetistirmesini bilmis, kendi geleneklerini, kendi dilini yüceltebilmistir. Oysa ki bizim din adamimiz, Türk’ü milliliginden, kendi öz dilinden, eski geçmisinden, geleneklerinden ve zengin tarihinden, daha dogrusu Türklükle ilgili ne varsa her seyinden yoksun etmis, hatta onu kendi atalarini lanetler durumlara getirmis, “Türk’ün tarihi islam ile baslar” diyerek, en azindan 2500 yillik Türk tarihini su son bin yillik zamana sigdirmak istemis, kisacasi Türk’ü “Türklügünden” ariyip ruhen ve ahlaken Araplastirmistir.

Su muhakkak ki Türk halki, aydinlandigi ve aydinlatildigi an bu yalanlar ve melanet son bulacaktir. Bati’da fikren gelisen halkin yaptigi gibi Türk toplumu da bir gün gelecek, kendisini zavalli hallere düsüren, ilkelliklere iten, kendisine ihanet eden din adaminin karsisina geçip ona haddini bildirecektir.

*

Kuskusuz ki Türk’ün basina gelen bütün bahtsizliklar, halkin akilci egitimden uzak kilinip seriat hamuru ile yogurulmasindandir. Yine tekrar edelim ki halkin bilgisiz kalmasinin sorumlulugu “din adamlari” ile “aydin” diye bilinen siniflarin omuzlarinda yatar. Halki “çocuk” nitelgginden yukari görmeyen bu siniflar, aslinda kendileri de çocuk zekali olmakla beraber, yalan ve kurnazlik san’atinda usta olmalari sayesinde, yüzyillar boyunca oyunlarini pek etkili bir sekilde oynayabilmislerdir. Bu oyunlara son veren Atatürk olmustur. Ancak ne var ki din duygularinin sömürülmesine yeniden baslanildigi 1950 yilindan bu yana ve hele 1960’lardan sonra sayilari giderek artan din adamlari araciligiyle uygarca yasamlari dinsizlik, ya da Islam’a aykirilik gibi gösteren kara bir zihniyet türemistir ki Türk toplumunu her gün biraz daha birbirine düsman iki kampa ayirmis gibidir. Atatürk düsmanligini ve laik’lik düsmanligini körükleyen davranislar hep din adami ile halk’in cahil siniflarinin is birligi sayesinde ortaya çikmistir. Istanbul’da, Beyazit cami’inde Hoca efendi’nin vaazini dinledikten sonra sokaga firlayan halk, Üniversite binasini basmis, ögretim üyelerinin odalarina girerek tehditlerde bulunmus, Fakülte Kitapligina giderek: “Bu kitaplar yakilacak, buraya Kur’an’dan baska kitap konmayacak” diye bagirip cosmustur. Diyanet Isleri Baskanligina getirilen yüksek diplomali (!) din adamlarimiz, bu uygarlik çaginda kadina hala dayak atmak’tan tutunuzda, Cennete gidecek olan müslüman erkeginin 4000 bakire, 8000 dul ve 200 huri ile evlenecegine dair müjdeler vermege varincaya kadar güldürücü fetvalar vermekle mesguldürler.

Gerilerde biraktigimiz yüzyillar içerisinde nice aci örnekler vardir ki cahil halkin din adami ile el ele ve ayni safta olmak üzere “aydinliga” karsi ayaklandigini gösterir. Çok gerilere gitmeye gerek yok, fakat Cumhuriyet dönemimizin baslarinda tanik oldugumuz olaylara göz atmak yeter. Menemen olayi devrim düsmani din adaminin cahil halk’in destegi ile ne gibi cinayetlere girisebileceginin en yeterli bir örnegidir. Resmi kayitlardan okumaktayiz ki devrimlere ve uygarlik fikrine karsi ayaklanan ve kendilerini “mehdi” olarak gösteren hoca’lar, devrim temsilcisi genç subay Kubilay’in kafasini kör biçakla keserlerken halk arasindan kendilerine gönüllü yardimci bulmuslardir. Bir yazarimiz söyle diyor: “Mehdi, elinde Kubilay’in kanli basi ile dolasiyor. Bu arada katillere sigaralar ikram edilmekte, kesik basi direge baglamak için halk arasinda haril haril ip aranmaktadir. Ve bütün bu destege sebeb -‘Seriat’in, Padisahlarin, din’in geri gelecegi’- vaadidir. Halk bilinçsiz sekilde bir seye tepki göstermek gerektigini düsünürken bu tepkiyi katillere yardim etmek biçimine dönüstürmüstür. Halkin tutumu budur ve bu sadece Menemen’de degil, diger devrim aleyhtari davranislarda da ayni olmustur… Fakat gerçek, (bütün) bu olaylarda halkin, bazan küçük bazan da büyük gruplar halinde suçlulari destekledigidir”. 636

