Home » Library » Modern Library » Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum16

Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum16


Din Adami’nin Insanlarimiza Bellettigi Tanri Anlayisi Olumsuz Nitelikte Olup, Tanri’nin “Yüceligi” Fikriyle Bagdasmaz


I) Din adami, “Tanri” anlayisina egemen olmak gereken “yücelik” fikrinden habersizdir:

A) Tanri’nin “Tek” oldugu fikrini belletmek için din adami, her isin tek sayilara göre görülmesi hususundaki seriat verilerine sarilir: örnegin “istinca” sirasinda (abdest’ten sonra temizlenirken) tek sayida tas kullanmanin seriat emri oldugunu söyler.

B) Din adami’nin belletmesine göre “merkep seytan gorünce anirir; merkebin anirmasini isiten müslüman kisi Tanri’nin adini anmalidir”

C) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri, her iyi müslüman erkegine güzel kizlar verecektir Cennette.

II) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre “Tanri,” küfürler eden, yarattigi kul’lari ile çekisen, cebellesen, kavga eden bir “Tanri’dir”.

III) Din adami Tanri’yi, “cima” isine karistiracak ya da “hela’ya” sokacak kadar Tanri fikrine saygisiz seriat düzenin uygulayicisidir:

IV) Din adami’nin halkimiza bellettigi seriat verilerine göre Tanri, insanlari “kul” olarak yaratan, kendisine yalvartan, diledigi gibi “müslüman” yapan ya da “kafir” kilip saptiran ve saptirttiktan sonra cezalandiran ya da Cehennemi insanlarla doldurmak hususunda keyfi kararlar alandir.

V) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri, insanlari farkli inançlarda yaratip sonra Cehennemlerde kavurur, ya da onlari birbirleriyle savastirir, kendisi de ordular kurup savasa katilir.

VI) Din adami’nin, seriat verilerine göre tanimladigi Tanri, her hangi bir hususta emir verirken sanki derinlemesine düsünemeyen ve uzagi göremeyen, ve çogu kez kullarindan akil alma zorunda kalan bir Tanri’dir.

VII) Din adami seriat verilerini belletirken, bunlarin genellikle siyaset ürünü seyler oldugunu kanitlar sekilde konusur ve böylece farkina varmadan bu verilerin “uhrevi” degil fakat “dünyevi” nitelikte olduklari sonucuna yönelmis olur.

VIII) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri, her ne kadar “layuhti” (hata islemez, yanilmaz) ise de, bazi hususlarda yanildigini anlayarak kararlarini degistirmis görünür:


Din adami’nin seriat verilerine dayali olarak halkimiza kabul ettirdigi Tanri anlayisi, Tanri’nin “Yüceligi” fikriyle bagdasmaz olup aydin ve akilci kisileri saskina çevirecek yeterliktedir . Bu anlayis, esas itibariyle Arap’in kendi kafasindan yarattigi ve Arap nitelikleriyle donattigi Tanri anlayisindan baska bir sey degildir. Arap yasamlarina ve Arap karakterine egemen bütün unsurlari bu Tanri anlayisinda bulmak mümkündür. Bu anlayisa göre Tanri “intikamcidir”, “korkutucu’dur”, “kiskanç’tir”, “acimasiz’dir”, insanlari “kul” olarak yaratip kendisine “taptirandir”, yarattigi kul’larin kaderini keyfi olarak çizen, tüm davranislarini en ince noktasina kadar düzenleyen ve onlara düsünme özgürlügü diye bir sey tanimayandir; farkli din ve inançta olanlari birbirlerine saldirtan, bogazlatandir; diledigini müslüman, diledigini “kafir” yapandir; müslüman yaptiklarini Cennet’in güzel huri’lerine kavusturan, kafir yaptiklarini ise azaba sokandir; diledigini “fazilet’e”, diledigini de “rezilet’e” dogrultandir; fazilet’e eristirdiklerini mükafatlandiran, rezilet’e dogrulttuklarini ise Cehennem ateslerinde kavrultandir; diledigini “çok rizikli” (varlikli) diledigini de “az rizikli” (yoksul) yapandir; varlikli yaptiklarini yoksullardan 500 yil sonra Cennete alacagini, yoksul yaptiklarini ise sinavdan geçirdigini anlatandir, vb…

Din adami’nin böylesine keyfi ve olumsuz bir “Tanri” anlayisi ile egittigi insanlardan insan sevgisi duygulariyla yetismelerini, özgürlük ve benlik bilincine erismelerini, dünyevi ve uhrevi ahlak ilkelerine yönelmelerini, insanligin gelismesine katkida bulunmalarini, uygarlik yaratmalarini beklemek elbetteki abestir.

Her ne kadar geçmiste, Islam düsünürleri içerisinde, Tanri anlayisini seriatçi’nin tasalludundan ve tekelinden kurtarip yüceltmek ve örnegin “Tanri-Kisi” ayniyeti fikrine yönelmek ya da Tanri’yi sevgi kaynagi seklinde göstermek isteyenler görülmemis degilsede bu girisimler hep “zindiklik” ya da “kafirlik” olarak damgalanmis ve bu nedenle Tanri fikrini yüceltici ve ululastirici sonuçlara ulasilamamistir Bu konuyu Aydin ve “Aydin” adli kitabimizda inceledigimiz için burada fazla durmayacagiz.

I) Din adami, “Tanri” anlayisina egemen olmak gereken “yücelik” fikrinden habersizdir:

Din adami, kendi inançlari dogrultusunda olmayan “akilci” ve “laik” zihniyetteki kisilere “Tanrisiz”, ya da “Tanri düsmani” diyerekten saldirmayi gelenek edinmistir. Ancak ne var ki kendisi, Tanri anlayisina egemen olmak gereken “yücelik’ten” habersiz olup Tanri fikrindeki kutsalliga karsi saygisizlikta rakipsizdir. Hemen her sözü ve davranisi ile bu habersizligini ve rakipsizligini ortaya vurmaktan geri kalmaz. Örnegin “Istinca” sirasinda (yani “Def-i hacet”/abdest yaptiktan sonra temizlenirken) tek sayida tas kullanmanin Tanri’nin tek olusuna inanmak demek olacagindan tutunuz da merkep anirdigi zaman Tanri’nin adini anmanin Tanri’ya sayginlik sayilacagina; ya da “kafirlere” saldirmanin, “müsrikleri” öldürmenin, “Tanrisiz’lari” yok etmenin Tanri emrini yerine getirmek olacagina; ya da Islam’in emirlerine uyanlarin Tanri tarafindan Cennetteki “güzel hurilere, memeleri yeni sertlesmis kizlara” kavusturulacaklarina, vb…, dair saskinlik yaratici nice hükümlerle insanlarimiza Tanri’nin “büyüklügünü” anlatmaya çalisir. Bütün bu çabalariyle Tanri fikrine karsi en büyük saygisizlikta bulundugunun farkina varacak yeterlikte degildir. Din adami’nin Tanri fikrini yüce’likten uzaklastirici nitelikteki ögretisine verilecek örnekler sayisizdir. Kisa bir fikir edinmek üzere bunlardan sadece bazilarini belirtmekle yetinelim.

A) Tanri’nin “Tek” oldugu fikrini belletmek için din adami, her isin tek sayilara göre görülmesi hususundaki seriat verilerine sarilir: örnegin “istinca” sirasinda (abdest’ten sonra temizlenirken) tek sayida tas kullanmanin seriat emri oldugunu söyler.

Seriat’a körü körüne bagli olarak din adami, “tek” sayilarin kutsalligina inanmistir ve insanlarimizi da bu inançla yogurur. Çünkü bu hükümlere göre tek sayi, güya Tanri’nin tek olusunun ifadesidir. Bundan dolayidir ki din adami’nin yetistirmesi olarak müslüman kisi, her isini tek sayi esasina göre (yani 1 ya da 3 ya da 5 vs…) yapar: örnegin su içerken tek sayida yudumlayarak içer; meyve yerken adedini tek sayida tutar; “istinca” için (abdestini yaptiktan sonra temizlenirken) tek sayida tas ya da kerpiç kullanir, vs….

Bütün bunlari din adami’nin kendisine bellettigi seriat emirlerine uygun olarak yapar. Elinin altinda Diyanet Isleri Baskanligi’nin Sahih-i Buhari Muhtasari… adli yayinlari vardir ve bu yayinlarda örnegin, Ebu Hüreyre’ nin rivayetine göre Muhammed’in söyle emrettigi yazilidir: “Her kim (istinca için) tas isti’mal ederse adedini tek yapsin (Hiç olmazsa üç tas kullansin)…” (Bkz. Sahih-i… Cilt I, sh. 147) 489

Islam dünyasi’nin en ünlü din bilginleri bu konuyu büyük bir titizlikle ele alirlar ve müslüman kisi’nin Tanri’ya inanmisligini bununla ölçüye vururlar. Örnegin Hüccetü’l-Islam namiyle taninan Imam Gazali, Kimya-i Sa’adet adli kitabinin bir yerinde söyle der: “Helaya girerken sol ayakla girmeli… su duayi okumalidir : -‘(Maddi ve manevi pisliklerden ve seytandan Allah’a siginirim)… (Temizlenme isine gelince, kisi) Üç kerpiç parçasini yahut düzeltilmis üç tasi büyük abdestten önce alir. Kaza-yi hacet bitince, sol eliyle alir ve necaset (pislik) olmayan yerden baslayip necaset bulunan yere sürer ve orada döndürürür ve necaset bulastirmadan kaldirir. Böylece üç tasi kullanir. Eger temizlenmezse iki tas daha kullanir. Böylece (kullandigi taslarin sayisinin) tek olmasina dikkat eder. Sonra düz bir tasi sag eline alir, zekerini sol eliyle tutar, o tas üzerine üç defa sürer. yahut da duvarda üç ayri yere sürer… Bunun gibi istibrada da (yani isedikten sonra temizlenirken) elini üç defa zekerin altina koyup sallar ve üç adim yürür, üç defa öksürür. Bundan daha fazla kendine eziyet vermemelidir…” 490 .

Görülüyor ki abdest yaptiktan sonra temizlenirken (istinca ederken) üç tas kullanmak, ya da isedikten (“istibra” dan) sonra “zekeri” el ile tutup üç defa sallamak, sonra üç adim yürüyüp üç defa öksürmek, müslüman kisinin riayet etmekle görevli bulundugu seylerdendir; bu sekilde davranmakla Tanri’nin tek’ligini inanmis oldugunu ortaya vurur. Çünkü din adami ona bunu böyle ögretmistir. Gazali üstadimiz söyle diyor: “Böylece (kisi’nin) bütün isleri, Allahu Teala ile alakali olmalidir. Çünkü O tektir. Çift degildir. Bir isin herhangi bir bakimdan Allahu Teala ile alakasi yoksa, bostur ve faydasizdir. O halde tek, Allahu Teala ile alakali olmak sebebiyle, çiftten daha iyidir” 491 .

“Tanri” ile ilgili bu tür tanimlamalari okurken kendi kendimize: “Tanri fikrindeki yüceligi, acaba bu yukardaki mantiktan daha fazla rencide eden ne olabilir?” diye sormamiz gerekmez mi?

B) Din adami’nin belletmesine göre “merkep seytan gorünce anirir; merkebin anirmasini isiten müslüman kisi Tanri’nin adini anmalidir”

Din adami’nin halka bellettigi seriat hükümlerine göre horoz öttügü zaman horoz sesini duyan müslüman kisi Tanri’nin “fazl-ü kereminden” istemelidir; merkep anirmasini isitiginde de Allah’in adini anmali, “Euzü bi’llahi mine’s-seytani’r-racim” demeli ve Muhammed’e de salavat getirmelidir. Çünkü din adami’nin bildirmesine göre Muhammed, horozlarin melek gördükleri zaman öttüklerini, merkeb’lerin de seytan gordükleri zaman anirdiklarini söylemistir 492. Bu konuda din adami karsimiza, Buhari, Müslim, Davudi, Ibn-i Hibban, Ebu Müse’l-Isfehani, Ebu Rafi, Sa’lebi vs… gibi gibi en saglam kaynaklari serer. Bunlardan biri Sa’lebi’nin rivayetidir; bu rivayete göre Muhammed, Tanri’nin üç ses’e muhabbet ettigini, ve bu seslerin basinda horoz sesi geldigini bildirmistir. Horoz sesi kadar güzel olan diger sesler Kur’an okuyan kisinin sesi ile bir de seher vakti Allah’i “istigfar” edenlerin (yani Tanri’dan günahlarinin bagislanmasini dileyenlerin) sesidir (Sahih-i…, Cilt IX, sh. 67)493.

Din adami’nin bu konuda verdigi diger bir kaynak Ibn-i Hibban’in Sahih adli yapitidir ki buna göre Muhammed horoz’un diger hayvanlarda bulunmayan bir özelligi oldugunu, bu özelligin de geceler içinde, safaktan önce ve sonra, fasila ile ötmesi, böylece muslüman kisileri namaza da’vet etmesi oldugunu bildirmistir. Ebu Hüreyre ile Ebu Rafi’nin rivayetlerine göre ise Muhammed, horoz’larin melek gördükleri zaman öttüklerini, merkeb’lerin de seytan gördükler zaman anirdiklarini, merkep anirinca Tanri’yi anmak gerektigini bildirmis ve söyle demistir: “Merkep seytan görmedikce anirmaz. Merkep anirinca siz Allahu Teala’yi zikredin, bana da salavat getiriniz” (Sahih-i…, Cilt IX, sh. 68) 494.

Görülüyor ki din adami, merkep anirinca Tanri’nin adini anmanin (ve Muhammed’e salavat getirmenin) Tanri’yi yüceltmek oldugu inancindadir ve müslüman kisiyi de bu inanç ile yetistirme cabasindadir.

C) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri, her iyi müslüman erkegine güzel kizlar verecektir Cennette.

Insanlarimiza Tanri fikrini asilamaga çalisan din adami, elindeki seriat malzemesine dayanarak Tanri’yi hiçte olumlu sayilamayacak kiliklarda tanitir. Hem de öylesine ki Tanri güya müslüman erkek kul’larina “ahu gözlü”, “sirin sözlü”, “beyaz tenli”, “memeleri yeni sertlesmis” güzel kizlar, “huri’ler” temin edecektir; bu kul’larini bu güzel dilberlerle sevistirecektir, yeter ki bu kul’lar Tanri’ya ve Muhammed’e inanmis olarak seriat emirlerine itaatli olsunlar, yani “yararli is yapsinlar”. Bunu anlatmak üzere din adami: “Allah’a… karsi gelmekten sakinanlar… Cennet’lerde pinar baslarindadir…” (K. Hicr 45) seklindeki nice hükümlere basvurur. Basvururken de Tanri’nin erkek kullarina “bakire esler” temin etmnek üzere söyle konustugunu anlatir: “Onlara ceylan gözlü esler veririz… Onlari, iri gözlü hurilerle eslendiririz” (K. Duhan 54; Tur 19-24) Bu huri’lerin “Memeleri yeni sertlesmis kizlar”, “Bakislarini yalniz erkeklerine çevirmis ceylan gözlü hatunlar”, “Daha önce ne insan ve ne de cinlerin dokunmadigi bakire yaratiklar” (K. Rahman 46-52) olduklarini da eklemeyi unutmaz 495. Yine din adami’nin belletmesine göre Tanri her erkek kulunu en azindan 500 huri, ayrica 4000 bakire ve sekiz bin dul ile sevistirecektir (495 a). Bunun böyle olabilmesi için her erkek kuluna, cinsi münasebete giristigi her kez 70 erkegin cinsel iktidarini saglayacak, sevisme süresini de dünya ömrü kadar uzunluktaki bir zaman göre ayarlayacaktir.

Görülüyor ki din adami, Tanri fikrini yüceltici degil fakat zedeleyici ne varsa her seyi yapma egilimindedir: muhtemelen farkinda olmiyarak.

II) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre “Tanri,” küfürler eden, yarattigi kul’lari ile çekisen, cebellesen, kavga eden bir “Tanri’dir”.

Din adami, seriat verilerine dayali olarak Tanri’yi, Tanri’nin büyüklügü ve yüceligi fikriyle bagdasmaz bir dil ile konusur sekilde tanimlar. Bu tanima göre Tanri, kendisine boyun egmeyenlere ve genel olarak hoslanmadigi ve sevmedigi kisilere karsi “alçak zorba”, “soysuz” , “serefsiz” “geberesice”, “elleri kuruyasica”, “Allah seni kahretsin”, “odun hammali” , “Host defolun”, “Dilini sarkitip soluyan köpek” , “kof kütük” vs… seklinde küfür ve lanetlemeler yagdirmaktadir. Bu konuda din adami’nin (Diyanet yayinlarindan naklen) verdigi örneklerden biri, Tanri’nin, güya Bedevi’lere ve Kentli Arap’lara söyle hitap ettigini belirtir: “Kötü belalar kendi baslarina gelsin” (9 Tevbe 98). Diger bir örnek Tanri’nin Ebu Leheb ile karisina hitaben su sekilde beddua etmesiyle ilgilidir: “Ebu Leheb’in elleri kurusun, yok olsun; Mali ve kazandigi kendisine fayda vermesin; Alevli ateste yanacaktir; Karisi da boynunda bir ip oldugu halde ona odun tasiyacaktir” (111 Leheb 1-5)

Din adami bu Sure’yi belletirken Ebu Leheb’in, Muhammed’in amucasi oldugunu fakat Muhammed’e kötü davrandigini ve müslümanligi kabul’den kaçindigini ve bu nedenle Tanri’nin onu yukardaki sekilde azarladigini açiklar. Ancak ne var ki açiklarken kisileri “müslüman” ya da “kafir” yapanin Tanri olduguna dair ayet’leri de siralamaktan geri kalmaz ki bunlardan biri söyledir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar” (K. 6 En’am 125). Yine din adaminin belletmesine göre Tanri kisileri fitneye düsürtür ve düsürttükten sonra da onlari rezillikle suçlar ve Cehenneme atar. Bu gibi kimseler için hiç kimsenin elinden bir sey gelmez. Bunun böyle oldugunu anlatmak için din adami, Tanri’nin Muhammed’e hitaben söyle konustugunü söyler: “… Allah’in fitneye düsmesini diledigi kimse için Allah’a karsi senin elinden bir sey gelmez. Iste onlar Allah’in kalblerini aritmak istemedigi kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradir. Onlara ahirette en büyük azab vardir” (K. 5 Maide 41)

Daha baska bir deyimle din adami’nin bellettigi tanima göre Tanri, hem Ebu Leheb’in kalbini “dar ve sikintili” kilarak “kafir” yapmistir ve hem de müslüman olmadi diye, yukardaki sekilde lanetlemistir. Lanetlerken onun esi Ümmi Cemil’i de odun hammalina benzeterek küçültmüs ve “hurma lifinden örülmüs bir ip de güzelim boynunda” diyerek alay etmistir. Din adaminin açiklamasina göre Ümmü Cemil, güya dikenler toplayarak demetler yapan ve bunlari iple baglayip sirtina asarak Medine’de Muhammed’in geçecegi yol’lara koyan kadindir 496.

Yine din adami’nin anlatmasina göre Tanri, kendi ayet’lerine “masaldir” diyen Ebu Cehil Mugiyra ve oglu Velid için: “alçak zorba, soysuz , serefsiz” diye küfürler ederek su ayet’i göndermistir: “Ey Muhammed! Diliyle igneleyen, asiri giden, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar disinda bir de soysuzlukla damgalanan kimseye, mal ve ogullari vardir diye aldiris etme” (68 al-Kalem 10-14) 497

Din adami’nin söylemesine göre Tevbe Suresi’nde Yahudiler ve Nasrani’ler hakkinda Tanri’nin kullandigi dil sudur “Hay Allah kahredesiler” (9 Tevbe 30). Ayni Sure’nin 28.ayet’inde ise “müsrikler” için söyleyecegi sey “pis insanlar” olacaktir. Çünkü din adami’nin anlatmasina göre “münafiklar” ve “sirk kosanlar” Tanri’nin hoslanmadigi kimselerdir. Onlar hakkinda Tanri güya “Helak olasilar, Allah gazab etmistir onlara, lanetlemistir onlari ve hazirlamistir onlara Cehennemi” der (al-Feth 6).

Yine din adami’nin ögretmesine göre Tanri, tipki Arap bedevisinin savurdugu beddua’lara sarilmis gibi, “munafiklara” karsi “geberin kininizle” diye konusur (Bkz. Al-i Imran Suresi) ya da inanma yanlari “sapiklar” diye tanimlayip “susamis develere” benzetir ve söyle konusur: “… ey sapiklar, yalanlayanlar! Dogrusu zakkum agacindan yiyeceksiniz. Karinlarinizi onunla dolduracaksiniz. Onun üzerine kaynar su içeceksiniz. Hem de susamis develerin suya saldirisi gibi içeceksiniz” (K. 56 al-Vakia 51-56) 498.

Din adami’nin ögrettigine göre Tanri, Kur’an’i yalanlayanlara karsi: “Dilini sarkitip soluyan köpek” deyimleriyle söyle çatar: “Eger dileseydik onu bu ayet’lerle yükseltirdik. Fakat o yere saplandi. Artik onun durumu… dilini sarkitip soluyan köpegin durumu gibidir. Üstüne varsan da dilini sarkitip solur, yahut kendi haline birakirsan yine dilini sarkitip solur. Iste ayet’lerimizi yalan sayanlar güruhunun sifati budur” (K. 7 A’raf 176).

Yine din adami’nin belletmesine göre Tanri “kafirlere” hitaben: “Host defolun oraya, bana da söz söylemeyin” (K. 23 Mü’minun 108) diye konusur 499

Neden Tanri her seye kadir oldugu halde “münafikligi”, “sirk kosmayi”, “kafirligi” vb… önlemez de “yücelikle” bagdasmayan bu tür küfürlere, lanetlemelere basvurur, bilinmez? Din adami bu hususta bir sey söylemez, sadece “soru sorulmaz” der, geçer.

Fakat kuskusuz ki din adami’nin “seriat’tir” diye insanlarimiza bellettigi bu küfürlerleri ve lanetlemeleri dinlerken karsinizda sanki yüce bir “Yaratan”, yüce bir “Tanri” degil’de çöl bedevisi ya da sokakta kabadayilik eden birisi konusuyor sanirsiniz; çünkü bu dil “Yüce” bir Tanri’nin kullanabilecegi bir dil olamaz. Yüce oldugu kabul edilen bir Tanri, yukardaki sekilde konusamaz. Eger “konusur” diye kabul ediliyorsa, bu takdirde din saliklerinin de O’nun konustugu dil ile konusmalari dogal olmak gerekmez mi?.

Muhtemelen bundan dolayidir ki basta din adamlari olmak üzere tüm seriatçilar, Tanri’nin bu sekilde konustugunu düsünerek kendileri de agza alinmaz bir dil ile konusmayi ve yazmayi dindarlik sanirlar. Kullandiklari dil saldirgan, kin ve nefret saçan, küfürler yagdiran bir dildir. Islam’in kosullarina uymayan ve kendilerinden farkli görüste olanlara karsi uygun gördükleri bu dil, küfür ve lanet’lemelerle dolu olup yüz kizarticidir; fakat onlar bu dili hasimlarina karsi bir silah yapmislardir. Akilci ve laik egilimli her aydin’a karsi en azindan “it”, “köpek”, “esek”, “soysuz”, “alçak” , “piç”, “Tanri düsmani”, “zindik”, “sapik” vb… gibi deyimlerle saldirmayi gelenek edinmislerdir. Mehmet Akif gibi ünlü bir seriatçi sair bile, çarsaf giymeyen kadinlarla ilgili bir siirinde, “it” sözcügüne yer vererek söyle konusur:

“It yetistirmek için topragi gayet münbit,

Bularak fuhs ekiyor salma gezen bir sürü it,

Yürüyor diye bes-on maskara alkislaniyor,

Nesl-i hazir, bunu hürriyet-i vicdan saniyor”

Unutmayalim ki Birinci Mesrutiyet döneminin özgürlük kahramani Mithat Pasa, günümüz seriatçilarinin agzinda “Bayragimiza haç koyduran” dir, Fuat Pasa “Hiristiyan olarak ölen, Müslüman olarak gömülen” dir, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp ve benzerleri ve nihayet Türk milletini yok olmaktan kurtaran Atatürk, seriatçi’nin tanimina göre “zindik” ya da “piç” vb… sayilmak gereken kisilerdir. Hemen animsatalim ki bu küfürler, kendisini tarih Profesörü diye tanitan bir seriatçinin agzindan rahatlikla çikabilmektedir. Düsününüz ki T.C. Devleti’nin Anayasal organlarindan olan Diyanet Isleri Baskanligi’nin islam’dan baska dine yönelenler hakkinda kullandigi dil en azindan “sapiklar” sözcügü ile süslenmistir..

Daha baska bir deyimle din adamlarimiz, seriat hükümleri arasina sikistirilmis küfürleri, lanetlemeri ve hakaretleri, kendi seviyelerine uydurup biraz daha agirlastirarak is görmek, böylece kisileri de bu tiynette yetistirmek hususunda birbirleriyle yaris halindedirler.

III) Din adami Tanri’yi, “cima” isine karistiracak ya da “hela’ya” sokacak kadar Tanri fikrine saygisiz seriat düzenin uygulayicisidir:

Biraz yukarda belirttigimiz gibi din adami’nin bellettigi seriat verileri, genellikle Tanri fikrini sayginliktan yoksun kilici nitelikte seylerdir. Sayisiz denebilecek kadar çok bu verileri burada siralamaga imkan yok; fakat sunu söylemekle yetinelim ki ihtiyaç gidermek için hela’ya giren kisi’ye, sirf cinler ve seytanlar ise karismasin diye Tanri adini anma zorunlugunu yükleyen hükümlerden tutunuzda, “istinca” ederken tek sayida tas/kerpiç kullandirmaga ya da cinsi münasebet sirasinda Tanri’yi anarak Kur’an ayet’lerini tekrarlatmaya varincaya kadar her türlü davranis, bu hükümlerle ayarlanmistir. Örnegin cinsi münasebet sirasinda çok konusmamak fakat Tanri’yi anmak ve O’nun adini tekrarlamak dinsel birer görevdir. Böyle yapilmayacak olursa dogacak olan çocuklarda dilszilik, kekemelik olusabilir. Öte yandan cinsi münasebete baslarken kadini Kible yönüne dönük sekilde yatirip “Tanri adina, Tanri bizi seytanlardan ve cinlerden korusun” diye dua etmek gerekir. “Cima” ederken Tanri’nin adi sik sik tekrarlanip, dua edilmelidir. “Duhul” sirasinda Kur’an’in al-Furkan Suresi’nin 56. ve 58. ayet’leri sessizce okunmalidir. Fakat “duhul” vuku bulduktan sonra taraflarin ses çikarmamalari, sessiz durmalari gerekir. Cinsi münasebet sona erdigi an Tanri’ya sükürler edip etmemek hususu, Gazzali ile Cevzi gibi Islam düsünürleri arasinda görüs ayriliklari yaratmis olmakla beraber, böyle bir zorunlugun bulunmadigini savunan Gazzali’nin görüsleri agir bastigi için bu konuda fazla güçlük çekilmez 500.

Din adami’nin söylemesine göre güçlük çekilmeyen diger bir husus da kadinlara, cinsi münasebette bulunmak için, Tanri’nin buyurdugu sekilde yaklasilmasidir; daha dogrusu onlara arka organlarindan temas edilmemesidir. Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami size Kur’an’dan su hükümleri okur: “(Kadinlara) Allah’in size buyurdugu yoldan yaklasin… Kadinlariniz sizin ekim alaniniz, tarlalarinizdir. O halde (ön organ olan) tarlaniza ne sekilde isterseniz o sekilde varin…” (K. 2 Bakara 222-223).

Buna dayanarak din adami, cinsi münasebetin kadina arkadan yanasmak ve fakat önden duhul etmek suretiyle yapilabilecegini anlatir ve konu ile ilgili hadis’lerden su örnekleri verir: “Karisina arka organindan temas eden kisi mel’undur… Karisina ters yoldan temas eden kisiye Allah rahmet nazariyle bakmaz” (Bkz. Demircan, age, II, 227 ve d.).

Anlasilan o’dur ki kadinlara arka organdan yanasma gelenegi eskiden Yahudilere özgü bir seydi; fakat Tanri bunu yaradilis düzenine aykiri buldugu için yasaklamistir.

Söylemeye gerek yoktur din adami’nin agzindan, Tanri’nin bu tür islerle ugrasacagini dinlemek, Tanri fikrini kutsal bilenler için huzur kaçirtici bir seydir.

IV) Din adami’nin halkimiza bellettigi seriat verilerine göre Tanri, insanlari “kul” olarak yaratan, kendisine yalvartan, diledigi gibi “müslüman” yapan ya da “kafir” kilip saptiran ve saptirttiktan sonra cezalandiran ya da Cehennemi insanlarla doldurmak hususunda keyfi kararlar alandir.

Din adami’nin insanlarimiza bellettigi seriat verilerine göre Tanri, insanlari sirf kendisine kul olsunlar, kendi önünde yerlere kapansinlar, yalvarip yakarsinlar, kendi kudretine ve sinirsiz gücüne hayran kalsinlar, yarattigi mucizelere sasip mest olsunlar diye yaratmis gibidir. Tanri’nin bütün zevki ve bütün mutlulugu kul’larinin kendi önünde boyun egmelerini, küçülmelerini görmek, kendisine övgü yagdirmalarini dinlemektir. Din adami’nin bu konuda bellettigi seriat verileri bir kaç cilt’lik kitap olusturacak bolluktadir. Bir kaç örnekle yetinmege çalisalim:

Din adami’nin söylemesine göre Tanri, neden dolayi insanlari yarattigini anlatmak üzere söyle konusmustur: “Cinleri ve insanlari ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmisimdir” (K. 51 Zariyat 56). Daha baska bir deyimle insanlari yaratirken Tanri’nin amaci, esas itibariyle kendisine kul’lar, yani köleler edinmektir. Bu amacini biraz daha açikliga kavusturmak için söyle der: “Ben Rabbinizim, artik Bana kulluk edin” (K. 21 Enbiya 92).

Yine din adami’nin bellettigi hükümlere göre Tanri, kendi yarattigi kullari’na: “Bana yalvarip yakararak dua edin” der. Derken de: “Nimetlerime sükrederseniz arttiririm” K.(13 Ra’d 7) diyerek kisilerin kendisine yalvar yakar olmalarini güvenceye baglamak ister.

Söylemeye gerek yoktur ki Tanri’nin, insanlari kendisine bu sekilde taptirtmasi, yalvartmasi ve onlara bu yalvarmalarina göre rizik dagitmasi, böylece onlari dilenir duruma sokmasi ve buna benzer tutumlar takinmasi, “yücelikle” bagdasmayan seylerdir. Ancak ne var ki din adami isin bu yönünü düsünmez.

Öte yandan yine din adami’nin belletmesine göre Tanri, övünmesini pek seven bir Tanri’dir. Kendi yüceligini anlatmak üzere söyle konusur: “Göklerde olanlar da, yerlerde olanlar da O’nundur. O yücelerin yücesidir” (42 Sura 4). Kendi yüceligini öne sürerken ayni zamanda keyfiligini ortaya vurmakla biraz daha övünür. Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami Feth Suresi’ndeki su hükmü gösterir: “Göklerin ve yerin hükümranligi Allah’indir. O diledigini bagislar, diledigine azabeder…” (K. 48 Feth 14).

