Home » Library » Modern Library » Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum11

Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum11


Din Adami Insanlarimizi Seriat Öyküleriyle Uyutarak Akil Disi’liklara Inanan Kisiler Durumunda Tutar.


Islam seriati’ni olusturan din verileri, genellikle öykülerle (masallarla) süslenmistir ki bazilari seriat dilinde “Kissa” diye tanimlanir. Bunlar din adami’nin elinde Müslüman halklari akilciliktan uzaklastirmak için is gören birer araçtir. Bu masal’lardan pek çogu genellikle Tevrat’dan bazilari da Hiristiyan geleneklerinden kaynaklanmis seylerdir ki, her biri cazib ve “sihirli” yönleriyle halki büyüler: örnegin “yasak meyve”‘yi yedikleri için Adem ile Havva’nin Cennet’ten atilmalari; ya da seytanlarin Tanri ile cebellesmeleri; ya da karincalarin birbirleriyle konusup fisildasmalari; ya da Ka’be’yi yikmaga gelen fil’lerin kuslar tarafindan taslanip kaçirtilmalari; ya da gökten inme emirlere göre develerin oturup kalkmalari; ya da kaya parçalarinin Mus’a’nin elbiselerini kapip kaçmalari; ya da magaraya siginan ya da cin’lerden ve kus’lardan olusan ordular; ya da hüngür hüngür aglayan agaç kütük’leri, ya da kafirlere doyamadiklari için sizlanan Cehennem’ler vb… bu konuda verilebilecek nice örneklerden sadece bir kaçidir.

Bu öykülerle din adami kisi’yi, sadece çocuk zekali ve düsünme gücünden yoksun yaratik kertesinde tutmus olmaz fakat ayni zamanda olumsuz bir Tanri anlayisina sürükler. Pek çok örneklerden bir ikisine deginmekle yetinmek üzere Adem’in yaratilmasiyle ilgili öykü’den baslayalim:

Din adami’nin seriat kaynagindan naklen anlattigi hikaye’ye göre Tanri: “Ben, balçiktan islenebilen kara topraktan bir insan yaratacagim” (K. 15 Hicr, 26 ve d…) diyerek Adem’i yaratir ve sonra meleklere ve digerlerine : “Adem’e secde edin” (K. 7 A’raf 11-19) diye emreder. Fakat Iblis bu emre boyun egmez ve Adem’e secde etmez. Daha dogrusu Adem’e secde etmeyi kendi haysiyetine yedirmez çünkü Adem “balçik” ve “kara toprak” gibi bayagi malzemeden ,kendisi ise “ates’ten” yani asil nitelikteki bir seyden yaratilmistir. Bundan dolayidir ki neden dolayi Adem’e secde etmedigini kendisine soran Tanri’ya kafa tutarak su yaniti verir: “Beni ates’ten, (Adem’i ise) çamurdan yarattin; ben ondan üstünüm” (K. 7 A’raf 11-19). Aslinda bu yaniti vermekle Iblis dogru’yu söylemistir, çünkü ates’in en “üstün” ve “en asil” degerde bir sey oldugunu ve Iblis’i de ates’ten yarattigini söyleyen bizzat Tanri’dir. Böyle olunca da Tanri’nin, kuskusuz ki “asil” ve “üstün” bir malzemeden yarattigi Iblis’i, “balçik” ve “çamur’ gibi asagilik bir malzemeden yarattigi Adem’e secde ettirmesi uygun düsmez. Fakat buna ragmen Tanri, Iblis’in hakli direnisi karsisinda öfkelenir ve ona söyle bagirir: “In oradan! Orada büyüklenmek sana düsmez., defol , sen alçagin birisin” (K. 7 A’raf 13).

Bunun üzerine Iblis, küstah bir tavirla ve adeta Tanri’ya emir verircesine: “Insanlarin tekrar dirilecekleri güne kadar beni ertele” (K. A’raf 14) der. Tanri da Iblis’in istegini yerine getirerek: “Sen erteye birakilanlardansin ” (K. A’raf 15) der. Görülüyor ki din adami’nin anlattigi öyküye göre Tanri adeta Iblis’e boyun egmis gibidir.

Istedigi seyi Tanri’ya bu sekilde kabul ettiren Iblis, bu kez biraz daha küstah bir tutum içerisinde Tanri’ya hitaben söyle konusur: “Beni azdirdigin için, and olsun ki, Senin dogru yolun üzerinde onlara karsi duracagim; sonra önlerinden, ardlarindan, sag ve sollarindan onlara sokulacagim; çogunu Sana sükreder bulamayacaksin” (K. A’raf, 16-17).

Dikkat edilecegi gibi bu sözleriyle Iblis, tam manasiyle Tanri’ya meydan okumakta ve insanlari ona karsi isyankar kilacagini anlatmaktadir. Her seyi diledigi gibi yaratmak ya da yok etmek gücüne sahip oldugu söylenen Tanri ise, Iblis’in böylesine küstah bir davranisi karsisinda söyle yanit verir: “Yerilmis ve kovulmussun, oradan defol; and olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, onlari ve sizi, hepinizi cehenneme dolduracagim” (K. A’raf, 18).

Bunu söyledikten sonra Adem’e dönerek söyle der: “Ey Adem! Sen ve esin cennette kalin ve istediginiz yerden yiyin, yalniz su agaca yaklasmayin, yoksa zalimlerden olursunuz” (K. A’raf, 19).