Animsatalim ki Kubilay, halkin içinden çikma bir devrimcidir; Atatürk devrimlerini savunan bir insandir. O devrimler ki yüzlerce yil geri kalmis bir toplumu uygarliga çikarmak için yapilmistir. Oysa ki halk, kendisini devrim düsmani olarak hazirlayan din adaminin yaninda ve desteginde olarak kendi içinden çikan ve kendisine yardimci olmaga çalisan bir insani yok etmistir. Iste bugün yine din adaminin pençesine teslim ettigimiz halk, muhtemelen pek yakinlarda yeni Menemen olaylarina heves duyan ve aydin kisilerin kesik baslarini elinde tutacak olan din adamlarini alkislamaga alistirilmaktadir. Sivas vahseti bunun ilk denemelerindendir.

Gerçekleri balçikla örtmeye ve örnegin cahil yiginlari “Devrimci halk” ya da “Çarikli erkan-i harb” ya da “Akilli ve zeki halk” gibi göstermeye çalismak gereksizdir. Batil inançlara saplandirilmis cahil yiginlara övgüler yagdirmak millete hizmet degil ihanettir. Gerçek hizmet, gerçek yurtseverlik, halkin yüzüne gerçekleri haykirmak, onu bin yillik uykusundan uyandirmaktir. Halk’in suratina haykirilmak gereken ilk gerçek ise, din adami’na kanmanin ve onun yaninda yer almanin felaket yarattigi ve yaratacagidir.

V) Aydinlanmis halk daima din adami’nin kötülüklerine karsi çikar ve onu gelismeye zorlar:

Bati ülkeleri örnegi sunu kanitlamaktadir ki biraz olsun aydinlatilan, fikren gelistirilen halklar, din adami’nin kandirmalarina ve melanetine karsi daima direnebilmislerdir. Din adami ise, aydinlanmaga baslayan halkin kendisine düsman kesilecegini ve ilk firsatta hinç çikarmak isteyecegini bildigi an, kendisine çeki düzen verebilmis, insaf yoluna girmis, aydinliga yönelebilmistir. Nice örneklerden biri olmak üzere Fransa’da, geçen yüzyilin sonlarina rastlayan Ernest Renan olayini özetleyelim. Ernest Renan büyük bir düsünürdür. “La Vie de Jesus” adli adli yapitiyle ve milliyetcilik anlayisini insancil ögelere dayatan görüsleriyle ün salmistir. Kendisi aslinda bir din adami oldugu halde Kilise’nin ve din adamlarinin tutucu ve olumsuz davranislarini elestirdigi için onlarin hücumuna ugrar, dinsizlikle suçlandirilir. Öldügü zaman Kilise, Renan’in dini merasimle gömülmesini yasaklar ve diledigi yere gömülmesine engel olur. Fakat halk, Renan’in bilimsel degerini ve aydin fikirlerini takdir edebilecek kerteye erismis bulundugu için, Kilise’nin bu tutumuna karsi büyük bir tepki gösterir ve muhtesem bir merasimle onu diledigi yere gömer.

Hemen ekleyelim ki Bati’da, Kilise’nin ve din adami’nin kötülüklerine karsi halk ayaklanmasi olaylari çok gerilere iner. Ingiltere’de, daha Henry VIII döneminde ( 11. yüzyil), manastirlarin kaldirilmasi konusunda halktan gelme istekler belirmistir. Din adamlarinin siginagi sayilan manastirlari halk, kendi zavalliliginin ve yoksullugunun kaynagi gözü ile bakmaktaydi. Din adamlarinin kepazeliklerle dolu yasamlari, ahlak disi davranislari, din perdesi altinda halki soymalari, sehevi azginliklari, halk indinde tiksinti uyandirmakta, sikayetlere yol açmaktaydi. Günah çikartmak için din adamlarina basvuranlarin kandirilmalari, soyulmalari, suç isleyenlerin dahi para karsiliginda günah çikartmalari, cinayet isleyenlerin ayni sekilde afv olunmalari, günah çikarma sirasinda sirlarini veren kadinlarin din adamlari tarafindan santaj yolu ile igfal edilmeleri ve buna benzer seyler, din adami düsmanliklarini biraz daha arttirmistir.