Din adami, Tanri’nin, bütün insanlari “müslüman” olarak yapmak gücüne sahip oldugu halde yapmadigini, kimi insanlari “müslüman” ve fakat kimi insanlari da “kafir” yarattigini ve bu sekilde davranmayi övünme vesilesi saydigini söyler ve sizi buna inandirmak için Kur’an’dan su ayet’i okur: “Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanlarin hepsi de inanirdi” (10 Yunus 25).

Din adami’nin söylemesine göre Tanri, insanlar arasinda inanç farki yaratmak hususunda sinirsiz bir keyfilige yönelmis ve bu isi, ana, baba, kardes ve soy sop bakimindan öngörmüstür. Bu konuda din adami’nin verdigi nice örnekler arasinda Ibrahim ile babasi Azer arasindaki iliskilerle ilgili ayet’ler vardir. Bu ayet’lerden anlasildigina göre Tanri Ibrahim’i “müslim” yapmis (Bkz. Al-i Imran 67), dogru yola ulastirmis (K. 6 En’am 76-80) ve fakat babasini ve babasinin milletini “putperest” olarak birakmistir. Ibrahim babasina söyle der: “Putlari tanri olarak mi benimsiyorsun? Dogrusu ben seni ve milletini açik bir sapiklik içinde görüyorum” (K. 6 En’am 74). Bunu söylerken Tanri’nin kendisini dogru yola eristirdigini, sirf Tanri sayesinde sapikliga düsmekten kurtuldugunu anlatir (K. 6 En’am 76-80). Bu arada Tanri, onun sözlerini pekistirircesine söyle konusur: “Babalarindan, soylarindan, kardeslerinden bir kismini seçtik ve dogru yola eristirdik. Bu Allah’in diledigini eristirdigi yoldur…” (K. 67 En’am 87-88).

Öte yandan Müslüman olup olmamanin Tanri’nin iznine bagli oldugunu belirtmek için din adami En’am Suresi’nden su hükmü nakleder: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” (6 En’am 125). Bu söyledigini pekistirmek için Yunus Suresi’nden sunu ekler: “Allah’in izni olmadikça hiç kimse inanamaz…” (K. 10 Yunus 100).

Bunu söylerken Takvir Suresi’nden örnek vererek Tanri istemedikçe hiç kimsenin “dogru” hareket edemeyecegini anlatir (81 Takvir 27-29). Bunu pekistirmek için Bakara Suresi’nden sunu okur: “Süphe yok ki, inkar edenleri, baslarina gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar. Allah onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürlemistir” (K. 2 Bakara 6-7). Yine bu konuda Fatir Suresi’nden: “Allah diledigini saptirir, diledigini dogru yola sevkeder” (K. 35 Fatir 8) seklindeki hükmü ve Fetih Suresi’nden de: “(Allah) diledigini bagislar, diledigine azabeder” seklindeki hükümleri örnek verir. Örnek verirken bu hükümlerin, bir yandan Tanri’nin keyfiligini dile getirdigini, diger yandan da Tanri’yi çeliskili durumlara düsürdügünü farketmez.

Yine din adami’nin Kur’an’a dayali olarak belletiklerine göre Tanri, bir yandan dilediginin kalbini açip dogru yola sokarken, yani onu müslüman yaparken diger yandan da diledigini kafir yapar (K. 6 En’am 125). Fakat kafir yaptiklarini biraz daha kafirlige kiskirtmak için onlara seytani musallat eder. Ilgili Kur’an ayet’i söyle: “Kafirlerin üzerine, onlari kiskirtan seytanlar gönderdigimizi bilmiyor musun?” (K. 19 Meryem 83)

Yine din adami’nin söylemesine göre Tanri, kisilerin günahlarinin çogaldigini görmekten büyük zevk alir; günahlari çogalsin diye onlara zaman verir. Bunun böyle oldggunu anlatmak üzere din adami su tür ayet’leri öne sürer: “Biz onlara ancak günahlari çogalsin diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradir” (K. 3 Al-i Imran 178).

Din adami’nin verdigi bu örneklerden anlasilmaktadir ki kisileri inkarci durumda kilan Tanri’dir, fakat ne var ki bu ayni Tanri, “inkarcidirlar” diye onlara “Beni inkar etmek nasil olur?” (K. 35 Fatir 26; ve Sebe 45) diye çatar.

Rizik dagitimi konusunda yine Tanri’nin keyfiligine deginmek üzere din adami bir yandan : “Süphe yok ki Rabbin dilediginin rizkini genisletir…” (K. 17 Isra 30) seklindeki ayet’leri gösterirken diger yandan “Andolsun ki sizi biraz açlikla ve kitlikla deneyecegiz” (K. Bakara 155) seklindeki ayet’leri sergiler. Bu arada Tanri’nin kafirlerden bazilarini dahi “kat kat servet” sahibi yaptigini belirtir ve yoksul kisilerin ilerde, Cennetlerde bolluklara kavusacaklarini anlatarak varlikli sinifa (velev ki bunlar kafirler olsun) hased etmemelerini söyler. Örnek diye gösterdigi ayet’lerden biri söyle: “Kafirler içinde bazi kimselere verdigimiz kat kat servete gözünü dikme…” (K. 15 Hacc 88)

Görülüyor din adaminin bellettigi hükümlere göre Tanri, müslüman yapmak istedigi kisi’nin gönlünü açiyor, onu dogru yola sokuyor, müslüman yapmak istemediklerinin de kalbini dar ve sikintili kiliyor, sapittiriyor. Fakat bununla da kalmiyor, bir de müslüman yapmayip saptirdiklarini, müslüman degillerdir diye azaba sokuyor ya da günahlari çogalsinda ve fazla azab çeksinler diye onlara mühlet veriyor ya da seytanlar gönderip onlari kiskirtiyor. Ve üstelik bütün bu yaptiklarini “yücelik” sayip kendi “yüceligi” ve “keyfiligi” ile övünmekten mutluluk duyuyor.

Yine ekleyelim ki Tanri’nin böylesine keyfi ve adaletsiz olabilecegini düsünmek üzücü ve güçtür. Fakat ne var ki akilci düsünce tarzina yabanci din adamlari için Tanri fikrini bu dogrultuda islemek olagandir.

Din adami’nin bellettigi esaslara göre Tanri sadece keyfi degil fakat kötülük yapabilen ve yaptirtabilen bir “Yaratan”dir. Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami:

“Allah bir toplulugun kötülügünü dilerse o kötülügü geriye atmaya imkan yoktur ve onlara Ondan baska yardimci da bulunamaz” (K. 13 Ra’d 11); ya da

“Allah size bir kötülük gelmesini dilerse, yahud bir rahmete nail olmanizi isterse kimdir sizi Allah’tan kurtaracak” (K. 33 Ahzab 17) seklindeki hükümleri örnek verir.

Öte yandan Tanri, yine din adami’nin bellettigi verilere göre, insanlar arasinda kin ve adavet yaratmakta, insanlari düsmanliklara zorlamaktadir. Bunun böyle oldugunu anlatmak için din adami su tür hükümleri örnek verir: “Biz onlarin arasina kiyamete dek düsmanlik ve kin saldik” K. 5 Maide 64). Yine din adami’nin söylemesine göre, her ne kadar insanlari müslüman yapan ya da yapmayan Tanri ise de (Örnegin En’am, 125; Yunus 99-100, vs) bu ayni Tanri, gönüllerini açip müslüman yaptigi insanlar ile, müslüman yapmadigi insanlar arasinda düsmanlik yaratmakta sakinca bulmaz (Örnegin Tevbe 5 ve 29). Üstelik bir de bu müslüman yapmadigi insanlara küser. Din adami’nin bu konuda verdigi örnekler arasinda Bakara Suresi’nin su ayeti vardir: “Allah kiyamet gününde onlarla ne konusur, ne de onlari temizler. Onlara ancak elemli bir azab var” (K. 2 Bakara 274).

Din adami’nin bu tür açiklamalarina karsi: “Pek iyi ama, dilediginin defterini sag’dan verip müslüman yapan, ya da sol’dan verip ‘kafir’ yapan Tanri degil miydi? Neden acaba bu kisileri müslüman yapmayip kafir yapmistir da simdi onlara darilmistir?” diye soru sorulamaz, çünkü “zindiklik” olur!

Yine bunun gibi din adami’nin söylemesine göre Tanri öylesine keyfi ve öylesine insafsizdir ki insanlardan bir çogunu sirf Cehenneme atmak için yaratmistir, ve onlari Cehennem’e atmak hususunda kendi kendine söz vermis, and içmistir. Bunun böyle oldugunu anlatmak için din adami Kur’an’dan su ayet’i okur: “Andolsun, Biz cin ve insandan bir çogunu cehennem için yaratmisizdir…” (K. 7 A’raf 179). “Neden Tanri böyle yapmistir?” diye sorulacak olursa din adami bunun yanitini yine Kur’an’a dayali olarak verir ve der ki Tanri insanlarin tümünü tek bir ümmet olarak yaratma olanagina sahip oldugu halde böyle yapmamis ve onlari farkli ümetler halinde kilmistir ki aralarinda ayriliklar olsun diye. Çünkü Tanri Cehennemi insanlarla dolduracagina dair kendi kendine söz vemistir. Bunun böyle oldugunu anlatmak için din adami Kur’an’dan su ayet’i okur: “Eger Rabbin dileseydi insanlari tek bir ümmet kilardi. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri bir yana, hala ayriliktadirlar, esasen onlari bunun için yaratmistir. Rabbinin -‘And olsun ki cehennemi hep insan ve cin ile dolduracagim’- sözü yerine gelmistir” (K. 11 Hud 118-119)

Burada geçen “bunun için (yaratmistir)” deyimi, bazi yorumculara göre: “Zaten Rabbin onlari bunun için, yani ihtilafa düsmeleri için yaratti” seklinde anlasilmak gerekir. Bazi yorumcular da “…Rahmetine nail olmalari için yaratti” seklindeki yorumu uygun bulurlar 500 *. Fakat hangi yoruma basvurulursa bulunsun farketmez, çünkü din adami’nin okudugu ayet, Tanri’nin bazi insanlari cehennem’e atmak için kendi kendisine yemin etmis oldugunu göstermektedir.

Sunu da ekleyelim ki din adaminin belletigi hükümlere göre Tanri, sadece bu sekilde keyfiliklere saplanmaz, ya da sadece “müsriklere”, “kafirlere”, “Yahudilere” ve “Hiristiyanlara” karsi müslümanlari husumete çagirmaz, fakat sirf inanç farki nedeniyle ana, baba, evlad, kardes ve diger yakinlar arasinda da düsmanliklar salar. Nitekim biraz yukarda degindigimiz gibi Tevbe Suresi’nde: “Ey insanlar kafirligi ve küfrü imana tercih ederlerse babalarinizi ve kardeslerinizi de dost edinmeyin ve içinizden kim onlari severse onlardir zulmedenler” (K. 9 Tevbe 23) diye yazilidir.

Hatirlatalim ki “kafir” sözcügü din adami’nin açiklamasina göre “Kur’an ile hükmetmeyen” kimseler için kullanilmistir; ve kafirleri “kafir” yapan da yine Tanri’dir.

V) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri, insanlari farkli inançlarda yaratip sonra Cehennemlerde kavurur, ya da onlari birbirleriyle savastirir, kendisi de ordular kurup savasa katilir.

Din adami’nin açikladigi hükümlere göre Tanri, biraz önce gördügümüz gibi diledigini müslüman ve diledigini de kafir yapmistir ( K. En’am 125 vb…) ; bütün insanlari müslüman yapmak imkanina sahib oldugunu söyledigi halde yapmamis ve söyle demistir: “Eger Rabbin dileseydi, insanlari tek bir ümmed kilardi…” (K. Hud 118-119; A’raf 178-179, 186). Bu dedigini pekistirmek için : “(Tanri) dilemis olsaydi hepsini bir tek ümmed yapardi; ama o rahmetine diledigini kavusturur” (K. 42 Sura 8) diye eklemistir. Hidayet dagitmak bakimindan da böyle davrandigini söyle anlatmistir: “Biz dilesek herkese hidayet verirdik” (K.32 Secde 13) Bu anlattigini pekistirmek üzere sunu eklemistir: “(Tanri) dileseydi hepinizi dogru yola eristirirdi” (K. En’am 149). Yine din adami’nin belletmesine göre kisileri putlara taptirtan Tanri’dir, çünkü Kur’an’da söyle yazilidir: “Allah dileseydi puta tapmazlardi!” (K. 6, Enam 107)

“Neden Tanri, eger istemis olsaydi herkesi inananlardan yapabilir, hidayet’e ve dogru yola eristirebilir iken böyle yapmamistir?” diye sorulacak olursa bunun yanitini din adami, yine Kur’an’a basvurarak söyle verir: “Çünkü Tanri Cehennemi insanlarla dolduracagina dair kendi kendine söz vermistir”. Bunun böyle oldugunu anlatmak için Kur’an’dan ayet göstererek Tanri’nin su sekilde konustugunu söyler: “Biz dilesek herkese hidayet verirdik; fakat Cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracagima dair benden söz çikmistir” (K. 32 Secde 13).

Daha baska bir deyimle din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri, Cehennemi insanlarla doldurmak için kendi kendine söz vermistir, ve verdigi içindir ki insanlarin tümünü müslüman yapmak, dogru yola sokmak ya da hidayete ulastirmak olanagina sahip oldugu halde böyle yapmamis ve kimini “sapittirmis”, “kafir yapmis, “putperest kilmis” vb… Böyle yaptiklarini da Cehennem ateslerine atmistir. Böylece kendi kendine vermis oldugu sözü tutmus ve muhtemelen “rahatlamistir”.

Fakat, yine din adami’nin bellettigi hükümlere göre, böyle yapmakla kalmamis bir de “müslüman” kildigi insanlari, “kafir” olarak yarattigi insanlarla savastirmak, onlari birbirlerine bogazlatmak istemistir. Güçlü oldugunu anlatmak ve kafirleri korkutmak ve ortadan kaldirmak ve yeryüzünde “fitne” kalmayip sadece Islam dini kalana kadar onlarla savasmak üzere göklerde ve yerlerde ordular kurmus ve söyle konusmustur: “Göklerdeki ve yerlerdeki ordular Allah’indir…” (K. 48 Fetih 7). Din adami’nin israrla bildirmesine göre Tanri’nin bu ordulari kurdurmaktan maksadi, kafirlere karsi savastirmaktir, ta ki yeryüzünde “fitne” kalmayip “Allah’in dini (yani Islam dini) ortada kalana kadar” (K. 2 Bakara 193).

Bunlari söyleyen din adamina: “Pek iyi ama, Allah kendi dini ortada kalana kadar insanlari birbirleriyle bogazlastiracak yerde hepsini de ilk bastan bir tek din’de kilsa daha iyi olmaz miydi?” diye soru sormaya kalkmayin; çünkü mantiki bir yanit alamaz, üstelik ölüm fetvalarina muhatap kilinirsiniz.

Daha önce de degindigimiz gibi, her ne kadar bazi yorumcular Islam’da “dini yaymak” için savas olmadigini ve islam savaslarinin “sirf müdafaa (savunma) için” yapildigini iddia ederlerse yalandir. Gerek Muhammed’in giristigi savaslar ve gerek bu savaslar vesilesiyle yerlestirdigi hükümler, islam’in savas dini oldugunu ve yeryüzü islam olana kadar bu savasin devam etmesi gerektigini pek açik bir sekilde kanitlamaga yeterlidir. Seriat verilerine göre Tanri savasin kafir’lere, müsriklere, fitnecilere karsi yapilmasini emretmistir (Örnegin K. Tevbe 5, 29,73). Ancak yine tekrarlayalim ki, din adami’nin söylemesine göre, kafirleri “kafir” yapan da kendisidir (örnegin K. 6 En’am 125) .

Öte yandan Tanri, yine din adami’nin belletmesine göre, sadece ordular kurmakla kalmamis fakat savasin nasil ve ne sekilde yapilacagini, yani savas taktigine varincaya kadat her seyi kendisi saptamistir: “Süphe yok ki Allah, kendi yolunda, yan-yana, kursunla kenetlenmis, kurulmus bir duvar gibi saf kurarak savasanlari sever” (K. 61 al-Saff 4).