Daha baska bir deyimle Tanri, insanlari dogru yoldan ayiracagini açikca bildiren Iblis’i yok edecek yerde serbest birakmis, ona karsi sadece lanet savurmustur. Bu serbesti icerisinde Iblis, ilk is olarak Adem ile esi Havva’nin yanina gider ve onlara söyle der: “Rabbinizin sizi bu agaçtan men’etmesi melek olmaniz veya burada temelli kalmanizi önlemek içindir… Dogrusu ben size ögüt verenlerdenim” (K. A’raf 20-21) .

Bu sözlere kanan Adem ve esi yasak edilmis olan agacin meyvelerini yerler ve böylece Tanri’nin verdigi emri çignemis olurlar. Bunu gören Tanri öfkelenip, gazaba gelir. Ancak ne var ki onlari kandiran, yani suç islemege zorlayan Iblis’i azarlayacak yerde Adem ile Havva’ya çatar: “Ben sizi o agaçtan menetmemis miydim? Seytanin size apaçik bir düsman oldugunu söylememis miydim?” (K. A’raf, 22) diye kükrer. Adem ve Havva pismanlik göstererek yalvar yakar olurlar: “Rabbimiz! Kendimize yazik ettik; bizi bagislamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz” (K. 7: 23) derler. Fakat “rahim” (“esirgeyen” ve “aciyan”) oldugu söylenen Tanri, onlarin pesimanliklarina ve özür dilemelerine aldiris etmez; maksadi öç almaktir, çünkü din adami’nin yine Kur’an’dan naklen bildirdigine göre Tanri “muntakim” dir, yani “intikamcidir” ve böyle oldugunu : “öcümüzü süphesiz aliriz” (K. 47 Muhammed 4) ya da “süphesiz suçlulardan öz alacagiz” (K. 32 Secde 22) seklindeki ayet’leriyle bildirmistir. Bu nedenle Adem ile Havva’yi, pesimanlik duymalarina ve özür dilemis olmalarina ragmen, cezalandirir: her ikisini de cennetten çikarip yeryüzüne gönderir: hem de onlari birbirlerine düsman kilmis olarak. Söyle der: “Birbirinize düsman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerlesip geçineceksiniz. Orada yasar, orada ölür ve orada dirilirsiniz” (K. 7: 24-25).

Din adami’nin Kur’an’dan naklen bildirdigine göre Tanri, bu olayi insanlara örnek vermis ve söyle demistir: “Ey insanogullari! Seytan, ayip yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananizi, babanizi cennetten cikardigi gibi sizi de sasirtmasin… Biz seytanlari, inanmayanlara dost kilariz” (K. 7: 27).

Görülüyor ki din adami’nin Kur’an’a dayali olarak söylemesine göre Tanri “inanmayanlari” seytan ile dost kildigini anlatmaktadir. Ancak ne var ki yine din adami’nin Kur’an’a dayali olarak bildirmesine göre insanlari “inanmayanlar’dan” ( daha dogrusu “müslüman” ya da “kafir”) yapan da Tanri’dir. Nitekim bunun böyle oldugunu su sekilde bildirmistir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyet’e açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar…” (K. 6 En’am 125). Daha basak bir deyiumle hem insanlari “inanmayanlardan” yapmakta ve yaptiktan sonra da “seytanlarla” dost kilmaktadir.

Seriat kaynaklarina dayali olarak bu öyküyü anlatan din adami’nin sözlerinden anlasilan sudur ki Tanri Adem ile Havva’yi yukardaki sekilde azarlarken seytan, pek muhtemelen bir kenara çekilmis sinsi sinsi gülmekte ve Tanri ile isbirligi yapmak üzere beklemektedir: Tanri insanlarin kalplerini dar kilip inanmayanlardan yapsin da kendisine is çiksin diye!

 

 

Din adami’nin Kur’an’dan naklen anlattigi diger bir öykü “peygamber” diye bilinen Yusuf ile ilgili olup hem bir yandan inanç farkinda dogma nedenlere dayali olarak düsmanliklar yaratmaya, hem kadinlari ‘hilekar”, “düzenbaz” kilikta gösterip asagilatmaya ve nihayet hem de “inanma’nin” ya da ” “sapitma’nin” insan irade’sine bagli bir sey olmayip Tanri’nin keyfiligi ile olusan bir sey oldugunu anlatmaya yarar.

Hemen hatirlatalim ki Yusuf, Israilogullarina gönderildigi söylenen “peygamber” lerden biri olup Ibrahim’in ve onun oglu Ishak’in oglu Ya’kub’un ogludur. Güya bir gün babasina: “Babacigim! Rü’yam’da onbir yildiz, günes ve ay’in bana secde ettiklerini gördüm” (K. 12 Yusuf 4) der; babasi da kendisine: “Ogulcugum! Rü’yani kardeslerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira seytan insanin apaçik düsmanidir” (K. 7: 5) diyerek kendisinin, Tanri tarafindan Ibrahim’e ve Ishak’a verilen nimetleri tamamlamak üzere peygamber olarak seçilecegini bildirir (K. 7: 6).