Söylendigine göre 13. yüzyil’dan bu yana din adami düsmanligi yüzünden baslica dört büyük halk ayaklanmasi olmustur ki bunlardan ilki Fransa’da “Albigensian” lerin, ikincisi 14. yüzyilda Ingiltere’de Wyckliff taraftarlarinin giristikleri ayaklanmalar, üçüncüsü 16. yüzyilda olusan Reformasyon hareketleri ve nihayet dördüncüsü de 1789 tarihli Fransiz ihtilali’dir 637 .

Albigension ayaklanmasi, Fransa’da “Albigeois” bölgesindeki Kilise’nin ve din adamlarinin ahlaksizliklarina ve cinayetlerine karsi olusan bir olaydir. Daha 12. yüzyildan itibaren halkta, din adamlarinin tiynetsizligine karsi öylesine bir tiksinti duygusu yerlesmeye baslamistir ki, kötülük ölçüsü olarak “Rahip’ten bile daha kötü, daha adi” (“plus vil qu’un pr^tre”) deyimi yerlesmistir.

Ingiltere’de 14. yüzyilda Wyckliff taraftarlarinin din adamina karsi ayaklanmalari diger ilginç bir olaydir. Wycklif, halkin kültür seviyesini yükseltmek, din kitaplarini halk diline çevirip, halkin anlayabilecegi sekle sokmak, akil süzgecinden geçirmek için çalisan bir din adami idi. Hem din anlayisindaki olumsuzluklara, hem din verilerinin akla meydan okur nitelikteki yorumlarina ve nihayet hem de Papa’ligin, Klise’nin ve din adamlarinin rezilliklerine, cinayetlerine, hirsizliklarina, sahtekarliklarina karsi savasimi göze almisti. Bir yandan “Tanri hiç kimseyi anlamadigi ve inanamayacagi seyleri kabule zorlamaz” diyerekten Hiristiyanligin akil ve mantikla bagdasmaz temellerine dinamit yerlestirirken diger yandan da Incil’i halkin anlayacagi dile çevirerek kisileri din adami’nin kötülüklerine karsi direnebilecek duruma getirmekle mesguldu 638. Ingiltere’de halk yiginlarinin fikren ve zihnen gelismesinde Wyckliff’in rolü ve etkisi büyük olmustur.

Bu etki sadece Ingiltere’ye inhisar etmemis, Avrupa’nin diger ülkelerine de siçramistir. Huss olayi bunun ilginç örneklerinden biridir. Jean Huss Çekoslavakyali bir din reformcusudur; Wycklif’in görüslerinin Avrupa’daki yayicilarindandir. Bu yüzden papa’nin emriyle yakalatilmis ve diri diri yakilmistir. Yakilan vücudunun külleri rüzgara tutularak savrulmustur; savuranlar sanmislardir ki Huss’ün görüsleri tarihe kavustu. Oysa ki böyle olmamistir; din adamlarinin kötülüklerine karsi Huss’ ün giristigi savasim yavas yavas halk tabakalarini etkileyerek ayaklandirmistir.

Luther’in olusturdugu “Reformasyon” hareketleri din kitaplarinin halk tarafindan okunup anlasilmasi ve din adamlarini denetleyebilecek duruma gelmelerini saglamistir. Bu sonuç Papaliga pahaliya mal olmustur, çünkü halk ayaklanmalari sonucu olaraktir ki Papalik Avrupa ülkelerinin pek çogunu (özellikle Kuzey Avrupa’yi) kaybetmistir.