Öte yandan din adami’nin eklemesine göreTanri, kafirlere karsi savasan müslüman kullarina göklerdeki meleklerden olusma ordularindan da yardim göndermeyi üstlenmistir. Bu konuda din adami’nin Kur’an’dan verdigi örneklerden biri, Bedir savasi ile ilgili olarak, söyle: “Rabbin meleklere : -”Ben sizinleyim, inananlari destekleyin-‘ diye vahyetti. -‘Ben inkar edenlerin kalplerine korku salacagim, artik onlarin boyunlarini vurun, parmaklarini dograyin-‘ dedi” (K. 8 Enfal 12).

Görülüyor ki Tanri binlerce melegini ordu seklinde göndermis ve Bedir savasi’nin müslümanlar tarafindan kazanilmasini saglamistir. Ama her ne hikmetse Uhud seferi sirasinda bunu yapmamis ve bu yüzden Muhammed taraftarlari yenilgiye ugramislardir. Ama din adami’nin seriat verilerine dayali olarak söylemesine göre bu yenilginin sebebi müslümanlarin “Peygamber” emirlerine geregince boyun egmeyip “dogru yoldan sapmis” olmalaridir. Evet ama din adami’nin bildirmesine göre, insanlari dogru yola sokan ya da saptiran yine Tanri degil midir? Öyleyese neden onlari “peygamber” emirlerine boyun egdirtmemistir?

Oysa ki Uhud yenilgisinde asil sebeb, savas taktiginin yanlis olarak seçilmis olmasidir. Su bakimdan ki bu taktigi kararlastiran Muhammed, Medine içinde kalip savas vermek varken (ve durum bunu gerektirirken), Medine disina çikip meydan savasi verilmesini öngörmüstür. Her ne kadar bu karara, taraftarlarindan bazilarinin israri üzerine vardigini bildirerek Uhud yenilgisinin sorumlulugunu sirtindan atmak istemis ise de, söylemeye gerek yoktur ki kendisini “peygamber” olarak tanimlayan ve her seyi Tanri’dan aldigi emre göre yaptigini açiklayan bir kimse’nin böyle bir mazerete siginmasi yetersizdir.

Din adaminin yine seriat verilerine dayali olarak söylemesine göre Kafirlere karsi savasa çikmamak demek, dünya yasamlarini ahiret yasamlarina tercih etmek demektir ki bu Tanri’nin istek ve emirlerine aykiridir; çünkü Tanri: “Hep birden savasa çikmazsaniz sizi acikli bir azabla azablandiririz…” diye konusmustur (K. 9 Tevbe 39). Savasa çikmaktan kaçinanlari çogu zaman: “Ey inananlar, size ne oldu da Allah yolunda savasa çikin dendigi zaman oldugunuz yerde mihlanip kaldiniz, Ahireti biraktiniz da dünya yasayisina mi razi oldunuz? Fakat dünya hayatinin faydasi ahirete nispetle azdir” (9 Tevbe 38) 501 diyerek azarlamistir.

Din adami’nin bellettigi bu ve buna benzer nice örnekler yolu ile müslüman kisi suna inanmistir ki “kafirlere” karsi savasmak Tanri emridir ve Tanri bu emri verirken kullarinin imanini denemek istemistir.

VI) Din adami’nin, seriat verilerine göre tanimladigi Tanri, her hangi bir hususta emir verirken sanki derinlemesine düsünemeyen ve uzagi göremeyen, ve çogu kez kullarindan akil alma zorunda kalan bir Tanri’dir.

Din adami’nin elinde Tanri fikrini zedeleyici nitelikte sayisiz denecek kadar çok seriat hükmü vardir ki bunlara dayanarak o, bir yandan Tanri’nin her seyi yapmaga “kadir”, “ol” deyince her seyi oldurur, her seyi önceden görür ve sonsuzluklara kadar her seyin kaderini çizer gibi tanimlarken, diger yandan da Tanri’yi ileriyi göremeyen, çogu zaman yanilabilen, hata isleyebilen, kusurlu ve eksik davranislarda bulunabilen bir varlik imis gibi gösterir. Fakat bunu yaparken muhtemelen isin farkinda degildir. Nice sayisiz örneklerin bir kaçi söyle:

Daha önceki sayfalarda, seriat egitimiyle yetistirilen insanlarin düsünme gücünden yoksunlugu konusunu incelerken Kur’an’in Isra Suresi’nde yer alan “Mir’ac” olayina degindik ve gördük ki Tanri, müslümanlar için önce 50 vakit kilma emrini vermisken, Müsa’nin ikazi üzerine bunun çok oldugunu anlamis ve sonunda bunu 5 vakit namaz sekline sokmustur. Olayi kisaca hatirlatalim: günlerden bir gün Muhammed, yaninda Cebrail oldugu halde, yedi kat gök’lere çikmaga baslar. Gök kat’larinin her birinde eski peygamberlerden birileri oturmaktadir. Her bir kat’a geldiginde orada oturan peygamberle görüsür ve nihayet Tanri’nin bulundugu kat’a varir. Tanri kendisine ümmeti için 50 vakit namaz kilma emrini verir. Bu emri alir almaz Muhammed, büyük bir sevinçle haberi ümmetine ulastirmak için, kat’lari inmege baslar. Musa’nin bulundugu kat’a geldiginde Musa kendisine “Tanri tarafindan ne ile emredildin?” diye sorar. Muhammed kendisine: “Tanri bize 50 vakit namaz farz kildi” diye yanit verir. Bunun üzerine Musa: “Senin ümmet’in günde 50 vakit namaz kilamaz, bu çoktur, git de Tanri’dan bu sayinin azaltilmasini dile” der. Musa’nin bu tavsiyesini uygun bulan Muhammed geriye döner ve yeniden katlari çikarak durumu Tanri’ya anlatir ve namaz sayisindan indirme yapmasini diler. Bu dilegi yerinde bulmus olmali ki Tanri 10 vakit indirme yaparak namaz sayisini 40 olarak saptar. Bu indirime sevinen Muhammed gök kat’larindan inerken yine Musa’nin i’tirazi ile karsilasir; Musa kendisine: “Ben senin ümmetini bilirim, bu kadar çok namaza tahammülü yoktur; Tanri’nin yanina dön de bu sayi’yi indirmesini söyle” der. Muhammed tekrar katlari gerisin geriye çikarak Tanri’nin yanina gelir ve namaz sayisindan indirim yapmasini diler. Tanri kendisine 10 vakit namaz daha indirdigini bildirir. Muhammed bunu uygun bularak gök katlarini inmege baslar ve Musa’nin yanina geldiginde Musa, yine ayni gerekçe ile, kendisine namaz sayisinin çok oldugunu ve geri dönüp Tanri’dan indirim yaptirtmasini söyler. Muhammed tekrar geri döner ve Tanri’dan 10 vakit namaz indirimi daha koparir. Fakat Musa bunu da çok bulur. Ve iste bu sekilde Muhammed, Tanri’nin katina ine çika, namaz sayisini nihayet bes’e indirtir. Ancak ne var ki Musa bunu dahi çok bulup Muhammed’ten, Tanri katina dönüp biraz daha indirim saglamasini ister. Fakat Muhammed: “Artik yüzüm yok, Tanri’dan daha fazla indirim yapmasini istemege utanirim” seklinde yanit verir. Böylece Musa’nin baslattigi pazarlik sona ermis olur (Bkz. Sahih-i… Cilt X. 65-72) 502.

Söylemege gerek yoktur ki günde 50 vakit namaz emri, uygulanmasi pek mümkün olmayan bir emirdir; çünkü eger kisi günde elli vakit namaz kilmaga kalksa, bütün gününü bununla geçirmek zorunda kalacagi için ne uyumak, ne dinlenmek, ne yiyip içmek ve ne de çalismak için vakit bulabilecektir. Kuskusuz ki Tanri’nin, uygulanmasi mümkün olamayacak nitelikte böyle bir emir vermis olabilecegi düsünülemez. Ancak ne varki din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre 50 vakit namaz emri, sanki Tanri tarafindan ölçüsüz bir sekilde verilmisde Musa tarafindan ölçülü sekle dönüstürülmüs bir emir olarak görünmektedir. Hani sanki Tanri, kendi kul’larinin günde 50 vakit namaz kilmaga takat yetistiremiyeceklerini bilememis de bunu ancak Musa’nin ikazi üzerine farkedebilmis gibi bir durum yaratilmistir. Din adami’nin bellettigi bu seriat verileriyle sadece Tanri degil fakat Muhammed dahi günde 50 vakit namaz kilmanin müküm olamayacagini hesap edememis duruma düsürülmüstür.

Görülüyor ki din adami’nin seriat verilerine dayali olarak anlatimina göre Tanri ve Muhammed, namaz konusunda yeterli bir karar vermeyi ancak Musa’nin hatirlatmasi üzerine basarabilmislerdir. Hani sanki Musa, bu vesileyle Tanri’dan da ve Muhammed’ten de daha isabetli bir karar vermis gibidir. Mi’rac olayi’nin ortaya vurdugu sonuç bu olmaktadir.

Bir diger örnek çekirgelerin insanlara az zarar verebilecek duruma sokulmasiyle ilgili olup Ibn-i Ömer’in rivayet ettigi bir hadis konusudur ki din adami’nin elinde yine yukardaki sonucu dogurur nitelikte olmak üzere is görür. Söyleki:

Bir gün Muhammed’in önüne bir çekirge konar. Çekirge’nin iki kanadinin üstünde Ibranice: “Biz Tanri’nin ordusuyuz ve 99 yumurta dökeriz. Eger bu sayi yüz’ü bulacak olursa yeryüzünde yenebilecek ne varsa hepsini yiyip bitirecegiz” diye yazilidir. Her ne kadar Muhammed Ibranice bilmemekle beraber muhtemelen çevresinde bulunan birilerinden bu yazinin ne oldugunu ögrenip derhal Tanri’ya yalvarir: “Ey Tanrim! Çekirge neslini kurut, büyüklerini öldür, küçüklerini de yok et, yumurtalarini da kisirlastir ve müslümanlarin besinlerini yiyememeleri için onlarin agizlarini kilitle!”. Bunun üzerine gökten Cebrail iner ve Muhammed’e: “Dileklerinin bir kismini Tanri kabul etti” der 503.

Görülüyor ki din adami’nin söylemesine göre Tanri, sanki çekirgeleri yaratirken bunlarin insan besinleri bakimindan ne kadar zararli ve dolayisiyle müslümanlar için ne kadar sakincali olduklarini düsünemezmis de baskalarindan akil almak ihtiyacindaymis gibi ( daha dogrusu Muhammed’in hatirlatmasi üzerine) tedbir alma yolunu seçmis gibi bir tutum içerisindedir.

Bu konuda verilebilecek bir diger örnek, din adami’nin insanlarimiza “yagmur dua’si” diye bellettigi ibadet’le ilgilidir: güya yagmurun “yararlisi” ve “zararlisi” oldugu için, yagmur yagdirmasi için Tanri’ya dua edilirken “Bize yararli yagmur ver” diye dua etmek gerekir. Çünkü din adami’nin naklettigi seriat verilerinden anlasilmaktadir ki eger bu sekilde dua edilmeyecek olursa Tanri ne yapacagini bilmez ve kullarina zararli olacak ve felaket yaratabilecek yagmurlar indirebilir.

Gerçekten de din adami’nin, seriat hükmü olmak üzere insanlarimiza bellettigi sudur ki her isi “Ol” deyince olduran Tanri’dir ve Tanri’nin emri olmadan hiç bir sey olusmaz; yagmur yagmasi da böyledir; yagmur Tanri’nin nimeti olmak üzere ve onun emriyle yagar.

Bundan dolayidir ki müslüman kisi, yagmur yagdigi zaman: “Allah’in fazl’u rahmeti ile üzerimize yagmur yagdi” demelidir. Daha baska bir deyimle yagmurun Tanri’dan geldigini, Tanri’dan oldugunu kabul etmelidir. Yagmur’un Tanri’dan baskasi tarafindan, örnegin yildiz’dan oldugunu söyliyecek olursa, bu taktirde kafir sayilir. Bunun böyle oldugunu anlatmak için din adami Tanri’nin Muhammed’e söyle dedigini söyler: “Kullarimdan kimi bana mü’min, kimi kafir (olarak) sabahi etti. Her kim -Allah’in fazl’u rahmeti ile üzerimize yagmur yagdi- dedi ise, iste o bana iman etmis, yildiza etmemistir. Her kim de falan ve falan (yildiz)in nev’i (yani batip dogmasi) ile üzerimize yagmur yagdi dediyse iste o, bana iman etmemis, yildiza etmistir” 504.

Öte yandan, yagmuru yagdiran Tanri oldugu için, müslüman kisi’nin yapacagi sey yagmur dua’sinda bulunmaktir. Din adami’nin yine seriat verilerine, özellikle Ayse”nin ve Ibn-i Abbas’in rivayetleri olan hadis’lere, dayali olarak bellettigine göre bu dua: “Ilahi, bize nafi yagmur ver” ya da “Ilahi üzerimize yagmuru nafi’ olarak akit” seklinde olmalidir; yani dua, mutlaka “nafi'” sözcügünü içerik olmalidir. Burada geçen “nafi” sözcügü “yararli”, “karli” anlamindadir. Daha baska bir deyimle “nafi” sözcügünü kullanmak suretiyle müslüman kisi, Tanri’ya, “zararli” degil fakat “yararli” yagmur yagdirmasi için hatirlatmada bulunmalidir. Eger “nafi” sözcügünü kullanmayacak olursa Tanri yagmuru “zarali’ olacak sekilde yagdirtabilir. Bundan dolayidir ki gökyüzünde bulutlar dolastigi zaman (ya da yagmur yagiyor ise) müslüman kisi’nin üç çesit dua’da bulunmasi mümkündür ki bunlar söyledir:

“Ilahi! bunun akintisini menfaatli bir vergi olarak ihsan et”;

“Ilahi bunun serrinden sana siginirim” ;

“Ilahi! Bunun saliverilmesinde bir ser varsa serrinden Sana siginirim” 505.

Müslüman kisi’yi bu sekilde harekete sürüklemek için din adami, Muhammed’in de böyle yaptigini söyler ve onun davranislarindan örnekler verir ki bunlardan biri Ayse’nin rivayetine göre söyledir: “Resulullah… yagmurlar(in yagdigini) görünce -Ilahi, bize nafi’ yagmur ver-‘ di(ye dua ede)rdi…” 506.

Sarih Ayni’nin çesitli kaynaklardan nakletmesine göre Muhammed, ufukta bir bulut belirdigini gördügü vakit hemen elinde olan isini birakir, namazda ise namazini kisa keser ve sonra: “Ilahi, bunun serrinden sana siginirim” der ve eger yagmur yagmaya baslarsa: “Ilahi, bunu akintisi menfaatli bir vergi olarak ihsan et” der, bazan da “Ilahi, Bunun saliverilmesinde bir ser varsa serrinden Sana siginirim” diye eklerdi (Sahih-i… Cilt III, sh. 299) 507

Din adami’nin söylemesine göre Muhammed’in Tanri’ya bu sekilde dua etmesinin nedeni, kendi ümmetine olan sevgi ve sefkatindendir. Çünkü güya vaktiyle Ad kavmine “azab” bulut’lari gelip bu kavmi felakete ugrattigi için, ayni seylerin kendi ümmetinin basina gelmesini bu tür dua’larla önlemek istemistir. Hem de Tanri’nin, müslüman ümmeti’ni toptan ve kökten asla “helak” etmeyecegine dair söz verdigini bilmis olmasina ragmen!