Ancak ne var ki Yusuf’un kardesleri kendisini kiskanmaktadirlar, çünkü babalarinin Yusuf’a ve onun daha küçügü olan kardesine asiri bir sevgi besledigini bilmektedirler. Bu nedenle kendi aralarinda su sekilde konusurlar: “Babamiz Yusuf’u ve kardesini (bizden) daha çok seviyor. Dogrusu babamiz apaçik bir sapiklik içindedir. Yusuf’u öldürün veya onu bir yere birakiverin ki babaniz size kalsin…” (K. 12: 8-9) derler. Ve onu öldürmektense bir kuyu’ya salip birakmayi kararlastirirlar (K. 12: 11-19) ve babalarina da: “Ey babamiz! inan olsun ki biz yaris yapiyorduk; Yusuf’u esyamizin yanina birakmistik; bir kurt onu yedi” derler ve üzerine kan bulastirilmis bir gömlegi gösterirler (K. 12:15-19). Babalari isin içyüzünü anlamistir, fakat belli etmez ve: “Sizi nefsiniz bir is yapmaya sürükledi; artik bana güzelce bir sabir gerekir; ancak Allah’tan yardim istenir” (K. 12:18) der.

Kuyu civarindan geçmekte olan bir kervan’in suculari Yusuf’u bulup çikarirlar ve Misir’a götürüp vezir’lerden birine ucuz fiyatla satarlar (K. 12: 19-20). Yusuf’u satin alan kimse karisina: “Ona güzel bak, belki bize faydasi olur yahutta onu evlad ediniriz” (K.12: 21) der.

Fakat din adami’nin anlatima göre bütün bu olan bitenler hep Tanri’nin dilegi ve bilgisiyle olmaktadir, su bakimdan ki Kur’an’da: “Biz iste böylece Yusuf’u o yere yerlestirdik, ona rü’yalarin nasil yorumlanacagini ögrettik… Erginlik çagina erince ona hikmet ve bilgi verdik. Iyi davrananlari böyle mükafatlandiririz” (K. 12: 21-22) diye yazilidir.

Yusuf’u evlad edinen adamin karisi Yusuf’a göz koymustur. Kocasi’nin evde bulunmadigi bir gün evin kapilarini kapar ve “Gelsene” der. Fakat Yusuf kabul etmez ve: “Günah islemekten Allah’a siginirim; dogrusu senin kocan benim efendimdir; bana iyi bakti. Haksizlik yapanlar süphesiz basariya ulasamazlar” (K. 12: 23) diye karsilik verir. Ancak ne var ki bunu, nefsine ve iradesine hakim oldugu için degil fakat Tanri’dan aldigi bir isaretle yapmistir. Nitekim Kur’an’da söyle yazili: “And olsun ki kadin Yusuf’a karsi istekli idi; Rabbinden bir isaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. Iste ondan kötülügü ve fenaligi böylece engelledik. Dogrusu o bizim öz kullarimizdandir” (K. 12: 24).

Görülüyor ki Tanri Yusuf’u, kadinin isteklerine karsi durmak bakimindan pekistirmistir. Yani kötülügü ve fenaligi sadece Yusuf bakimindan engellemis fakat kadincagiza yardimci olmamistir. Yani kadinin Yusuf’u ayartmasina, gömlegine sarilmasina ses çikarmamistir.

Din adami’nin anlattigi sekliyle hikaye söyle devam etmekte: “Ikisi de kapiya kostu, kadin arkadan Yusuf’un gömlegini yirtti. kapinin önünde kocasina rastladilar. Kadin kocasina -‘Ailene fenalik etmek isteyen bir kimsenin cezasi ya hapis ya da can yakici bir azab olmalidir-‘ dedi. Yusuf -‘Beni kendisine o çagirdi-‘ dedi. Kadin tarafindan bir sahid: -‘Eger gömlegi önden yirtilmissa kadin dogru söylemis, erkek yalancilardandir. Sayet gömlegi arkadan yirtilmissa kadin yalan söylemistir, erkek dogrulardandir-‘ diye sahidlik etti. Kocasi gömlegin arkadan yirtilmis oldugunu görünce, karisina hitaben: -‘Dogrusu bu sizin tuzaginizdir, siz kadinlarin düzeni büyüktür-‘ dedi. Yusuf’a dönerek: -‘Yusuf! Sen buna aldirma-‘, kadina dönerek: -‘Sen de günahinin bagislanmasini dile, çünkü suçlusun-‘ dedi. Sehirde bir takim kadinlar: -‘Vezirin karisi kölesinin olmak istiyormus; sevgisi bagrini yakmis; dogrusu onun besbelli sapitmis oldugunu görüyoruz’- dediler…” (K. 12 Yusuf 24-30)

Görülüyor ki koca, sirf gömlek arkadan yirtilmistir diye karisini, Yusuf’a tuzak kurmakla suçlamis ve “Siz kadinlarin düzeni büyüktür” (Inne keydekunne azim) diye azarlamistir.