Wyckliff’in 14. yüzyilda Ingiltere’de baslattigi ve bir kisim Avrupa ülkelerinin 15.yüzyilda benimser olduklari “din adami düsmanligi” siyaseti 16. yüzyilda Ingiltere’de yeniden alevlendi. Kamuoyu din adami’nin sahteliklerine karsi daha da hassas ve tepkili sekilde direnir oldu. Bunun sonucu olmak üzere Parlamento ise el koydu. 1529 yilinda Avam Kamarasi, Parlamento’nun toplantiya çagirildigi gün, “Ruhban” sinifini suçlar nitelikte karar aldi ve kararini kiral’a bildirdi. Bu bildiride, toplumu kötü yola sürükleyenlerin genellikle din adamlari oldugu, bunun baslica nedenlerinin de din ve devlet islerinin birlikte yürütülmesinden dogdugu, Kilise ile Devlet’in yargi islerini birlikte görmelerinin sakincali bulundugu, yoksul kimselerin dini mahkemelerde hiç bir hukuki gerek olmadan yargilanmalarinin, hapse atilmalarinin utanç verici bir sey oldugu, Kilise’nin para karsiliginda ruhani ayinler yapar olmasinin halka hizmet saglamadigi, saf ve temiz kisilerin din adamlari tarafindan sebebsiz yere dinsizlikle suçlandirilip hapislere atildigi, Kilise’ye rüsvet vermeyen yurttaslarin eziyet ve iskenceye sokulduklari ve buna benzer hususlar yer almistir. Avam Kamarasi’nin bu bildirisini Kiral Klise’ye ve din adamlarina yansitmis ve onlardan yanit bekler oldugunu açiklamistir. Bundan sonraki çekisme Avam kamarasi ile din adamlari arasinda baslar. Bu çekisme boyunca Avam Kamarasi, din adamlarina karsi fevkalade sert, saldirgan bir tutum takinarak “Clergy Discipline Acts” (Din adamlarinin Disipliniyle Ilgili Kanun) adli bir kanun geçirir. Bu kanun, din adamlarinin gelir kaynaklarinin denetim altina alinmasini, din hizmetleri karsiligi alinacak ücretlerin saptanmasini, ölenlerin defnedilmesi vesilesiyle ücret alinmasinin yasaklanmasini , ayrica da din adamlarinin yapamayacaklari islerin tanimlanmasini (örnegin o zamana kadar çifçilik, içki imali ve satisi, hayvancilik gibi islerle mesgul olmak din adamlari için mümkün iken, bu kanunla birlikte yasaklanir) hükme baglamistir 639.

Parlameto’nun bu tepkisi karsisinda din adamlari küstah bir tutum takinirlar. Gerek Kilise’de verdikleri va’az’larla ve gerek Kilise disindaki eylemleriyle Avam Kamarasi üyelerine karsi saldiriya geçerler ve onlari dinsizlikle, zindiklikla, tanrisizlikla suçlamaga baslarlar. Bu saldirilar Avam Kamarasini üyelerini korkutmaz; aksine Kiral nezdinde girisimlerde bulunarak din adamlarina karsi daha da yogun bir savasima geçerler. Bu direnis din adamlarini yola getirir. O kadar ki Avam Kamarasi Baskani’ni (Speaker) “kafirlikle” suçlamis olan Rochester papazi, Avam kamarasindan özür dilemek zorunda kalir. Bundan sonra Ingiliz halki, Kiral ve Parlamento ile isbirligi ederek manastirlarin kaldirilmasini saglar. Ruhban sinifinin görev ve hizmetleri ile ilgili olarak Parlamento’nun geçirmis oldugu kanunlarin uygulanmasini da halk ayni isbirligiyle sürdürür. Bu isbirliginin kendi aleyhinde daha da vahim sonuçlar dogurabilecegini anlayan Kilise, 1532 yilinda, kamu oyu’nun istekleri dogrultusunda is görecegini ve reform yoluna girecegini ilan eder. Bu bildiri ile birlikte Ingiliz Kilise’si, yine Ingiliz halki’nin dileklerine tercüman olarak artik Papa’nin otoritesini tanimadigini açiklar. 1555 yilinda Ingiliz Kirali, Kilise’nin ve din adami’nin yüzyillar boyunca sahip olduklari yetkileri ve imtiyazlari kökünden kazimis, “uhrevi” iktidari “dünyevi” iktidara boyun egmeye ve onun denetimi altina girmege zorlamis olacaktir. Böylece bu tarihten itibaren Ingiltere’de din adami’nin gücü ve etkisi giderek azalmistir. Din isleriyle ugrasip dünya islerine burunlarini sokamayacaklarini, siyasetle ugrasamayacaklarini anlamislardir. Her ne kadar Ruhban sinifi’nin bazi temsilcileri Lordlar kamarasi’nda yer almaga devam etmis ise de, görevleri “sembolik” olmaktan ileri geçememistir. Söylemeye gerek yoktur ki bütün bunlar halkin aydinlatilmasindan dogan sonuçlardir.