Böyle yapmakla sunu anlatmak istemistir ki eger Tanri’ya yagmur yagdirmasi için dua ederken “nafi” sözcügü kullanilacak olursa Tanri yararli miktar yagmur yagdirir; fakat bu sözcük kullanilmayacak olursa o zaman Tanri ölçüyü kaçirabilir. Nitekim yine din adami’nin seriat kaynaklarina dayali olarak açiklamasina göre Muhammed’in “Ilahi, bize nafi yagmur ver” ya da “Ilahi üzerimize yagmuru nafi’ olarak akit” diye dua etmedigi bir def’asinda Tanri zararli yagmurlar indirmistir. Bu konuda din adami’nin naklettigi olay su:

Güya bir cuma günü Muhammed, Mescid’te hutbe okurken A’rabi’nin biri ayaga kalkar ve susuzluk yüzünden agaçlarin, ekinlerin kurudugunu, halkin kitlik içinde kivrandigini, çoluk çocuk herkesin aç kaldigini söyliyerek: “Allah’a dua et de bize yagmur yagdirsin ” diye dilekte bulunur. Cemaat’tan kisiler de ona katilinca Muhammed ellerini kaldirir ve Tanri’dan yagmur yagdirmasi için dua’da bulunur. Bulunmasiyle birlikte gümbür gümbür yagmur yagmaga baslar; hem de öylesine ki bir hafta boyunca dinmek bilmez. Sel halini alan yagmur yüzünden halkin mallari mahvolmaya, develer, davarlar, at’lar helak olmaya baslar. Halk Muhammed’e basvurarak yagmur’u durdurmasini isterler. Bunun üzerine Muhammed yine ellerini kaldirir ve Tanri’ya söyle der: “Ilahi, etrafimiza (yagdir) üzerimize degil”. Hani sanki Tanri’ya: “Yagmuru zararli olacak sekilde degil yararli olacak sekilde yagdir” der gibi hatirlatmada bulunmustur. Bunu söylerken güya eliyle hangi yöndeki bulut’a isaret etti ise o bulut kaybolup orasi açilmis ve Medine’nin üstü günlük güneslik oluvermistir (Sahih-i… Cilt III, sh. 93) 508.

Din adami’nin naklettigi bu hikayelerden çikan sonuç su olmaktadir ki Tanri, kendisine “Ilahi, bize nafi yagmur ver” diye dua edilmedi diye yagmurlari ölçülü ve yararli bir sekilde ayarlayamamistir.

Ilginç nice örneklerden bir digeri de Muhammed’in “okumasiz” olmasi ve fakat buna ragmen Tanri’nin Muhammed’e “Oku” diye emretmesi ile ilgilidir ki söyledir:

Din adami’nin söylemesine göre Tanri, Muhammed’i “peygamber” olarak seçtikten sonra ona Cebrail ma’rifetiyle ilk vahy’ini gönderir ve söyle der: “Ey Muhammed! Yaratan … Rabbinin adiyle OKU!” (K. 96 Alak 1). Fakat Muhammed Cebrail’e: “Ben okuma bilmem” diye karsilik verir (Sahih-i…, Cilt I, sh. 11) 509.

Söylemege gerek yoktur ki Muhammed’in okumasiz olusundan Tanri’nin habersiz kalmasi ve buna ragmen “oku” diye buyrukta bulunmasi sasirticidir. Kisi’nin daha ana karninda iken cinsiyetinin ve kaderinin ne olacagini bilecek kadar her seyden haberli oldugu kabul edilen bir Tanri’nin Muhammed’i “peygamber” olarak gönderirken onun okumasiz olusundan habersiz bulunmasi akla pek yatkin düsmemektedir. Fakat her ne olursa olsun din adami’nin Islam kaynaklarindan nakline göre Cebrail, Muhammed’in söyledigine inanmamis olmali ki onun vücuduna sarilir ve “takatini” kesinceye kadar iyice sikistirir ve Tanri’nin “oku” emrini yeniler. Muhammed ise “Ben okumak bilmem” diye direnir; bu yaniti alinca Cebrail üçüncü bir kez Muhammed’e sarilip sikistirir ve Tanri’nin emrini tekrarlar: “Oku, kalemle ögreten, insana bilmedigini bildiren Rabbin en büyük kerem sahibidir” der (K. 96 Alak 3-5) . Fakat Muhammed, üçüncü kez “Ben okumak bilmem” diye israr eder.

Din adami’nin Kur’an ayet’i olarak karsimiza çikardigi hükümlerden anlasildigina göre Tanri, Muhammed’in okumasiz oldugunu nihayet anlamis olmalidir ki “Oku” diye emretmekten vazgeçer ve vahyin Cebrail tarafindan Muhammed’e okunmasina karar verir; söyle der: “Dogrusu o vahyolunani kalbine yerlestirmek ve onu sana okutturmak Bize düser. Biz onu Cebrail’e okuttugumuz zaman, onun okumasini dinle. Sonra onu sana açiklamak Bize düser” (K. 75 Kiyamet 17-19).

Bu emrini biraz daha açikliga kavusturmak maksadiyle bir de sunu bildirir ki Cebrail Kur’an’i okurken Muhammed, kendisine okunanlari onunla beraber tekrar etmemeli, sadece dinlemelidir; söyle der: “Ey Muhammed! Cebrail sana Kur’an okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalniz dinle” (K. 75 Kiyamet 16). Bunu söyledikten sonra Kur’an’i Cebrail’in agziyle Muhammed’in kulagina okutur (Sahih-i…, Cilt I, sh. 3-13)

Yine din adami’nin seriat kaynagindan nakline göre Tanri, bu olaydan sonra Muhammed’i “Okumasi yazmasi olmayan peygamber” diye çagirmaga baslar. Örnegin A’raf Suresi’nde söyle yazili: “… bunu… okuyup yazmasi olmayan peygamber Muhammed’e uyanlara yazacagiz…” (K. 7 A’raf 156-157). Daha baska bir deyimle az önce Muhammed’e “oku” diye emreden ve emrinde israr eden Tanri, simdi fikir degistirmis olarak onu “Okumasi yazmasi olmayan Peygamber Muhammed” diye çagirmaktadir.

Yine din adami’nin belletmesine göre Tanri, Muhammed’in okumasiz olmasi nedenini de söyle açiklar: “Ey Muhammed!… Sen daha önce bir kitaptan okumus ve elinle de onu yazmis degildin. Öyle olsaydi, batil söze uyanlar süpheye düserlerdi” (K. 29 Ankebut 49). Yani demek ister ki Kur’an, Muhammed’in baska kitaplardan (örnegin Tevrat’tan ya da Incil’den) çalmalarla hazirladigi bir kitap degildir, ve eger Muhammed okuma yazma bilmis olsaydi, baskalari onun, yabanci kitaplardan asirma yapmak suretiyle Kur’an’i meydana getirdigini sanmis olacaklardi. Daha baska bir deyimle din adami simdi Tanri’yi karsimiza Muhammed’in “okumasiz” oldugunu bili yormusda onu bilhassa okumasizlar arasindan seçmis gibi çikarmaktadir.

Görülüyor ki din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri, ilk basta Muhammed’in okumasiz oldugundan habersiz gibidir. Habersiz oldugu için ona Cebrail araciligiyle “Oku” diye emretmistir. Oysa ki biraz önce dedigimiz gibi, her seyden haberi olan ve her gizli seyi bilen bir Tanri’nin, Muhammed’in okumasiz olusundan habersiz bulunmasi akla pek sigmaz. Fakat akla sigmayan diger bir sey de Muhammed’in “Ben okumak bilmem” diye direnmesi üzerine Tanri’nin bu kez “Muhammed okumasi yazmasi olmayan bir peygamberdir” diyerek habersizligini inkar etmesidir.

Biraz daha sasirtici olan sey ise, Tanri’nin: “Biz Muhammed’i okumasi yazmasi olmayan bir peygamber olarak seçtik; çünkü okumasi yazmasi olmus olsaydi, inkarci kisiler onun daha önce indirilmis Tevrat ya da Incil gibi kitaplari okuyup Kur’an’i yazdigini sanirlardi. Oysa ki Kur’an’i o, hiç bir yerden çalmamis, dogrudan dogruya bizden almistir” seklinde konusarak Muhammed’in okumasiz olusuna gerekçe ararmis gibi durumlara düsmesidir.

Aslinda böyle bir gerekçe dahi Tanri fikrini zedelemege yeterlidir, çünkü bilindigi gibi okumasiz olmak, okuma bilenler araciligiyle her hangi bir kitapta yazili olanlari ögrenip bunlari Tanri’dan gelmis vahiy’ler gibi göstermege engel degildir. Nitekim Kur’an Yahudilerin ve Hiristiyanlarin “kutsal” bildikleri kitaplardan alinma pek çok hükümleri kapsamaktadir. Islam kaynaklarindan ögrenmekteyiz ki Muhammed, Tevrat’i ve Incil’i iyi bilen kisilerden kendisine katipler seçmis, bazi katiplerine de “Ibranice” ögrenmelerini emretmistir. Bu itibarla, Kur’an’in, Tevrat’dan ya da Incil’den aktarilmis hükümlerle meydana getirilmedigini anlatmak için Muhammed’i okumasiz imis göstermenin kuskusuz ki faydasi yoktur. Hele din adami’nin söylemesine göre diger “peygamberleri’ni” okumuslar arasindan seçen ve hatta Süleyman “peygamber’e” kus’larin ve karinca’larin dilini ögreten bir Tanri’nin (bkz. K. 27 Neml 16) 510 Muhammed’i okumasiz birakmasi da ayrica anlasilmasi güç bir seydir.

VII) Din adami seriat verilerini belletirken, bunlarin genellikle siyaset ürünü seyler oldugunu kanitlar sekilde konusur ve böylece farkina varmadan bu verilerin “uhrevi” degil fakat “dünyevi” nitelikte olduklari sonucuna yönelmis olur.

Din adami’nin açiklamasina göre Kur’an, Tanri katinda bulunan Levh-i Mahfuz’da bulunan kitab’dir (Bkz. el-Hadid, 77; el-Buruç 21; el-Zuhruf 3); ve Tanri bu kitabi Muhammed’e “azar, azar indirmis, agir agir okumustur” (Furkan 32; Isra 106; Kiyamet 16-17).

“Pek iyi ama Kur’an Muhammed’e bir defada indirilmeliydi. Neden Tanri hepsini birden indirmemistir de azar, azar indirmistir?” diye sorulacak olursa (ki Muhammed zamaninda sorulmustur) din adami, yine Kur’an’a dayali olarak soru soranlari dinsizlikle suçlayip (örnegin Furkan Suresi’nin 32ci ayet’ini kullanip) isin içinden çikiverir. “Evet ama, insanlari diledigi gibi ve diledigi an dogru yola sokabilecek güçte bir Tanri hiç böyle bir mazeret beyan eder mi?” denecek olursa soru soranlari yine dinsizlikle suçlayip Kur’an ayet’lerini “Tanri sözleridir” diye belletmeye devam eder. Ancak ne var ki belletirken, muhtemelen farkinda olmadan Kur’an’in insan yapisi bir ser oldugu sonucuna yönelir; böylece kendisine yukardaki sekilde soru soranlari hakli çikarmis olur. Bir iki örnekle yetinmek üzere bazi ayet’lerin Kur’an’a alinisini, din adami’nin anlatisina dayali olarak açiklayalim.

Kur’an’in 111.ci Suresi, Ebu Leheb b. Abdi’l-Muttalib’in adina izafetle “Leheb Suresi” basligini tasir ve su satirlari içerir: “Ebu Leheb’in elleri kurusun, yok olsun! Mali ve kazandigi kendisine fayda vermez; alevli atese yaslanacaktir; karisi da boynunda bir ip oldugu halde ona odun tasiyacaktir” (K. 111 Leheb 1-5).

Kureys esrafindan sayilan Ebu Leheb, Muhammed’in amucasi olup Kureys’in ileri gelenlerinden Ebu Sufyan’in kizkardesi Cumayl bint Harb b. Umayya ile evlidir. Islam kaynaklarinin açiklamasina göre her ikisi de, Muhammed’in en fazla husumet ve düsmanlik besledigi kimselerdendir. Güya Muhammed, Tanri’dan: “Önce en yakin hisimlarini uyar” (K. 26 Suara 214) emrini alipta Safa (ya da Mina) tepesine çikarak oradan Mekke’li yakin hisimlarina muhtemel bir tehlikenin yaklasmakta oldugunu seslendiginde, Ebu Leheb kendisini: “Ey kahr olacisa, bizi bunun için mi buraya topladin?” diye azarlamistir. Söylendigine göre bu tarihten sonra Muhammed’e karsi husumetini her firsatta ortaya vurmustur. Örnegin Kureysliler, Muhammed’in mensup bulundugu Beni Hasim kabilesine karsi, onlardan kiz alip vermemek ve onlarla alis veris etmemek üzere, karar verip düsmanlik güttükleri zaman Ebu Leheb onlara yardimci olmustur 511. Karisi Cumayl’ da bu düsmanligi kiskirtmak için çalismistir. Söylendigine göre bir aralik Muhammed, Cibril’in bir süre kendisine görünmekte gecikmesinden sikayet ettiginde Cumayl onu alaya almis ve: “Seytani Muhammed’e gelmekte agirlasti” diye konusmustur. Onun bu konusmasi üzerine bazi kimseler Tanri’nin Muhammed’i unuttugunu ya da ona darildigini söyler olmuslardir. Ve iste bundan dolayidir ki Muhammed onlara karsi kin beslemis ve bu kinini her vesile ile dile getirmistir. Söylendigine göre Ebu Leheb’in ölümü haberini aldigi zaman yukarda degindigimiz gibi: “Ebu Leheb’in elleri kurusun, yok olsun! Mali ve kazandigi kendisine fayda vermez; alevli atese yaslanacaktir…” (K. 111 Leheb 1-5) seklindeki ayet’in indigini bildirmistir 512. Dikkat edilecegi gibi ayet, Ebu Leheb’in ölümünden dolayi Muhammed’in sevincini açiga vurur niteliktedir.

“Seytani Muhammed’e gelmekte agirlasti” diye konusan Cumayl hakkinda da, yine Leheb Suresi’ne: “karisi da boynunda bir ip oldugu halde ona odun tasiyacaktir” (K. 111 Leheb 1-5) seklinde ayet koyarken, Tanri’nin kendisini unutmadigina dair Duha Suresi’ne de sunu koymustur: “Kusluk vaktine and olsun; Sükuna erdigi zaman geceye and olsun ki Ey Muhammed! Rabbin seni ne birakti ve ne de sana darildi” (K. 93 Duha 1-3).

Hemen ekleyelim ki Muhammed’in Ebu Leheb’e karsi besledigi husumet’in nedenlerini Islam kaynaklari fazlasiyle abartarak ortaya vururlar. Çünkü gerçek o’dur ki Ebu Leheb, her ne kadar Muhammed’in yalanci ve Kureys arasinda kindarlik yaratici bir kimse oldugunu söylemekle beraber, çogu zaman ona yardimci da olmamis degildir. Özellikle Kureysli’ler Muhammed’in davranislarindan dolayi Muhammed’i koruyan Ebu Talib’e çattiklari zaman Ebu Leheb onu Kureyslilere karsi daima savunmus ve korumustur. Bunu yapmakla ayni zamanda Muhammed’e de yardimci oldugu kuskusuzdur. Ancak ne var ki Muhammed onu, Islam’a girmedi ve kendisini çesitli vesilelerle elestirdi diye düsman bilmis ve Kur’an’a yukardaki ayet’leri koymustur.