Fakat Vezirin karisi, bütün bu yaptiklarina ve kocasi tarafindan yukardaki sekilde azarlanmasina ragmen bildigini okumaya devam eder ve aleyhinde konusan kadinlari evine çagirir, her birine birer biçak verir. Sonra da Yusuf’u onlarin karsisina çikarir. Kadinlar Yusuf’u görünce sasip ellerini keserler ve “… -‘Allah’i tenzih ederiz ama, bu insan degil ancak yüce bir melektir’- ” derler. Vezirin karisi ise: “… -‘Iste sözünü edip beni yerdiginiz budur. And olsun ki onun olmak istedim, fakat o iffetinden dolayi çekindi. Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki hapse tikilacak ve kahre ugrayacak’-…” der. Bunu uzerine Yusuf: “… -‘Rabbim! Hapis benim için, bunlarin istediklerini yapmaktan daha iyidir. Eger tuzaklarini benden uzaklastirmazsan onlara gönül verir ve bilmeyenlerden olurum-‘ …” der (K. 12 Yusuf 31-34) . Bunun üzerine Tanri derhal Yusuf’un yardimina kosar ve kadinlarin tuzagina engel olur. Ancak bu yardimini geregince yapmamis olmali ki “Kadinin ailesi, delilleri Yusuf’un lehinde gördügü halde, onu bir süre için hapsetmeyi uygun (bulur)” (K. 12: 35).

Neden dolayi Tanri Yusuf’un zindan’a atilmasina engel olamamistir, neden zindandan kurtarmamistir, neden kadinin kocasi olan Vezir, Yusuf’u hakli ve kendi karisini suçlu buldugu halde simdi Yusuf’u hapse attirmistir? bilinmez.

Yusuf’la birlikte zindana gençten iki kisi daha atilmistir. Bunlar Yusuf’tan rü’yalarinin yorumlanmasini isterler. Yusuf kendilerine: “Rabbimin bana ögrettigi bilgi ile, daha yiyeceginiz yemek gelmeden size onu yorumlarim..” (K. 12: 36-37) der. Yusuf bu kisilerden birisinin asilacagini, digerinin kurtulacagini haber verir ve kurtulacak olan kisi’ye: “Efendinin yaninda beni an” (K. 12: 42) diye istekte bulunur. Anlasilan Tanri’dan ümidini kesmis ve kul’lardan yardim beklemektedir. Zindan’dan çikan genç adam Misir Melik’inin yanina gider. Fakat ne var ki bu sefer seytan ise karisir ve o adama, efendisinin yanina gittiginde Yusuf’u hatirlatmayi unutturur. Yusuf bu yüzden yillar boyu hapiste kalir (K.12: 42. Her ne hikmetse Tanri sevgili Yusuf’unun azab çekmesine aldirmaz.

Yillar sonra Melik bir rü’ya görür ve rü’ya’sinin yorumlanmasini ister. Hiç kimse yorumlayamaz. Hapisten kurtulan genç kisi Yusuf’u hatirlayarak: “Ben size bunu yorumlayacagim, hele beni gönderin” der ve dogruca Yusuf’un bulundugu hapishane’ye kosar. Yusuf kendisine Melik’in rü’yasini yorumlar. Melik pek hosnud kalir ve Yusuf’un hapisten çikartilmasini emreder. Yusuf kendisinden hapse atilis sebebini arastirip gerçegi ortaya çikarmasini ister. Arastirma sonucu Vezirin karisi: “onun olmak isteyen bendim, dogrusu Yusuf dogrulardandir” diye suçunu itiraf eder. Bunun üzerin Yusuf: “Maksadim vezire, giyabinda ihanet etmedigimi, hainlerin tuzaklarini Allah’in basariya erdirmedigini bilmesini saglamakti” der ve ekler: “Ben nefsimi temize çikarmam; çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadikça, kötülügü emreder. Dogrusu Rabbim Bagislayandir, merhamet edendir” (K. 12 Yusuf 51-53).

Böylece Yusuf, “iyiligin” ve “kötülügün” Tanri’dan geldigini anlatmis olur. Daha baska bir deyimle Tanri’nin kendisini dogru yola soktugunu, kadini ise kötülüge sürükledigini açiklamis olur.

Hikaye’nin bu noktasinda din adami, Yusuf suresi’nin kadin sinifini “hilekar” sekilde tanimlayan ayet’ini tekrarlanmaktan geri kalmaz: “Siz kadinlarin düzeni (hilesi) büyüktür” (K. 12 Yusuf 28)

 

Yusuf’un öyküsü burada bitmis degildir; fakat bu kadariyle incelenecek olursa görülür ki ortada kisi’nin irade özgürlügünü ve kisisel sorumlulugunu hiçe sayan ve öte yandan kadin sinifini tüm olarak “hilekarlikla” suçlayan bir tema vardir.

Çünkü bir kere, din adami’nin Kur’an’dan naklen anlattigina göre Yusuf, on iki kardes içerisinden babasinin en çok sevdigi ve Tanri’nin keyfi olarak inayetlere eristirdigi bir kimsedir. Her ne hikmetse Tanri diger kardesleri putperestlikten uzaklastirmadigi halde Yusuf’u uzaklastirmistir. Bu nedenle kardesler arasina inanç farkindan dogma bir düsmanlik salmistir.

Öte yandan diger kardesleri Yusuf’a karsi kiskançliga sürükleyen ve düsman yapan sey, babalarinin Yusuf’a asiri bir sevgiyle bagli olmasi ve bu sevgisini açiga vurmasidir. Eger kiskançlik dogal bir sey ise (ki din adaminin söylemesine göre dogaldir, o kadar ki Tanri dahi kiskançtir), bu takdirde kardeslerin kiskançliktan dogma davranislarinin asil sorumlulugunu Yakub’da ya da hatta Tanri’da aramak gerekmez mi?