Fikren aydinlanmis halk din adamini hizaya getirmekle kalmamis, fakat ondan, kötülüklerinin hesabini da sorar olmustur. Örnegin 1789 ihtilalinden sonra Fransa’da halkin din adamlarina karsi takindigi tutum bu olmustur. Halki bu kerteye getiren gelismelerin baslangici bir hayli gerilere, ta Saint Barthelemy olaylarina iner. Hatirlatmak gerekir ki Fransa’da, 24 Agustos 1572 tarihinde olusan ve din adami’nin kiskirtmasi yüzünden bir tek gecede altmis bin Protestan’in Katolik’ler tarafindan bogazlanmasiyle sonuçlanan bu olay insanlik tarihinin en utanç verici olaylarindan biri olarak kabul edilir. Din adamlari elinde bagnazlik fiçisina sokulmus ve beyni yikanmis halk yiginlari, farkli inançtaki hemcinslerini, yani Protestan’lari ve özellikle genis kültürleriyle, uygar yasamlariyle taninmis ve bu nedenle “dinsiz” (zindik) diye damgalanmis olan “Huguenots” lari yok etmek için yakmislar, asmislar ve kesmislerdir. Paris’te kan gövdeyi götürmüs, sokaklar kan deresine dönmüs, Sein nehri Huguenots’larin cesetleriyle dolup tasmistir 640. Bu olay tarihe “Saint Barthelemy” olayi olarak geçmis ve Fransa tarihinin en karanlik günü olarak bilinmistir. Fakat her sey ragmen bu korkunç olayin olumlu bir sonucu olmustur ki o da halki bu tür vahsete hazirlayan din adamlarina, ve onlarin ilkel ve bagnaz zihniyetine karsi aydin sinifin idealist bir savasim cephesi kurmus olmasidir. Bu aydin ellerde halk, egitile egitile din adamini insancil yola sokmus, kan ve dehset saçar olmaktan çikarmistir. Aydinliga ve fikir özgürlügünün nimetlerine ulasan halk, kendisini yüzyillarca bagnazlik uykusunda tutan, din kisvesi altinda aldatan din adamina haddini bildirmis ve onu, bir daha Barthelemy olayina benzer vahsete sebeb olamaz hale getirmistir. 1789 ihltilali, akli her seyin üstünde bir güç, bir deger haline getiren aydin sinifin yetistirmesi olan halklarin din adamina karsi zaferidir. Söylendigine göre Fransiz toplumunu 1789 ihtilaline sürükleyen felsefenin temelleri Saint Barthelemy vahsetinin yarattigi utanç duygusu’na dayalidir 641.

18ci yüzyildan itibaren Bati halklarinin fikirsel gelismesi birden bire büyük bir ilerleyis kaydeder. Halk akilci egitimden geçtikçe ve gelistikçe din adami, kolay kolaya kandiramayacagi, sömüremeyecegi yiginlari bulur karsisinda. Böyle bir gelismenin bir bakima kendisinin sonu demek olacagini farkederek olumlu bir seyler yapmak gerektigini düsünür ve “kötülük”, “çikarlar” siyasetini terketmekten gayri yol kalmadigini görür.

Bu gelisme içerisinde Bati’nin benimsedigi temel ilke su olmustur ki din kurulusu ve din adamlari, devletin destegine el açtiklari, devletin yardimina mazhar olduklari sürece topluma yararli olamazlar. Din, ancak kendi salikleri tarafindan desteklendigi, kendi saliklerinin yardimi ile beslendigi ve sirtini Devlete dayamaktan vazgeçtigi taktirde kötülük yapma gücünü yitirir; din adamlari için de durum budur. 18ci yüzyildan sonra Bati’daki uygulama, “laik’lik” adi altinda bu olmustur. Bati ülkeleri bu uygulama sayesinde uygarlasmislar, yer yüzünün egemeni olmuslardir 642. Bu ülkelerde gerçek dindarlar ve hatta din adamlari din kuruluslarinin birer dilenci gibi Devlet’e el açmalarini, Devlet’ten yardim beklemelerini utanilacak bir sey gibi görmüslerdir 643.