Muhammed’in düsmanlik besledigi kisilerden bir digeri Ebu Cehl’ dir ki, din adami’nin söylemesine göre Mekke döneminde iken Muhammed’in namaz kilmasina ve kildirmasina engel olanlardan biridir. Oysa ki Ebu Cehl aslinda Muhammed’le uzlasma siyaseti gütmek isteyenlerden biridir. Nitekim bir def’asinda: “(Ey Muhammed) bizi elestirmeyi birak, bizi de , tanrilarimizi da hiçbir sekilde tenkit etme, biz de seni Rabbinle basbasa birakalim” 513 demis, fakat Muhammed onun bu teklifine yanasmamistir. Yanasmayinca da Ebu Cehl ve taraftarlari Muhammed’e karsi husumet siyasetine yönelmisler, onu yalancilikla, saldirganlikla ve erkek çocugu olmadigi için “nesli kesiklikle” (güdük’lükle) suçlayip alaya almislardir. Bundan dolayidir ki güya Tanri Ebu Cehl hakkinda söyle konusmustur: “(Muhammed’i) namaz kilmaktan men eden kimse, Allah’in her seyi görmekte oldugunu bilmez mi? Ama bundan vazgeçmezse, and olsun ki onu perçeminden, yalanci ve günahkar perçeminden Cehenneme sürükleriz; o zaman kafadarlarini çagirsin. Biz de zebanileri çagiracagiz” (K. 96 Alak 14-19).

Bu dogrultuda olmak üzere Hacc Suresi’ne de Tanri’nin Ebu Cehl’i “rezillikle” asagilattigini anlatan su ayet vardir: “Bilmeden, dogruya götüren bir rehberi olmadan, aydinlatici bir Kitabi da bulunmadan Allah yolundan saptirmak için büyüklük taslayarak Allah hakkinda tartisan insan vardir. Dünya’da rezillik onadir. Ona kiyamet günü yakici azabi tattiririz. Ona -‘Bunlar senin yaptiklarindan ötürüdür-‘ denir” (K. 22 Hacc 8-10). Dikkat edilecegi gibi burada Tanri, hani sanki Ebu Cehl ile cebellesmektedir: “(Ebu Cehl) kafadarlarini çagirsin. Biz de zebanileri çagiracagiz” diyerek onunla adeta agiz kavgasina girismis gibidir

Söylemeye gerek yoktur ki “Yüce” oldugu kabul edilen bir Tanri’nin, kendi kul’lari ile bu sekilde cebellesebilecegini düsünmek zordur. Ancak ne var ki din adami, Tanri’yi bu sekilde konusurmus gibi tanimlayan bu hükümleri, Muhammed’in çikarlar siyasetinin geregi olmak üzere Kur’an’a sokulmus gibi göstermis olmaktadir.

Yine din adami’nin bellettigine göre Muhammed’in “yalanci” ve Kur’an’in da onun “uydurmasi” oldugunu söyliyen Velid b. Mugire hakkinda Tanri söyle konusmustur: “Ey Muhammed! kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan ogullar verdigim o kimseyi Bana birak, cezasini Ben vereyim. Bir de verdigim nimetten arttirmami umar. Hayir, hayir, çünkü o Bizim ayet’lerimize karsi son derece inatçidir. Onu sarp bir yokusa sardiracagim. Çünkü o düsündü, ölçtü biçti, cani çikasi, ne biçim ölçtü biçti? Cani çikasi, sonra yine ne biçim ölçüp biçti! Sonra bakti, sonra kaslarini çatti, suratini asti, sonra da sirt çevirip büyüklük tasladi. -‘Bu… Kur’an yalnizca bir insan sözüdür-‘ dedi. Iste bu adami yakici bir atese yaslayacagim. Yakici atesin ne oldugunu sen ne bilirsin? O, ne geri birakir, ne de azab’dan vazgeçer. Insanin derisini kavurur…” (K. 74 Müddessir 11-27).

Buna benzer satirlara Kalem Suresi’nde de rastlanir ki söyledir: “Ey Muhammed! Diliyle igneleyen, kovuculuk eden… çok yemin eden, alçak zorbaya… soysuzlukla damgalanmis kimseye, mallari, ögullari vardir diye aldiris etmeyesin. Ayetlerimiz ona okundugu zaman -‘Öncelerin masalidir-‘ der. Onun havada olan burnunu yakinda yere sürtecegiz” (K. 68 Kalem 10-16). Din adami’nin söylemesine göre bu ayet’lerde sözü edilen kisi Velid b. Mugire ‘dir: Tanri güya bu kisiyi, Muhammed’e karsi iyi davranmadi, onu yalanci saydi ve Kur’an’i Tanri sözü olarak tanimadi diye yukardaki sekilde küfürlere bogmaktadir.

Yine söylemege gerek yoktur ki “Yüce” oldugu kabul edilen bir Tanri’nin agzindan yukardaki tarzda sözler çikabilecegini düsünmek zordur. Olsa olsa bu sözler, kendisini yalancilikla, ya da masal uydurmakla damgalayan kimselere karsi Muhammed’in tepkisini dile getiren insan yapisi seylerdir.

Yine bunun gibi, Kur’an’in: “Onlari çarptikça çarpacagimiz gün öcümüzü süphesiz aliriz” (K. 44 Duhan 13-14,16) seklindeki ayet’lerini de Muhammed, kendisi hakkinda “O bir deli’dir” diye konusanlara cevap olmak üzere Kur’an’a koymustur.

Yine din adami’nin Beyzevi gibi kaynaklara dayali olarak söylemesinden anlasilmaktadir ki Tevbe Suresi’nin 61 ve 65 ci ayet’lerini Muhammed, “munafiklarin” kendi aleyhinde konusmalari nedeniyle koymustur. Güya bir aralik munafiklardan bazilari “Muhammed her isittigi seye inanir” diye konusmuslar ve bunu üzerine Kur’an’a su ayet girmistir: “(Munafiklardan bazilari) Peygamberi rencide ederek onun her duydugu seye inandigini söylerler. De ki -‘O sizin hakkinizda iyiyi duyucudur-‘…” (K. 9 Tevbe 61).

Yine din adami’nin bildirmesine göre güya Muhammed Tebük seferine çikacagi sirasida munafiklardan bir gurup “Su adamin haline bakin. Sam saraylarini feth etmek istiyor. O nerde, Sam saraylarini fethetmek nerde!” diye konusurak onu küçümserler. Bu konusulanlari güya Tanri duyar ve Muhammed’e haber verir: Muhammed konusanlari çagirtir ve kendisiyle alay etmelerinin nedenini sorar. Onlar da “Yolculuk zahmetini unutturmak için sakalasiyorduk” derler. Bunun üzerine Muhammed su vahy’in indigini söyler: “Eger onlara (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, -‘Biz sadece lafa dalmis sakalasiyorduk-‘ derler. De ki -Allah ile, O’nun ayetleriyle ve O’nun Peygamberi ile mi alay ediyorsunuz?-” (K. 9 Tevbe 65).

Öte yandan Kur’an’in Kevser Suresi’nin de çikarlar siyasetine dayali olmak üzere kondugu anlasilmaktadir. Gerçekten de bu ayet’de sunlar yazili: “Aziz peygamberim! Biz sana Kevser verdik. Sen Rabbin rizasi için namaz kil ve kurban kes. Süphesiz ki sana adavet edenlerin (kin besleyenlerin) adi sani ortadan kalkacaktir” (K. 108 kevser 1-3).

Burada geçen “Kevser” sözcügü “bereket”, “bolluk” anlaminda olup güya Cennet’te inci yatagi üzerinde akan büyük bir nehrin adidir. Din adami’nin anlatmasina göre Tanri bu nimet’leri Muhammed’e vermistir ve vermesinin nedeni de onun erkek çoçuk sahibi olamamasindandir. Gerçekten de Muhammed’in, Hatice’den dört kiz ve bir oglan ve Marya adindaki cariyesinden de Ibrahim adinda bir oglu olmus ve fakat oglan çocuklar çok küçük yaslarda ölmüslerdir. Oysa ki Muhammed, oglan çocuk sahibi olmayi çok dilemis, bir türlü edinememistir. Edinemedigi için bir çok kimseler Muhammed hakkinda “Ashab’a Muhammed’ün Ebter” (yani “Artik Muhammed sonsuz sabah oldu”) diye konusmuslardir. “Ebter” sözcügu arapça’da “nesli kesik”, “güdük” anlamina gelir ki erkek çocugu olmayanlar için, ve biraz da hakaret olsun diye kullanilir.

Ve iste din adami’nin söylemesine göre Tanri güya erkek çocugu olmadi diye Muhammed’i teselli etmek istemis ve onun hakkinda “Ebter” diyenlere inat olsun için Cennet’teki Kevser’i verdigine dair yukardaki ayet’i göndermistir. Oysa ki söz konusu ayet’ler, hem Muhammed’in aleyhinde konusanlari sindirmek ve hem de Tanri’nin Muhammed’e, erkek çocuk yerine çok daha büyük nimet olmak üzere Kevser’i verdigi kanisini yaratmak üzere, ve günlük siyasetin icabi olarak konmustur.

“Pek iyi ama eger Tanri Muhammed’i sevinçli kilmak, mutlu yapmak istiyor idiyse neden onun çok ister oldugu oglan çocugu vermemis, ya da verdiklerini küçük yasta iken yok etmistir?” diye soru sormak isteyenler, kuskusuz ki bu soru’nun yanitini yukarda söz konusu ayet’lerin, “çikarlar” siyaseti’nin bir geregi olmak üzere düzenlenmis olup insan yapisi nitelikte bulundugunu düsünmekte bulacaklardir.

“Müslüman” ya da “Kafir” olmanin Tanri’nin keyfine bagli bir sey olduguna dair Kur’an’da yer alan çogu ayet’ler bakimindan da ayni seyleri söylemek mümkündür. Söyleki:

Daha önce de gördügümüz gibi din adami Kur’an’in: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar; kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar…” (K. 6 En’am 125) ya da: “Tanri dileseydi hepinizi dogru yola eristirirdi” (K. 6 En’am149) ya da “Allah isteseydi sizi tek bir ümmet yapardi. Ama o istedigini saptirir, istedigini dogru yola eristirir” (K. 16 Nahl 93) seklindeki ayet’lerine dayanarak Tanri’nin keyfiligini dile getirir. Getirirken de bu ayet’lerin, Islam disi birakilanlar için kondugunu söyler. Verdigi örnekler arasinda Muhammed’in amucasi Ebu Talib de vardir. Kureys’in ileri gelenlerinden olan Ebu Talib, Muhammed’in bütün israrlarina ragmen Islam’a girmekten daima kaçinmis ve atalarinin dininde kalmayi tercih etmistir. Hastalanipta ölüm dösegine düstügünde Muhammed yanina gelmis, Islam olmasi için son bir kez istekte bulunmus, hatta ona Tanri nezdinde sefaatçi olacagini anlatmis fakat buna ragmen Ebu Talib kararindan dönmemistir. Din adami’nin Islam kaynaklarindan naklen söylemesine göre Tanri, güya bunun üzerinedir ki: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar; kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar…” (K. 6 En’am 125) seklindeki ayet’i indirmistir. Bununla anlatmak istemistir ki Ebu Talib’in Islam olmayisinin sorumlulugunu Muhammed’te aramak dogru olmaz, çünkü Ebu Talib’in müslüman olmamasina sebeb Tanri’dir: Tanri onun kalbini Islamiyete açmamistir.

Oysa ki isin içyüzü böyle degil söyledir: Bilindigi gibi Ebu Talib, her zaman için Muhammed’e destek olmus, onu bir baba gibi yetistirmek yaninda Kureyslilere karsi da korumustur; bununla beraber hiçbir zaman müslüman olmayi aklinda geçirmemistir. Oysa ki Muhammed onun müslüman olmasi için çok ugrasmistir, çünkü onun sayesinde Kureysileri Islama sokmanin kolaylasacagini hesaplamistir. Ancak ne var ki basarili olamamistir. Olamayinca çevresindekilerin: “Bu nasil peygamberdir ki amucasini bile müslüman yapamaz” seklinde konusacaklarini ve böyle bir halde etrafa karsi prestijinin sarsilacagini hesaplayarak “Islam olup dogru yola girmenin” Tanri’nin keyfine kalmis bir is oldugunu belirterek Kur’an’a, biraz yukarda belirttigimiz ayet’leri koymustur ki bunlar arsinda özellikle su vardir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar; kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar…” (K. 6 En’am 125).

Diyanet yayinlarinda yer alan Islami verilerden anlasilmaktadir ki bu tur ayet’ler, Ebu Talib gibi müslüman olmaktan kaçinan kimseler vesilesiyle konmustur. Din adam’i bunun böyle oldugunu anlatirken, müslüman olup olmamanin kisi iradesine degil fakat Tanri iradesine bagli bir sey oldugunu anlatmak ister. Fakat farkinda olmadan söz konusu ayet’lerin günlük siyaset geregince düzenlendigi gerçegini ortaya vurmus olur.

Hemen ekleyelim ki, yukardaki hükümlerle çelisir nitelikte olmak üzere Kur’an’da, müslüman olup olmamanin kisi iradesine bagli bir is oldugunu anlatir nitelikte, ayet’ler de yok degildir ki bunlar, yine çikarlar siyasetinin bir baska tezahür seklidir. Örnegin: “Islediklerinden ötürü herkesin bir derecesi vardir. Her kese islediklerinin karsiligi ödenir…Inkar edenler, atese sunulduklari gün onlara: -‘… yoldan çikmanizin karsiliginda alçaltici bir ceza göreceksiniz-‘ denir” (K. 46 Ahkaf 19-20) seklinde ya da “Basiniza gelen her hangi bir müsibet, ellerinizle islediklerinizden ötürüdür” (K. 42 Sura 30) ya da “Iste orada her kes , dünyada yapmis oldugunu bulur” (K. 10 Yunus 21-30,52) diye okunan ayet’ler bunun kanitidir. Bu tür ayet’leri Muhammed, müslüman olmanin Cennetlere ve mükafatlara erismek gibi “iyi” ve olmamanin ise Cehennem’e gitmek gibi “kötü” bir is yapmak oldugunu anlatmak için koymustur. Beyzevi gibi Kur’an yorumcularina göre yukardaki ayet’ler, Ebu Bekir ile oglu Abdurrahman’in müslüman oluslari vesilesiyle yerlesmistir. Bilindigi gibi Ebu Bekir, Muhammed’in “peygamber” olarak ortaya çikisindan iki yil sonra müslüman olmus, fakat oglu Abdurrahman, ana ve babasinin israrlarina ragmen önceleri olmak istememis ve bu yüzden anasina babasina “öf ikinizden size” diye isyankar olmustur. Olunca da Muhammed Kur’an’a, müslüman olmaktan kaçinanlarin Allah’in azabina ugrayacagina dair ayet’ler koymustur ki bunlar arasinda Ahkaf Suresi’nin 17-18 ayet’leri vardir ve söyledir: “Annesine, babasina -‘Öf ikinizden, benden önce nice nesiller gelip geçmisken beni tekrar diriltilmemle mi tehdit ediyorsunuz?-‘ diyen kimseye anne ve babasi: -‘Sana yaziklar olsun! Inan dogrusu Allah’in sözü gerçektir-‘ dedikleri halde: -‘Bu Kur’an ötekilerin masallarindan baska bir sey degildir-‘ diye cevap veren kimse gibiler, iste onlar… Allah’in azab vadinin aleyhlerinde gerçeklestigi kimselerdir” (K. 46 Ahkaf 17-18).

Fakat daha sonra Abdurrahman müslüman olmus ve bunun üzerine Muhammed, diger Araplara onu ve babasini örnek göstererek ayni yolu seçmeleri halinde ayni mükafatlara konacaklarini anlatmak istemis ve Kur’an’a: “Islediklerinden ötürü herkesin bir derecesi vardir. Her kese islediklerinin karsiligi ödenir…” (K. 46 Ahkaf 19-20) seklindeki ayet’leri yerlestirmisir. Böylece kisileri Cennet’e kavusma arzusu ya da Cehenneme gitme korkusu karsisinda seçim yapma sorumlulugunda birakmak istemistir. Fakat bu siyasetin basarili olmamasi ve örnegin kendi amucasi Ebu Talib gibi kimselerin direnmeleri üzerine, kendisine basarisizlik damgasi vurulmasin diye baska bir siyaset izlemis ve bu kez Kur’an’a, biraz yukarda degindigimiz gibi, “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar; kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar…” (K. 6 En’am 125) seklinde ayet’leri yerlestirmistir. Böylece farkli durumlara uygun günlük siyaset geregince Kur’an’a, birbirine zit ve birbiriyle çelisir nitelikte ayet’lerin girmesine vesile olmustur.