Fakat her ne olursa olsun yukardaki hikaye müslüman kisiye Tanri’nin keyfiligi karsisinda irade özgürlügünün söz konusu olamayacagi sonucuna sürükler ki bu da kisi’yi (ve dolayisiyle toplumu) akilciligin nimetlerinden yoksun kilar.

Ve nihayet yukardaki öykü bir de kadin sinifini haksiz sekilde asagilatmak gibi bir sonuç dogurmaktadir ki o da sudur: Vezirin karisi, Yusuf’la yatmak istedigi zaman Yusuf dahi aslinda buna heveslidir. Fakat güya günah islememek için kadina “Hayir (olmaz)” demistir; fakat bunu Tanri’dan aldigi bir isaret üzerine yapmistir, çünkü Tanri kendisine yardimci olarak günah islemesini engellemistir. Kur’an’da söyle yazili: “And olsun ki kadin Yusuf’a karsi istekli idi; Rabbinden bir isaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. Iste ondan kötülügü ve fenaligi böylece engelledik. Dogrusu o bizim öz kullarimizdandir” (K. 12: 24).

Pek iyi ama bu ayni Tanri, acaba neden dolayi kadin’a yardimci olmamis ve onu günah islemesini önlememistir? Aslinda yardimci olmak söyle dursun fakat onun günah islemesini saglamistir? Sagladiktan sonra da Veziri: “siz kadinlarin düzeni (hilesi) büyüktür” seklinde konusturmusturr?

Kuskusuz ki din adami’nin eline terkedilen insanlar için bu tür bir düsün yoluna yönelmek olasiligi yoktur; çünkü onlarin düsünme yetenekleri bir yandan seriat buyruklariyla ve diger yandan yukardakine benzer öykülerle islemez duruma girmistir.

 

 

Seriat kaynagini zenginlestiren masal’lar ve efsaneler arasinda kadin sinifini, biraz yukarda gördügümüz gibi, “hilekar” nitelikte tanimlayanlari yaninda “ugursuz” nitelikte gösterenleri de vardir. Din adami’nin elinde is gören bu öykülerden biri Besus adindaki bir kadin ile ilgilidir ki “Besus’tan da ugursuz” seklindeki Arap darb-i meseli’nin yerlesmesine vesile olmustur.

Arap kaynaklarin bildirmesine göre Besus, Islam öncesi dönemde Arap kadinlari’ndan “ugursuz” (“mes’ume) bir kadinin adi’dir ve güya bu kadin iki kardes Arap kabilesi olan Taglibi’lerle Bakri’ler arasinda 40 yil süren savaslara sebeb olmustur. Efsanevi olay su:

Bakri’lerden olan Besus sair bir kadindir; siirleriyle her kesi etkilemektedir. Bu siirlerinde çogu zaman kendi akrabasi olan Sa’d ‘i över. Sa’d’in Cassas adinda bir hizmetkari vardir ki kendisine çok baglidir. Bundan dolayidir ki, efendisi hakkinda övücü siirler yazan Besus’a karsi da büyük bir sayginlik besler. Oldukça varlikli olan bu kadinin develerinden birini günün birinde Taglib kabilesinden Kulayb b. Rabia adinda biri öldürünce Cassas öfkelenir ve efendisine olan muhabbetinden dolayi, öcünü çikarmak üzere Kulayb’i bogazlar. Olay iki kabile arasinda 40 yil sürecek olan savaslara sebeb olur. Fakat Cassas’in, Kulayb’i öldürmesine Besus ‘un siirleri neden oldu diye kadincagizin adi ugursuza çikar; hem de öylesine ki Yahudi kaynakli bir efsane’nin kahramanina esdes gösterilir.

Bu efsane’ye göre Yahudi’nin biri, geceleyin gördügü rü’yasinda, üç dua’sinin Tanri tarafindan kabul edileceginin kendisine bildirildigini karisina söyler. Karisi da “Bu dua’lardan birisini bana tahsis et ve Israil kadinlarinin en güzeli olmam için dua et” diye tutturur. Adam dua eder ve etmesiyle birlikte kadin “peri-suret” bir güzellige bürünür; artik dünyanin en dilber, en sahane güzellerinden biri olmustur. Aynada kendisini böylesine güzel görünce kocasina: “Artik bu güzellikle ben sana yakisman” der; hem de öylesine kibirli ve çekilmez bir tavir takinir ki adamcagiz kahrolur, ve bu azab icerisinde karisinin köpek sekline sokulmasi için ikinci dua’sini harcar. Dilegi yerini bulur ve karisi bu kez köpek kiliginda ortaya çikar. Tam o sirada disarda bulunan çocuklar eve gelirler: “Bu köpek nedir?” diye sorupta isin iç yüzünü anladiklarinda babalarindan rica’da bulunurlar ve analarinin eski haline gelmesi için dua etmesini isterler. Onlari kirmamak için adamcagiz son dua hakkini kullanir ve böylece kadin’i eski haline sokmus olur 376. Ancak ne var ki üç dua hakkini harcamistir; kendisi için kullanabilecegi bir dua kalmamistir. Daha dogrusu kendisine bahsedilen üç dua hakkindan yararlanamamistir.