Hiristiyanlik tarihini yazanlardan pek çogu, Hiristiyanligin ilk baslangiçta kiliç ve silah yolu ile degil fakat ikna yolu ile ve Devlet destegi olmaksizin ortaya çikip yerlestigini ifihar vesilesi yaparlar. Isa’dan sonra üç yüz yil boyunca Hiristiyanligin Devlet’ten ayri ve ona karsi bagimsiz kaldigini, bu dönem boyunca en özlü, en temiz ve dürüst niteligiyle uygulandigini hatirlatirlar. Fakat su hususun da tarihi bir gerçek oldugunu anlatirlar ki Hiristiyanlik, Devlet dini oldugu ve Devlet’in destegine, yardimlarina kavustugu andan itibaren (ki bu üçüncü yüzyildir) din adamlari gerçek din anlayisindan uzaklasmislar, cinayetler, sahtelikler ve yalanlarla dolu bir tarihin (ki “Orta Çag” ya da “Karanlik Çag” diye bilinir) baslamasina sebeb olmuslardir.

Dinler tarihinin ve yine Bati’daki dinsel gelisme dönemlerinin ortaya vurdugu diger bir gerçek de sudur ki Devlet’in destegine muhtaç ve devlete sirtini dayamis bir din ve bu dinin uygulayicisi olan din adamlari samimi, dürüst, uyanik, genis görüslü ve insancil nitelikte olamazlar. Ingiliz Kilise’sinin geçmisini elestiren bir yazar, William Howitt, devletin yardimiyle ayakta duran bir dinin ve bu dine mensup din adamlarin toplumu bilgisizlikler ve ahlaksizliklar içerisinde tutacaklarini, bunun her yerde ve her dönem itibariyle böyle oldugunu, bu tiynetteki din adamlarinin “çoban” ve insanlarin “sürü” sayildigi toplumlarda ataletin, cehaletin, yoksullugun, meskenetin ve ahlak yoksunlugunun hiçbir zaman sona ermeyecegini söyler. Bu atalet ve cehaletin sadece din adamlarina ve kisilere degil fakat ayni zamanda iktidar sahiplerine de özgü bir sey oldugunu belirten yazar, din adaminin fetvasiyle is gören yöneticilere halkin haysiyetsizce boyun egmesinin nasil felaketli sonuçlar yarattigini da ekler. Ayni konuya egilen yazarlarin ortak görüsleri sudur ki din ile devlet’in birbirlerine destek iki kurulus halinde is gördükleri toplumlarda din adamlari, zehirli yilanlar gibi, iktidar sahiplerini büyüleyip canavarlastirirlar; tabiaten iyi kalpli, iyi ruhlu ve iyi niyetli hükümdarlari dahi kendi halklarina karsi gaddar, insafsiz ve müstebid hale sokarlar 644.

VI) Devlet’i yeniden din adami’nin (ve din’in) destegi haline getirenlerimizin suçu

Türk’ün tarihi, yukardaki görüslerin dogrulugunu kanitlayan örneklerle doludur. Arap ordularinin kiliç darbeleriyle Islam’a zorlanisindan önce Türk toplumlari hosgörü duygusuna sahip, kadina saygili ve akilci yasamlara bagli idiler. Türk hükümdarlari ve Türk yöneticileri halkin refah ve mutluluguna önem veren, akilli, insafli, dürüst, adil kimselerdi. Fakat din adaminin fetvasiyle is görür olmaga basladiktan itibaren degismisler, örnegin halki “koyun” ya da “köpek” sürüsü seklinde görür olmuslardir. Din adami’nin elinde insan kani dökmekten zevk alan birer vahsi yaratik haline gelmislerdir. Yavuz Sultan Selim’in 1517’de halifeligi ele geçirmesiyle birlikte de Osmanli Padisahlari, tipki Arap Halifeler gibi, din adaminin fetvasiyle kan döktürmek ve kelle kestirmek san’atinda birbirleriyle yarismislardir. Bundan dolayidir ki Atatürk, 29 Ekim 1923 tarihli bir konusmasinda: “Menselerimizi hatirlayiniz. tarihimizin en mutlu dönemi, hükümdarlarimizin Halife olmadiklari zamandir” demistir.