Günlük siyaset geregince Kur’an’a giren ayet’ler konusunda verilebilecek diger ilginç bir örnek Muhammed’in Zeyneb bint Cahs ile evlenmesi olayidir ki Ahzab Suresi’nde geçer. Bu olayin din adami tarafindan Kur’an egitimi olarak belletilmesi söyledir:

Zeyneb bint Cahs, (ki ilk adi Barra iken daha sonra Muhammed tarafindan Zeyneb olarak degistirilmistir) Muhammed’in halasi Umayma bint abd al-Muttalib’in kizidir. Muhammed onu Zeyd ile, yani kölelikten gelme kendi ogullugu ile evlendirmek ister. Zeyd, ilk önce Muhammed’in karisi Hadice’ye hediye edilmis olup Hadice’nin de Muhammed’e hediye ettigi bir köledir. Asil adi Zeyd b. Harise iken, Islamiyeti ilk kabul edenlerden biri olmasi nedeniyle, Muhammed onu azad edip kendisine ogulluk edinmis ve adini da, Zeyd Ibn Muhammed olarak (yani “Muhammed’in oglu Zeyd” ) seklinde degistirmistir. Çünkü Arap gelenegince “ogul” edinilen kisiler, kendilerini ogul edinenlerin gerçek oglu sayilir, onun adini alir ve mirasçisi olurdu. Öte yandan ogul edinen bir kimse, ogullugunun bosadigi ya da dul biraktigi kadinla evlenemezdi; bu tür evlilikler haram sayilirdi.

Kendisine ogul edindigi Zeyd’i, halasi’nin kizi Zeyneb ile evlendirmege kalkistigi zaman Muhammed, Zeyneb’in erkek kardeslerinin muhalefeti ile karsilasir. Bunlar Zeyd gibi azadli bir kölenin, kardesleriyle evlendirilmesine karsi olduklarini bildirirler. Kardeslerinin etkisi altinda kalan Zeyneb de düsünüp karar vermek için süre ister. Fakat Muhammed Zeyd’in Zeyneb’le evlenmesi kararinda israrlidir. Kararini geçerli kilabilmek için Kur’an’a su ayet’i koyar: “Allah ve peygamberi bir seye hükmettigi zaman, inanan erkek ve kadina artik islerinde baska yolu seçmek yarasmaz. Allah’a ve peygambere baskaldiran süphesiz apaçik bir sekilde sapmis olur” (K. 33 Ahzab 36).

Bu hükme uyarak Zeyneb, Zeyd ile evlenmeyi kabul eder ve evlenir. Her ne kadar din adami bu evliligi “mutsuz” bir evlilik imis gibi göstermek isterse de yalandir. Zeyd, esi Zeyneb’ten ne kadar hosnud ise Zeyneb de ondan o kadar hosnud olmalidir ki söylendigine göre ondan bir de çocugu olmustur.

Taberi, Ibn Ishak ve Vakidi vs… gibi kaynaklarin bildirmesine göre, Hicret’in 5.ci yilinda, günlerden bir gün Muhammed, ziyaret etmek maksadiyle Zeyd’in evine gittiginde kapiyi açan Zeyneb’in yari çiplak güzelligine vurulur ve ona asik oldugunu ihsas eder. Taberi’nin ünlü yapitinda söyle yazili: “Tanri elçisi günün birinde Zeyd’i aramak üzere onun evine geldi. Kapida yünden örülmüs bir perde asili bulunuyordu. Rüzgar perdeyi kaldirdi. O zaman Zeyneb odasinda çiplak bir halde bulunuyordu. Tanri elçisinin gözü ona ilisti, güzelligi hosuna gitti ve kalbinde iz birakti” 514.

Her ne kadar bazi seriatçilar Muhammed’in Zeyneb’le, sirf kocasi ile iyi geçinemedigi ve kocasi tarafindan bos edildigi için evlendigini, yoksa ona asik olma gibi bir duruma düsmedigini bütün bunlarin Hiristiyan misyonerler tarafindan uydurulmus seyler oldugunu söylerlerse 515 de yine yalandir. Çünkü Muhammed’in Zeyneb’e yukarda anlatildigi sekilde asik düstügünü bildiren kaynaklar hep Islam kaynaklaridir. O kadar ki, bu kaynaklar Muhammed’in Zeyneb’i yari çiplak halde görüpte yukardaki sekilde konustugunu belirttikten sonra bir de duygularini gizleyemiyerek: “Kalbleri degistiren Tanri kutludur” diye mirildandigini ve bu söylediklerinin Zeyneb tarafindan isitildigini bildirirler. Nitekim Zeyneb, aksam Zeyd eve geldiginde Muhammed’in ziyaretiyle ilgili olarak söyle der: “Eve girmesini rica etti isem de girmedi… Kapidan ayrilirken -‘Tanri’yi her eksiklikten tenzih ederim; kalbleri degistiren Tanri kutludur-‘ diyordu” 516

Bunlari dinleyen Zeyd, Muhammed’in Zeyneb’e asik oldugunu anlamistir; derhal evden çikarak Muhammed’in yanina gelir ve : “Ey Tanri elçisi! evime geldigini söylediler; babam ve anam sana feda olsun, eve girmeliydin, Zeyneb hosuna gitmis olabilir, hosuna gitti ise onu bosarim” der. Muhammed kendisine sorar: “(Zeyneb ) hakkinda bir süpheye mi düstün?” . Zeyd söyle yanit verir: “Ey Tanri elçisi! Hiç bir hususta ondan süphelenmedim; ondan hayirdan baska birsey görmedim” 517. Görülüyor ki Zeyd ile Zeyneb’in arasinda her hangi bir geçimsizlik, bir uzlasmazlik diye bir sey yoktur ve Zeyd karisindan pek hosnudtur. Muhammed ona: “Esinden ayrilma” diye yanit verir. Buna ragmen Zeyd esini bosar, çünkü güya kendisine artik karisindan igrenme hali gelmistir.

Zeyneb’in evlilik durumu sona erdigi için Muhammed’in, onunla evlenmesi artik mümkündür; fakat ortada bir engel vardir ki o da Arap gelenegine göre ogul edinen kimselerin, kendi ogulluklarinin karilariyle evlenemeyeceklerini öngören haram hükmüdür. Bu hüküm degismedikçe Zeyneb’le evlenmesi söz konusu olamayacaktir. Ancak ne var ki Zeyneb’le evlenmekte kararlidir. Aradan çok geçmeden bir gün, Ayse’nin yaninda iken, bir aralik bayginliklar geçirir gibi olur. Ayildigi vakit gülümsiyerek: “Zeyneb’in yanina gidip, kim müjdeler? Yüce Tanri onu benimle evlendirdi” der ve Tanri’nin kendisine Zeyneb’le evlenmeyi “farz” kildigini ve aslinda evlendirdigini söyliyerek su ayet’leri Kur’an’a koyar: “Ey Muhammed! Allah’in nimet verdigi ve senin de nimetlendirdigin kimseye (yani Zeyd’e): -‘Esini birakma, Allah’tan sakin-‘ diyor, Allah’in açiga vuran seyi içinde sakliyordun. Insanlardan çekiniyordun… sonunda Zeyd esiyle ilgisini kestiginde onu (yani Zeyneb’i) seninle evlendirdik, ki, evladliklari, esleriyle ilgilierini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü’minlere bir sorumluluk olmadigi bilinsin. Allah’in buyrugu yerine gelecektir” (K. 33 Ahzab 37) .

Bu ayet, kuskusuz ki bir takim kisilerin: “Muhammed evli bir kadini kocasindan bosatip onunla evlendi” ya da “Muhammed kendi ogullugunun karisini aldi” seklindeki ithamlari önlemege yeterliydi. Fakat Muhammed, Zeyneb ile evlenmenin kendisi için Tanri emrini yerine getirmek oldugunu bu itibarla kendisine hiç bir suretle sorumluluk gelmeyecegini biraz daha açikliga kavusturmak üzere su ayet’i ekler: “Peygamber’in Allah tarafindan emrolunani yapmasindan dolayi Peygamber’e hiçbir vebal teveccüh etmez… Allah’in emri, olup bitmis kat’i bir fermandir…” (K. 33 Ahzab 38).

Ogul edinilen kimselerin, gerçek ogul gibi kabul edilmelerini, ve kendilerini ogul edinenlerin mirasçisi sayilmalarini, onlarin adini almalarini öngören Arap gelenegini kaldirmak için de Kur’an’a su ayet’leri koyar: “Allah…evlatliklarinizi da ogullariniz gibi tutmanizi mesru kilmamistir. Bunlar sizin dileklerinize doladiginiz bos sözlerdir. Allah gerçegi söylemektedir; dogru yola O eristirir…” (K. 33 Ahzab 4)”.

Gerçek anlamda kendisinin Zeyd’in öz babasi olmadigini herkesin bildigini bilmesine ragmen Muhammed, sirf bu hususu da Tanri buyrugu ile açikliga kavusturmak maksadiyle su ayet’i ekler: “Muhammed içinizden her hangi bir adamin babasi degildir” (K. 33 Ahzab 40).

Bu olaylardan sonra Zeyd’in, “Zeyd Ibn Muhammed” (yani “Muhammed’in oglu”) diye çagirilmasinin dogru olmadigini düsünür ve degistirmek üzere Kur’an’a su ayet’i sokar: “Evladliklari babalarina nispet edin, bu Allah katinda en dogru olandir. Eger babalarinin kim oldugunu bilmiyorsaniz, bu taktirde onlari din kardesi ve dostlariniz olarak kabul edin” (K. 33 Ahzab 5).

Bu hüküm geregince Zeyd’i artik ogullugu olarak degil fakat Harise’nin oglu olarak çagirmaya baslar. Böylece yillar boyu Zeyb Ibn Muhammed (yani “Muhammed’in oglu”) diye bilinen Zeyd simdi Zeyd b. Harise (yani “Harise’nin oglu Zeyd”) olarak çagirilmaya baslar.

Görülüyor ki Muhammed, güzelligine vuruldugunu kendi agzi ile söyledigi Zeyneb ile evlenebilmek için, yillar boyu uygulanmasina ses çikarmadigi bir çok Arab geleneklerini degistirmek yoluna gitmistir.

Din adamindan ögrenmekteyiz ki bu isler tamamlandiktan sonra tantanali bir dügün tertipleyerek pek çok kisileri nikah merasimine davet eder. Fakat davet edilmedikleri halde dügüne gelenler, üstelik de geç saatlere kadar oturup gitmek istemeyenler olur 518. Bundan fevkalade rahatsiz oldugu için, yine vahy geldi diyerek Kur’an’a su ayet’i koyar: “Ey iman edenler! Peygamberin evlerine, yemek vakti davetsiz olarak, izinsiz girmeyin. Fakat davetli oldugunuz zaman girin. Yemekten sonra dagilin. Birbirinizin sözüne dalip kalmayin. Bu hal peygamberi incitiyordu da kendisi bunu söylemekten utaniyordu, (Allah) ise sözün dogrusunda çekinmez….” (K. 33 Ahzab 53)

Bu vesile ile ekleyelim ki bütün bunlar hicret’in 5.ci yilinda olan seylerdir. Ogul’luklarin durumu ile ilgili Arap gelenegi de bu tarihte sona erdirilmistir. Daha baska bir deyimle din adami’nin söylediklerinden anlamaktayiz ki Tanri, Muhammed’i “peygamber” olarak gönderdigi tarihten onbes yil sonrasina gelinceye kadar söz konusu bu Arap gelenegini degistirmeyi düsünmemistir. Fakat ne zaman ki Muhammed Zeyneb’e asik olmustur, iste o zaman Muhammed’e söz gelmesin diye ogul edinenlerin, kendi ogulluklarinin esleriyle evlenmelerini mümkün kilmis, ve kilabilmek için de ogulluklarin gerçek anlamda “ogul” sayilmamalarini saglayici hükümler koymustur.

Gerçegi söylemek gerekirse ogul edinen kimselerin, kendi ogulluklarinin esleriyle evlenmelerini haram sayan Arap gelenegi aslinda iyi ve ahlaki bir gelenektir. Böyle güzel bir gelenegi degistirip bunun yerine “Ogulluklarinizin esleriyle evlenebilirsiniz” seklinde hüküm getirmek hiçte olumlu bir degisiklik sayilmaz. Bir kimse’nin, degil sadece kendi ogullugunun esine asik olup onunla evlenmesi ve fakat bir baska kisinin esine asik olmasi ve onunla nikahlanmasi bile onaylanabilecek seylerden degildir. Yüce oldugu kabul edilen bir Tanri’nin güzel ve ahlaki bir gelenegi kaldirip yerine hiçte böyle sayilamayacak olan bir baska gelenek yerlestirmesi düsünülemez. Üstelikte ogulluklarin esleriyle evlenmeyi haram sayan Arap gelenegi hicret’in 5.ci yilina gelinceye kadar (yani Muhammed’in “peygamber” olarak ortaya çikisindan 15 yil sonrasina kadar) uygulana gelmistir. Eger bu gelenek kötü bir gelenek idiyse , bu taktirde Tanri’nin bu gelenegi daha ilk baslarda ortadan kaldirmasi gerekmez miydi? Oysa ki bu gelenek hicret’in besinci yilina kadar uygulanmis ve Muhammed’in, yukardaki sekilde Zeyneb’e asik olup onunla evlenmesi vesilesiyle kaldirilmistir.

Görülüyor ki din adami’nin anlatmasina dayali olarak yukarda inceledigimiz ayet’lerin hepsi, Muhammed’in günlük siyasetinin icab’lari olmak üzere yerlesmis olmaktadir. Buna benzer daha nice örnekleri sergilemek mümkün. Hepsinin de kanitladigi sudur ki din adami’nin bellettigi sekliyle seriat hükümlerini “uhrevi” degil fakat “dünyev^i” nitelikte (yani insan yapisi) seyler olarak kabul etmek gerekir

VIII) Din adami’nin bellettigi seriat verilerine göre Tanri, her ne kadar “layuhti” (hata islemez, yanilmaz) ise de, bazi hususlarda yanildigini anlayarak kararlarini degistirmis görünür:

Seriat’in içki yasaklariyle ilgili Kur’an ayet’lerini açiklarken din adami, sarab yasaginin Tanri tarafindan bir an’da degil fakat üç def’a’da indirilen ayet’lerle kondugunu söyler. Tanri’nin ilk önce sarab içimine cevaz verdigini (K. Nahl 67), daha sonra sarab’in hem “yararli” ve hem de “sakincali” bir sey oldugunu bildirdigini (K. Nisa 43, Bakara 219) ve nihayet fikir degistirerek sarabi kesin olarak yasakladigini (K. Maide 90-91) ekler.

Bunun nedenlerini de, Muhammed’in verdigi bilgilere dayali olarak, söyle belirtir: Islam’dan önce Araplar arasinda “çok yaygin bir sarap aliskanligi” vardi. Bütün Arabistan halki sarab içer, en büyük Arab sairleri sarab’tan ilham alirlardi. Arab’i bu pek bagli bulundugu içki aliskanligindan ayirmak uygun olmadigi için Tanri güya birden bire içki yasagini koymadi. Koymak söyle dursun, fakat aksine, Mekke döneminde iken içki’nin yararli ve haz verici oldugunu söyliyerek su ayet’i indirdi: “Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gidalar edinirsiniz. Iste bunlarda da aklini kullanan kimseler için büyük ibret vardir” (K. 16 Nahl 67).