Ve iste bu olay dolayisiyle kadin’in, koca’sini üç dileginden mahrum biraktigi, bu nedenle ugursuzluk kaynagi oldugu kabul edilir. Fakat Arap’lar, iki kardes kabile arasindaki savasa sebeb oldu diye Besus’u, yukardaki sekilde davranan kadindan da daha ugursuz saydiklari için Yahudi’nin karisi için: “Besus’tan da ugursuz” darb-i meseli’ni uydurmuslardir.

 

 

Din adami, her ne kadar Islam’in her hususta oldugu gibi irk, renk, cins bakimindan esitlik ilkesine yer verdigini söylemekle beraber, bu söylediklerinin gerçek olmayip böyle bir esitligin bulunmadigini ve örnegin “abras” (ki derisi (cild’i) alaca benekli, ya da siyah ve çirkin olanlar demektir) ve kel olanlarin seriat dininde asagilik, nankör ve kötü ruhlu insanlar olarak kabul edildigini dile getirmekten geri kalmaz. Getirirken de yine seriat masal’larindan yararlanir. Buhari’nin Ebu Hüreyre’den rivayetine dayali ve Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinlarindan aynen alinma su masal bunun ilginç örneklerinden biridir:

“Beni Israil’de abras, kel, kör üç kisi vardi. (Tanri) bunlari imtihan etmek istedi de onlara bir melek gönderdi. Melek abrasa geldi:

-En çok neyi seversin? dedi. Abras:

-Güzel renk (ve sima), güzel ten ve (nermin vücud). Çünkü halk beni çirkin görüyor, (benden igreniyor) dedi.

(…) Melek abrasin vücudunu sivadi. Ondan bu çirkin manzara gitti de ona güzel bir sima, güzel bir ten verildi. Bundan sonra Melek ona:

-En çok hangi mali seversin? diye sordu. Abrasliktan kurtulan kisi:

-Deveyi! dedi, yahut da sigiri, dedi. Deve isteyene on aylik bir gebe bir deve verildi. Bunun üzerine Melek ona:

-Bu deve mübarek (ve bereketli) olsun! diye dua etti.

(Sonra) Melek basi kel, (saçsiz) kisinin yanina vardi. Ona da:

-En çok neyi seversin? diye sordu. O da:

-Güzel saç isterim; su kellik benden gitsin! Her kes benden igreniyor- dedi… Melek onun basini sivadi da ondan kellik gitti. Ve güzel bir saç verildi. Melek:

-En çok hangi mali seversin? diye sordu. O da:

-Sigiri severim, dedi. Ona gebe bir sigir verildi. Ve ona: -Bu sigir sana mübarek olsun! diye dua etti.

Melek körün yanina da geldi. Ve:

En çok neyi seversin? diye sordu. O da:

-Allah gözümü bana iade buyursun da ben de onunla insanlari göreyeim, dedi.

(…) Melek O(nun gözünü) sivadi da Allah ona gözünü iade buyurdu. Melek köre: -hangi mali seversin? diye sordu. O da:

-Koyunu severim, dedi de Melek ona kuzulu bir koyun verdi.

Bir müddet sonra deve ve sigir sahiplerinin devesi ve sigiri yavruladi. Koyun sahibinin de koyunu kuzuladi.

Bu suretle deve isteyen kisinin bir dere dolusu devesi oldu. Sigir dileyen kimsenin de bir dere dolusu sigiri oldu. Koyun ihtiyar eden (kör kisinin) de bir vadi dolusu koyunu oldu.

Bundan sonra (günün birinde) o Melek, üç kisi ile ilk görüstügü suret ve hey’etinde abras kisiye geldi ve dedi ki:

-Ben fakir (ve garip) bir kisiyim. Yol üzeri maiset ve memleketime (dönüs olanaklari) kesilmistir. Bu günkü günde benim için muradima nail olabilmek ancak evvela Allah’in inayetiyledir; sonra senin. Simdi ben, sana güzel bir renk, güzel bir vücud ve bir çok mal veren Allah rizasi için senden bir deve isterim ki, bu seferimde onun üzerinde muradima ve vatanima erisebileyim. Bunun üzerine bu eski abras ona:

-Iyi amma hak sahipleri (isteyen fakirler) çoktur. (Her gelen dilenciye bir deve vermek isime gelmez) dedi. Melek de ona:

-Öyle saniyorum ki ben seni taniyacagim. Sen halkin igrendigi abras kimse degil misin? Sen fakir idin de bu mali sana Allah vermisti, dedi. Bu eski abras Melege:

-Hayir, ben bu mala atadan ataya intikal ederek varis oldum, dedi.

Melek de ona: Eger sen bu iddianda yalanci isen Allah seni eski haline çevirsin! dedi…” 377

 

Yukardaki öykü’nün geri kalan kismini özetlemek üzere belirtelim ki Melek, daha sonra kel iken kelligi giderilen kisiye gelir ve kendisini acindirarak yardim diler. Fakat kel kisi, tipki abras gibi, bir takim özürlerle dilegi red eder. Melek de ona bed-dua eder.

Ve nihayet Melek gözleri kör iken körlügü giderilen kisiye gelir ve kendisinden yardim ister. Körlükten kurtulan kisi: “(Gerçekten) ben (kör) idim. (Tanri) gözlerimin nurunu iade buyurdu. Fakir idim. Allah beni gani kildi. (Iste koyunlarim) diledigin kadar al” der. Bunun üzerine Melek:

“Malini (tamamen) muhafaza et! Allah siz(in üçünüz)ü imtihan etti de Allah senden razi oldu. Iki dostun (abras’la kel) de Allah’in gazabina ugradilar” der 378.