Gerçekten de Islam’da devlet denilen kurulus, daha ilk baslangiçta din ile birlikte ortaya çikmistir; dini yasatan devlet, devleti yasatan da din olmustur. Devlet destegi, devlet gücü olmadan Islam’in yasamasi ve yayilmasi mümkün olamadigi gibi, ayni sekilde devlet’in ayakta durmasi ve varligini sürdürmesi de islamsiz olamaz sayilmistir. Halki iktidara boyun egdirtmek için kiliç, din’in araci fakat din de kiliç’in yardimcisi olmustur: “Egemenlik Allah’a ait’tir; sahib-ül mülk Allah’tir, Allah bu mülkü diledigine verir” seklindeki hükümler yaninda, halife’ye, (velev ki halife istibdat yapsin) itaat etmenin Tanri’ya ve Peygambere itaat demek oldugunu öngören emirlerle bu isbirligi saglanmistir. Bundan dolayidir ki islam ülkelerinde halk yiginlari ne dünyevi iktidarin ve ne de uhrevi iktidarin kötü yönetimine karsi direnememislerdir.

Türk toplumu Atatürk sayesinde bu gelenegi yikmis ve laik’lik ilkesine sarilarak dini ve din adamini dünya yasamlarina etkili olmaktan uzaklastirmistir. Atatürk’ün çok zamansiz ölümünün aci bir cilvesi olarak din adami, özellikle 1950 seçimlerinden ve Demokrat Parti’nin iktidara gelisinden sonra, yeniden hortlamis ve siyaset adaminin destegi ile, toplumu yeniden eline geçirme firsatlarini yakalamistir.

*

Her vesile ile tekrarladigimiz gibi Bati’da insan’a ve insanliga düsman pek çok din adami çikmistir; toplumun gelismesini istemeyen, her türlü yenilige karsi direnen, din kitap’lari disinda gerçek kabul etmeyen, özgür düsünce sahiplerini ateste çevirten, farkli inançtakilere karsi savaslari körükleyen nice papazlar ve papa’lar çikmistir. Fakat bütün bu vicdan sizlatici davranislar yaninda din verilerini akil kistasina vuran, kendi toplumunu özgür düsünceye dogrultan, insanliga asik ve inanç farki gözetmeden bütün insanlari kardes sayan, ölümü göze alircasina her türlü zorbaliga ve siddete karsi ayaklanan nice din adamlari ve aydinlar da çikmistir. Din adaminin kötülüklerine karsi savasan, ya da din kurulusunun samimi ve dürüst bir düzeyde is görebilmesi için din ve devlet ayriligini savunan din adamlari görülmüstür.

Her ne kadar kendi tarihimiz içerisinde, tek tük de olsa, olumlu davranisa sahip bazi din adamlarina, örnegin Hiristiyan tebaa’nin katledilmesini önleyen, ya da vergi islahati, nufus sayimi vs gibi belli konularda fetva veren Seyh’ülislam’lara rastlanmamis degilse de, bunlarin davranislarini “idealist”, “insanlik sevgisine yönelik” nitelikler içerisinde tanimlamak mümkün degildir. “Insan degeri” ve gerçek anlamda “Insan sevgisi” kavramina ulasmis din adami tipine örnek bulmak güçtür. Turan Dursun gibi emsalsiz bir insan bu güc bulunan örneklerin basinda gelir. Parmakla gösterilebilecek kadar az sayida olan bu kisiler, kendilerini seriat zihniyetinin çok üstüne yükseltebilmisler ve yükseltebilmek için de kendilerini insanlik sevgisi denizine atabilmislerdir. Atatürkçülügün ve Atatürk devrimlerinin kurtariciligina inanmislardir. Kendilerine Tanri ve Peygamber emirleridir diye belletilen esaslarin akil yordamiyle elden geçirilmesi, müspet ahlak ve müspet bilim temeline oturtulmasi geregini anlamislardir. Çogu kez kendilerini, seriatçinin yarattigi bagnaz ortam içerisinde “din adami” olarak görmezler ve, gerçegi söylemek gerekirse, “din adami” diye çagirilmak da istemezler.