Fakat daha sonra içki’nin hem yararli ve hem de sakincali oldugunu anlatmak üzere Tanri güya su ayet’i gönderdi: “Sana, sarabi ve kumari sorarlar. De ki: her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takim faydalar vardir. Ancak her ikisinin de günahi faydasindan daha büyüktür…” (K. 2: 219)

Yine din adami’nin söylemesine göre Tanri içkili olarak namaz kilanlar oldugunu görüp bunun sakincali oldugunu anladigi için, içkili halde namaz kilinmasini yasaklamak üzere su ayet’i indirdi: “Ey Iman edenler! Siz sarhos iken, ne söylediginizi bilinceye kadar… namaza yaklasmayin…” (K. 4 Nisa 43).

Fakat daha sonra bunun da yetersiz oldugunu farkederek sarhosluk veren içkileri kesin olarak yasaklamak üzere su ayet’i indirdi: “Ey Inananlar! Içki, kumar, putlar ve fal oklari süphesiz seytan isi pisliklerdir, bunlardan kaçinin…” (K. 5 Maide 90).

Söylendigine göre bu kesin yasak Uhud savasindan sonra, yani Islam’in gelisinden 15 yil sonra konmustur. Daha baska bir deyimle din adami sunu anlatmak ister ki eskiden beri içki aliskanliginda bulunan Arap’lari bu aliskanliktan bir an’da uzaklastirmak mümkün degildi; mümkün olamadigi içindir ki Tanri, içki yasagini bir an’da degil fakat on-üç ya da on-dört yil’lik bir süre’de kademe kademe yerlestirmek zorunda kaldi!

Söylemeye gerek yoktur ki bu tür bir açiklama, Tanri’yi hem aciz, hem ileriyi göremeyen bir “Yaratan” seklinde göstermek olur ve hem de diger yandan Kur’an’in Tanri sözleri olmadigi sonucunu olusturur Çünkü eger Tanri her seyi yapmaya kadir bir güç ise ve içkinin zararli bir sey oldugunu biliyor idiyse neden bunun böyle oldugunu daha ilk bastan bildirmesin ve içkiyi yasak etmesin? Eger kendi yarattigi insanlarin daha ana karninda iken kaderlerinin ne olacagini ve ölünceye kadar nasil davranacaklarini biliyor idiyse (ki Muhammed’in söylemesine göre böyledir) neden onlari kötü bir yola sapmaktan önlemek için içki’yi önce’den yasak etmesin? Ya da neden Arap bedevisini tedirgin ederim endisesine kapilarak kademe kademe yasak getirme yolunu seçsin?

Eger her diledigi seyi “ol” demekle oldurtabilecek güçte ise ve eger hiç kimseden çekinmeden is görebilecek yücelikte ise, neden Arap’lari “yavas yavas” içki yasagina alistirmaga çalissinda, bir an’da kesin içki yasagi koyup bir çok zararli davranislari önlemesin?

Bu sorularin yaniti arandigi takdirde varilacak sonuç, içki yasaginin çikarlar siyaseti geregince konmus olduguna varir. Nitekim din adami’nin söylemesine göre, içkili namaz yasagi ile ilgili ayet (K. 4 Nisa 43) Abdu’r-Rahman b. Avf olayi vesilesiyle ve kesin içki yasagi ile ilgili ayet (K. 5 Maide 90) ise Hamze 519 b. Abdi’l-Müttalib olayini izleyen Uhud savasindan sönra konmustur ki ki her iki olayda da içkili halde iken “Tanri ve peygamber” buyruklarina karsi gelme durumu söz konusudur. Ve iste bu olaylari anlatirken din adami, içki yasagi ile ilgili yukardaki ayet’lerin Muhammed’in günlük siyasetinin güvencesi olmak üzere kondugu sonucunu ortaya vurmus olur. Bakiniz nasil:

Din adami’nin Islam kaynaklarindan (özellikle Beyzevi ‘den) naklen bildirmesine göre içkili namaz yasagi Abdu’r-Rahman b. Avf ile ilgili bir olay vesilesiyle konmustur. Olay sudur:

Paraca ve mal’ca varlikliligi ile taninmis bulunan Ibn Avf bir gün ahbablarina büyükce bir davet verir; davet’e Muhammed’in yakin arkadaslarindan ve Sahabi’den kisileri çagirir. Aksam vaktine kadar süren davet sirasinda herkes yer içer ve sarhos olur. Aksam namazi gelince bu kisiler sarhos bir sekilde namaza dururlar. Içlerinden biri Kur’an’i kiraat etmege baslar fakat agzindan, “Tanri’ya ve peygamberi’ne” saygisizlik niteliginde abuk sabuk seyler çikar. Haber Muhammed’in kulagina ulastikta, Muhammed öfkelenir ve Ibn Avf’i takliden diger kisilerin de ayni davranista bulunmalari ihtimalinin tehlikeli sonuçlar yaratacagini düsünür. Bu nedenle içkili halde iken namaz kilmayi yasaklar Kur’an’a su ayet’i koyar: “Ey Inananlar! Sarhosken, ne dediginizi bilene kadar… namaza yaklasmayin…” (K. 4 Nisa 43)

Fakat dikkat edilecegi gibi içkiyi yasaklamis degildir; sadece içkili sekilde namaz kilmayi yasaklamistir. Içkiyi tüm olarak yasak etmemesinin nedeni, hem Ashab’tan kisileri ve hem de özellikle olayin çikmasina vesile olan Ibn Avf’i gücendirmemektir. Çünkü Ashab’tan çogu içkiye düskün kimselerdi; içki’nin yasaklanmasini hos karsilamazlardi. Öte yandan Ibn Avf, Islam’i ilk kabul edenlerden olup Muhammed’in en çok sevdigi ve saydigi kimselerden biriydi. O kadar ki onu, Cennet’e gidecek “on Sahabi”den biri olarak ilan etmistir 520. Sarap içimini kesin olarak yasaklamakla onu da kaybetmis olabilirdi. Bu itibarla içkiyi kesin olarak yasaklama yoluna o an için gidememistir.

Ancak ne var ki daha sonraki bir olay vesilesiyle, içki yasagini koymanin kendi otoritesi bakimindan kesin zaruret oldugunu anlamis, ve Kur’an’a: “Ey Inananlar! Içki, kumar, putlar ve fal oklari süphesiz seytan isi pisliklerdir, bunlardan kaçinin…” (K. 5 Maide 90) seklinde koydugu ayet ile kesin içki yasagini getirmistir. Bu yasagin Uhud savasi’ndan sonraki bir olay vesilesiyle kondugu anlasilmaktadir. Burada söz konusu olay, Muhammed’in amucasi Hamze b. Abdi’l-Müttalib ‘in, içkili bir halde iken kendisine hakaretler savurmasidir. Bu hakaretler yüzünden halk indinde otoritesinin bir hayli sarsilabilecegini ve bu nedenle içkiyi kesin olarak yasaklamak gerektigini düsünmekle beraber, amucasi Hamza’nin sagligi sirasinda bu isi yapamamistir; çünku yapmaga kalksa karsisinda Hamza’yi bulacagini hesaplamistir. Bundan dolayidir ki içki yasagini onun ölümünden hemen sonra hükme bglamistir. Islam kaynaklarinin, ve özellikle Buhari’nin Ali Ibn-i Ebi Talib’den rivayetine göre olay söyle:

Hamze Ibn-i Abdülmuttalib hem Muhammed’in amucasi ve hem de süt kardesidir. Muhammed’ten bir kaç yas büyük olup müslümanligi ilk kabul edenlerden biridir. Müslümanligi kabul edisi Islamiyet için büyük bir “kuvvet ve mesned” olarak kabul edilir, çünkü Hamze Kureysiler arasinda cesareti, yigitligi ve savasciligi ile taninmistir. Bedir savasinda büyük yararliliklar göstermis Uhud savasina katilmis ve bu savas sirasinda ölmüstür. Bütün bu meziyetlerine karsilik Hamze’nin bir kusuru vardir ki o da asiri sekilde içkiye ve kadina düskün olmasidir. Iste günlerden bir gün Hamze dostlarinin evinde, sarkici bir kizla beraber sarab içerek eglenirken sokakta “ihdirilmis” develer görür. Sarkici kizin: “Ey Hamze, (su) semiz develere bak!” demesi üzerine kilicina sarildigi gibi sokaga firlar ve develeri oracikta bogazlar; hörgüçlerini koparir, bögürlerini yarip cigerlerini çikarir ve sonra evine dönüp keyfine bakar. Ancak ne var ki bu develer Ali Ibn-i Ebi Talib’e aid’tir. Bilindigi gibi Ali, Muhammed’e babalik eden Ebu Talib’in oglu ve ayni zamanda Muhammed’in damadidir. Bu develeri oraya, civarda bulunan “izhir” otu yükleyip satmak için getirmistir. Develerinin Hamze tarafindan bu sekilde öldürüldügunü görünce dehsete düser, ne yapacagini sasirir. Fakat Hamze’ye kafa tutmaktan çekindigi için solugu Muhammed’in yaninda alir ve olan bitenleri anlatir. Muhammed, beraberinde Ali ve Zeyd olmak üzere Hamze’nin evine gelir ve üzüntüsünü belirtir. Fakat Hamze öylesine sarhos bir haldedir ki Muhammed’in sözleri karsisinda öfkelenir, kükrer ve hem ona, hem de Ali’ye hitaben: “(Ey Abdullah ve Ebu Talib evladlarI) Siz, babam (Abdülmuttalib) in köleleri degil misiniz?” diye hakaretler eder. Onun bu kükremesinden ürken Muhammed, hiç bir sey söylemeden arka arkaya çekilerek oda’dan çikar 521.

Din adami’nin anlatmasina göre olay bundan ibaret’tir. Görüldügü gibi Hamze’nin söyledikleri Muhammed’in otoritesine indirilmis bir darbedir. Ve Muhammed, daha önceki içkili namaz olayindan sonra bir de bu olay vesilesiyle sarhoslugun kendi otoritesi bakimindan ne kerte tehlikeli olabilecegini artik iyice anlamis ve içkiyi kesin olarak yasaklamanin kosul oldugunu kavramistir. Ancak ne var ki bu isi yapmak güçtür, çünkü karsisinda Hamze gibi güclü bir amuca vardir. Bu nedenle o an için bir sey yapamaz. Fakat ne zaman ki Hamze, yukardaki olay’dan bir süre sonra vuku bulan Uhud savasinda ölür, iste o zaman Muhammed, Tanri’dan emir geldi diyerek içkiyi kesin olarak yasaklar ve Kur’an’a su ayet’leri koyar: “Ey Inananlar! Içki, kumar, putlar ve fal oklari süphesiz seytan isi pisliklerdir, bunlardan kaçinin… Seytan süphesiz içki ve kumar yüzünden araniza düsmanlik ve kin sokmak ve sizi Allah’i anmaktan, namazdan alikoymak ister. Artik bunlardan vazgeçersiniz degil mi?” (K. 5 Maide 90-91).

Bu ayet’i Muhammed, içki’nin içilmesine cevaz veren ayet’den (yani K. Nahl 67), ya da içki’nin hem yararli hem de sakincali oldugunu belirten ayet’lerden 10 ya da 13 yil sonra Kur’an’a koymustur. Görülüyor içkiyi, daha önce, yillar boyu (hatta sakincalari öngörüldügü zamanlar dahi) “uygun” ve hatta “yararli” kabul ettigi halde, simdi (yani Hamze olayindan ve onun ölümünden sonra) “seytan isi pislik” olarak tanimlamis ve seytanin içki yüzünden kisiler arasinda düsmanliklar ve kindarliklar saldigini anlatmistir.

Bütün bunlar göstermektedir ki seriat’in içki ile ilgili hükümleri uhrevi degil dünyevi nitelikte seylerdir. Çünkü uhrevi nitelikte olmus olsaydi akla ilk gelecek soru su olurdu: eger içki “seytan isi pislik” idiyse neden Tanri onun içimine: “Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gidalar edinirsiniz. Iste bunlarda da aklini kullanan kimseler için büyük ibret vardir” (K. 16 Nahl 67) diyerek izin versin? Ve neden 15 yil boyunca (yani Hamze olayi’na ve Hamze’nin Uhud savasinda ölümüne kadar) içkiyi yasaklamasin?

Bu sorulari açiklamak, söz konusu hükümlerin dünyevi nitelikte olup çikarlar siyaseti geregince konmus oldugunun kabulu ile mümkündür. Su bakimdan ki içki’ye izin veren ayet’i Muhammed, daha henüz yeterince taraftar toplayamadigi ve kendini güçlü bulmadigi Mekke döneminde koymustur. Bilindigi gibi Mekke’den Medine’ye hicret edecegi on ya da on üç yillik süre boyunca (ki “Mekke dönemi” diye bilinir) pek az kimseyi müslüman yapabilmistir; söylendigine göre Mekke’de bulundugu 10 ya da 12 yillik süre boyunca müslüman yapabildiklerinin sayisi seksen ya da yüz kadar olmustur. Kuskusuz ki bu dönemde içki yasagi koymasi söz konusu olamazdi, çünkü koymus olsa, o az sayidaki taraftarlarini dahi kaybedebilirdi.

Fakat Medine’ye geçipte güçlenmeye basladiktan sonra yavas yavas yasaklama yolunu tutmus ve yukarda görüldügu gibi, amucasi Hamze’nin ölümünden hemen sonra kesin içki yasagini getirmistir. Yine tekrar edelim ki içki yasagini getirmesinin nedeni de, din adami’nin yukarda belirttigimiz anlatimina göre, Hamze’nin sarhos halde iken kendisine karsi sert tutumudur. Anlasilan o’dur ki Muhammed, sarhoslugun kendi otoritesine karsi ne kadar büyük bir tehlike olabilecegini bu olay vesilesiyle iyice anlamistir. Ve artik bu dönemde güçlü durumda bulundugu ve amucasi Hamze de öldügü için, içki yasagini koymakta sakinca bulmamistir.

Görülüyor ki içki yasagi ile ilgili seriat hükümlerinin gerekçelerini açiklarken din adami, farkinda olmadan su gerçegi vurgulamis olur ki bu yasak, insanlarin sagligini korumak için filan degil fakat Muhammed’in (dolayisiyle iktidar’da bulunanlarin) otoritesini korumak amaciyle konmustur. Yine farkinda olmadan sunu anlatmis olur ki da bu hükümler gökten inme degil fakat çikarlar siyasetine dayali olmak üzere insan yapisi seylerdir.

Ramazan’da oruç gecesi kadinlara yaklasmanin “helal” olduguna iliskin ayet’in konmasi, bu konuda verilecek örneklerden bir digeridir. Din adami’nin söylemesine göre Tanri, ilk baslarda müslümanlara oruç gecesi kadinlarina yaklasmayi yasaklamisti; fakat bazi müslümanlarin dayanamayip kadinlarina yaklastigini görünce, sirf onlara kolaylik olsun diye Bakara Suresi’nin 187ci ayeti ile bu yasagi kaldirmis ve söyle demistir:

“Oruç tuttugunuz günlerin gecesi kadinlariniza yaklasmaniz size helal kilindi… Allah nefsinize güvenemeyeceginizi biliyordu, bu sebeble tevbenizi kabul edip sizi affetti; artik onlara yaklasabilirsiniz” (K. 2 Bakara 187). Bazi çevirilerde “Allah kendinize kötülük ettiginizi bildi” tümcesi yer alir.

Fakat her ne olursa olsun din adaminin söylemesinden anlasilan su ki Tanri, müslüman kullarinin oruç gecesi kadinlara yaklasmalarini önce yasak kilmis fakat bunu yapmakla hata ettigini anlayarak yasagi kaldirmistir.

Söylemeye gerek yoktur ki söz konusu yasagi, Muhammed kendisi koymustur. Fakat yasagi uygulamanin müslümanlari kendi aleyhine çevirecegini düsünerek degistirmistir.

Ve iste din adami, bu yukardakine benzer örnekleri sergilemekle Tanri’yi, hani sanki bir hüküm koyarken yanilgiya düsebilirmis ve bu yüzden koydugu hükümleri ikide bir degistirirmis gibi bir tanima sokmus olur.