Söylemeye gerek yoktur ki bu masal, lekeli ve siyah derili kisi ile kel kisi’nin “nankör” olduklarini, kendilerine yapilan bir iyiligi bilmezlikten geldiklerini, fakirlere yardimdan çekindiklerini, yani kisacasi kötü bir davranista bulunduklarini anlatmak için uydurulmustur.

Ancak ne var ki bu kötülük, “abras” ya da “kel” olan kimselere özgü bir sey imis gibi gösterilmistir. Oysa ki bu kisilerin “abras” ya da “kel” oluslari da Tanri’dan gelme bir seydir. Din adami, bir yandan bu masal’i anlatarak bu kisilerin kötü davrandiklarini sergilerken, diger yandan “iyi” ya da “kötü” davranislarin Tanri’dan gelme oldugunu anlatmak için: “Allah kimi saptirirsa… ona dogru yolu gösterecek bir dost bulamazsin” (K. 18 Kehf 17) ya da “Allah’in dogru yola eristirdigi kimse hak yoldadir… Kimleri de saptirirsa artik onlar için Allah’in katinda dost bulamazsin” (K. 17 Isra 97) ya da “Allah dileseydi hepinizi dogru yola iletirdi” (K. 16 Nahl 9) seklindeki (ya da benzeri nice) ayet’leri sergiler. Böylece yukardaki masalda “nankör” davranis olarak belirledigi seyi, farkinda olmadan, Tanri’dan gelme sey niteligine sokmus olur.

Din adami’nin insanlarimiza bellettigi yukardaki masal’i akil süzgecinden geçirecek olursak varacagimiz sonuç su olur ki Tanri, insanlari esitsizlik üzere diledigi nitelikte (yani iyi ya da kötü, cimri ya da cömert, vs..) ve diledigi biçimde (yani güzel, çirkin, beyaz, siyah, abras, kör vs…) yaratmakta ve sonra da bu esitsizligin acisini, en insafsiz bir sekilde onlardan çikarmaktadir.

 

 

Din adami’nin elinde Süleyman “peygamber” ile ilgili olarak Kur’an’in Neml Suresi’nde yer alan bir “kissa” vardir ki müslümanligi yayma araçlarindan biri olarak kullanilir. Bu öykü, Davud “peygamber’e” varis olan Süleyman “peygamber”‘in kus dili ile kus’lara ve karinca dili ile karincalara hitab edisi, cin’lerden ve kus’lardan olusan ordusu ile Sebe Melikesi’nin bulundugu ülkeye gidisi, Sebe Melikesi’ni müslüman edisi ile ilgilidir.

Din adami’nin Kur’an’in, Neml Suresi’nden (16 ila 44.cü ayet’lerinden) naklen bildirdigi aynen söyle:

” 16. Süleyman, Davud’a varis oldu: -‘Ey insanlar! Bize kus dili ögretildi ve bize herseyden bolca verildi. Dogrusu bu apaçik bir lutuftur- dedi. 17. Süleyman’in cinlerden, insanlardan ve kuslardan mütesekkil olan ordusu toplandi. Hepsi toplu olarak gidiyorlardi. 18. Sonunda, karincalarin bulundugu vadiye geldiklerinde bir karinca -Ey karincalar! Yuvalariniza girin, Süleyman’in ordusu farkina varmadan sizi ezmesin- dedi. 19. Süleyman onun sözüne hafifçe güldü ve -Rabbim! Bana ve ana babama verdigin nimete sükürde, hosnud olacagin isi yapmakta beni muvaffak kil. Rahmetinle beni iyi kullarinin arasina koy- dedi. 20-21. Süleyman kuslari arastirarak: -Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayiplarda mi?Bana apaçik bir delil getirmelidir; yoksa onu ya siddetli bir azaba ugratirim, yahut keserim- dedi. 22-26. Çok geçmeden Hüdhüd gelip Süleyman’a: -Senin bilmedigin bir seyi ögrendim; sana Sebe’den gerçek bir haber getirdim. Ora halkina hükmeden, her seyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadin buldum; onun ve milletinin Allah’i birakip günese secde ettiklerini gördüm… seytan kendilerine, yaptiklarini güzel göstermis, onlari dogru yoldan alikomustur…- dedi. 27. Süleyman söyle söyledi -Dogru mu söylüyorsun, yoksa yalancilardan misin, bakacagiz-. 28. -Su yazimi götür, onlara at, sonra bir yana çekil, varacaklari sonuca bak…”

Hüdhüd kusu Süleyman’in emrini yerine getirir. Sebe melikesi mektubu alinca:

“34-35. Dogrusu hükümdarlar bir sehre girdikleri zaman orasini bozarlar, onurlu kimseleri asagilik yaparlar… Ben onlara bir hediye göndereyim de, elçilerin ne ile döneceklerine bakayim” der. Süleyman hediye’yi geri çevirir ve: “36-37…. And olsun ki onlara güç yetiremiyecekleri bir ordu ile gelir onlari oradan alçalmis olarak çikartirim” der ve devam ederek: “Ey cemaat! Bana teslim olmalarindan önce, hanginiz o kraliçenin tahtini yanima getirebilir?”” der. “39. Cinlerden bir ifrit -Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm, eminim ki buna gücüm yeter” der. Süleyman, tahti yanina yerlesivermis görünce: “40. Bu sükür mü edecegim, yoksa nankörluk mü edecegim diye beni sinayan Rabbimin lutfundandir” der ve adamlarina: “41. Tahtini onun tanimiyacagi hale getirin, bakalim taniyabilecek mi, yoksa tanimayacak mi?” der. Sebe melikesi geldiginde: “42. Senin tahtin böyle miydi? denildi. O da: -Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmisti ve teslim olmustuk- dedi. Melikeyi o zamana kadar alikoyan, Allah’tan baska taptigi seylerdi, çünkü kendisi inkarci bir millettendi. 44. Ona -Köske gir- dendi; salonu görünce, onu derin bir su zannetti, etegini çekti. Süleyman: -Dogrusu bu camdan yapilmis mücella bir salondur- dedi. Melike: -Rabbim! Süphesiz ben kendime yazik etmisim. Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum- dedi…”. 379

Yukardaki öykü’nün akli dislayan niteliginin elestiri konusu yapilacagini düsünen bazi din adamlari, yine gerçegi saptirirlar ve “karincalar” sözcügünün “micazi” anlamda olmak üzere kullanildigini, bununla anlatilmak istenen seyin “Arap ordulari” oldugunu, “kuslar” deyiminin “sipahiler” anlamina geldigini, “Hüdhüd” ün sadece bir ad oldugunu, “cinler” sözcügünün “yabanci ordular” anlamina geldigini söylerler ve bunu söylemekle kendilerini biraz daha gülünç duruma getirirler. Çünkü sakincali olan sey belletilenlerin “micazi” anlam tasimasi degil fakat kisi’yi akilci düsünce yeteneginden yoksun kilmasidir. Kendileri bu tür öykülerle egitildikleri için, bunlari belletirken insanlarimizi nasil bir beyin yapisi ile sekillendirdiklerini farketmezler.

 

 

“Kiyamette” (hesap gününde) olacak seyler konusunda müslüman kisi’yi etkilemek üzere din adami’nin elinde sayisiz denecek kadar çok “masal” cinsi malzeme vardir ki akli sasirtmaga ve kisi’yi dehsete düsürmege yeterlidir. “Boru’ya üfürüldügü” gün göklerin yarilacagi, dürülüp kaldirilacagi daglarin pamuk gibi atilacagi, ikinci üfürüste insanlarin dirilip kalkarak birbirlerine saskin saskin bakacaklari ve hesap vermege çagirilacaklari, vb…. hep bu malzemenin kisimlaridir. Kisi’nin Tanri huzuruna gelisi ve inkarcilarin Cehennem’e atilisi ile ilgili olarak din adami’nin söyledikleri hakkinda kisaca fikir edinmek gerekirse:

Kisi’nin saginda ve solunda iki alici melek, gözcü olarak onun söyledigi her sözü deftere kaydetmislerdir (K. 50 Kaf 17-18). Boru (Sur’a) üfürüldügü zaman her can, kendisiyle beraber sürücüsü ve “sahid’i” bulundugu halde Tanri katina gelir (K. 50: 21) . Tanri: “Ey sürücü ve sahid! Her inatçi inkarciyi… cehenneme atin, onu çetin azaaba sokun” diye buyurur (K. 50: 24-26) . Tam bu sirada inkarcinin yaninda bulunan seytan: “Rabbimiz! ben onu azdirmadim, fakat kendisi derin bir sapikliktaydi” der (K. 50: 27). Fakat Tanri tartismaya firsat vermez ve: “Benim katimda çekismeyin; size bunu önceden bildirmistim. Benim katimda söz degismez. Ben kullara asla zulmetmem” der (K. 50: 28-29). Inkarci kisi cehennem’e atilir. Bu isler bu sekilde sürüp giderken Tanri Cehennem’e sorar: “Doldun mu?” . Doldu ise ne olur bilinmez, fakat Tanri’nin bu soru’suna Cehennem yanit verir: “Daha var mi?” (K. 50: 30). Yer olduguna göre inkarcilarin cehenneme atilmasina devam olunur.

Fakat Tanri’ya karsi gelmekten sakinmis olanlara da bu arada Cennet gösterilir ve söyle denir: “Iste bu cennet, Allah’a yönelen, O’nun buyruklarina (bas egen), görmedigi Rahman’dan korkan, Allah’a yönelmis bir kalble gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir. Oraya esenlikle girin; iste sonsuzluk günü budur” (K. 50: 32-35).

Ancak ne var ki inananlarin Cennet’e ve inkarcilarin Cehennem’e atilacaklarini yukardaki sekilde anlatan din adami’na karsi hiç kimse çikipta: “Pek iyi ama kisilerin kalblerini açip onlari Tanri buyruklarina dogrultanin, yani müslüman yapanin, ya da kalblerini dar kilip kafir (inkarci) kilanin Tanri oldugunu söyleyen ve söylerken Kur’an ayet’lerini (örnegin En’am Suresi’nin 125ci ayeti’ni) örnek veren sen degil miydin? O halde nasil olur da simdi inkarcilarin cehenneme gireceklerini söylersin? ” diye bir itirazda bulunmaz. Çünkü din adami onu tartisma yapamayacak duruma sokmustur.