Home » Library » Modern Library » Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum05

Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum05


Din Adami Insanlarimizi, Seriat’in Resim, Heykeltrasçilik, Musiki, Si’ir Gibi San’at Konularindaki Yasaklariyle Fikren ve Ruhen Gelisemez Durumda Tutar


Bilindigi gibi güzel san’at’larin her dali insan varliginin ruhen ve fikren gelismesinde son derece önemli bir rol oynar. Her ne kadar bazi gayretkes seriatçi’lar Islam’da resim yasagi, heykel yasagi, musiki yasagi ya da si’ir yasagi vb… diye bir sey olmadigini ve Kur’an’in böyle bir yasak tanimadigini söylerlerse de yalandir. Insan denilen varligi fikren ve ruhen en ziyade gelistiren güzel san’atlarin bu dallari, seriatçi’nin “Tanri ve peygamber” emirleri dedigi hükümlerle ne yazik ki, bir çok yönleri bakimindan, yasaklanmistir. Din adamlarimiz bu yasaklari, bütün çag disi niteliklerine ragmen, bugün dahi dolambaçli yollarla insanlarimiza belletirler. Asagiya bu yasaklardan bazilarinin kisa bir özeti çikarilmistir. Önce resim yasagindan baslayalim:

Din adami’nin söylediklerinden anlasilmaktadir ki Muhammed Islam dini’nin “tevhid” (Tanri’nin tek’ligi) akidesi üzerine kurulmus oldugunu bildirerek “sirk’i” (Tanri’ya es kosmayi) önlemek amaciyle her türlü resim ve sekil çizgilerini (tersim’i) yasaklamistir. Bu yasak ister insan ister hayvan seklindeki “resim” ve “suretleri” kapsar niteliktedir. Fakat anlasilan o’dur ki bu yasagi, bir de ibadet sirasinda dikkatlerin dagilmasini önlemek için öngörmüstür.

Bu yasaklar bugün dahi geçerli olmak üzere din adamlari tarafindan insanlarimiza belletilir. Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinlari Islami kaynaklara dayali bu tür hükümlerle doludur ki bunlardan bazilari asagiya alinmistir.

Genel olarak elbise, yaygi, yastik, para, tas, duvar, perde ve diger esya üzerine “suret” yapmak ya da bunlarda resim edinmek haramdir. Örnegin içinde resim bulunan müslüman kisinin evine melek asla girmez. Bunun böyle oldugunu anlatmak için din adami, Cibril’in Muhammed’i ziyaretiyle ilgili su hadis’i belletir: Güya bir gün Cibril Muhammed’i ziyaret etmek için izin ister. Muhammed kendisine izin verir fakat Cibril eve girecegi sirada kapinin önünde durur ve söyle der: “Simdi ben sizin evinize nasil girebilirim? Çünkü evinizde bir takim at ve insan misallerini ihtiva eden bir perde asilidir. Ya bu resimlerin baslarini koparmalisiniz; yahud bu perdeyi indirip yere sermelisiniz! Biz Melekler zümresi, içinde resim olan eve girmeyiz” (Diyanet Yayinlari, Sahih-i… VI, sh. 416 ) 140.

Resim yasagi konusunda din adamlarimizin bellettikleri diger bir hadis, Ayse’nin Muhammed için satin aldigi ve üzerinde resimler bulunan bir yastikla ilgili olarak aynen söyledir: “Aise…’den rivayet olunduguna göre: (Ayse bir kere) ufak bir yastik, bir silte almisti. Üstünde (hayvan) resimleri vardi. Resulullah… bunu görünce kapinin önünde tevakkuf buyurdu da içeri girmedi. Aise…. (bu sirada) Resulullah’in yüzünde siddet (asari) sezdim de: -‘Ya Resulullah (… bilmem ki) ne kusur ettim-‘ dedim. Resulullah -‘Su yastigin (burada) isi nedir?-‘ buyurdu. Ben: -‘Ya Resulullah! (Kah) üzerine oturasin, (kah) yaslanasin diye senin için istira ettim (satin aldim), diye cevab verdim. Resulullah…: -‘Bu surelerin sahibleri kiyamet gününde muhakkak azab olunurlar. Ve bu kimselere (tahakküm ve ta’ciz yollu) tasvir ettiginiz bu hayvanlari (haydi) diriltiniz (bakalim) denilir’- dedi. Yine Resulullah: -‘Sol bir ev ki, içinde suretler vardir, artik o eve Melekler girmez-‘ buyurdu” (Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt VI, sh. 413 . Hadis no. 979) 141

Yine Ayse’nin rivayetine dayali bir hadis’e göre Ümmü Habibe ile Ümmü Seleme, Habesistan’da gördükleri kliselerin içindeki resimlere dair konusurlarken Muhammed söyle demistir: “Onlar içlerinde bir salih kimse zuhur edip vefat ettiginde kabri üzerine bir mescit (namazgah) bina ve o mescide o suver (ve temasil)i tasvir edip korlardi Iste onlar kiyamet gününde mahlukatin en serirleridir” (Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt II, sh. 367, hadis no. 269), 142

Din adamlarimizin Islam kaynaklarina dayali olarak bellettiklerine göre Muhammed, resim yapmanin günah oldugunu ve resim yapanlarin Cehennemlik olup yapmis olduklari resimlerin Cehennem’de canlanarak kendilerini azab içinde kilacaklarini anlatmak üzere söyle konusmustur: “Her musavvir (resim yapan) Cehennemde’dir. Musavvirin tasvir ettigi her surete Kiyamet günü hayat verilir de bunlar Cehennem de onu ta’zib ederler” (Diyanet Yayinlari, Sahih-i… Cilt VI. sh. VI, sh. 416) 143. Bu konuda Ibn-i Ömer’in rivayetine göre Muhammed bir de söyle konusmustur: “…Su suretleri yapanlar yok mu? Iste onlar kiyamet gününde -‘Haydi yaptiginiz suretlere can veriniz’- diye azab olunacaklardir” (Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt XII, sh. 116, Hadis no. 1693; Ayrica bkz. Cilt VI, sh. 502-512)

Bundan dolayidir ki Ibn-i Abbas, geçimini resim yaparak saglamaya çalisan bir san’atkarin: “Ben su suretleri resmederek geçinirim. Bunlar ve san’atim hakkinda bana bir fetva lütfediniz” diyerek kendisine basvurmasi üzerine söyle cevab vermistir: “Eger sen san’at’ina devam (zorunlugunda isen) agaç ve zi-hayat (canli) olmayan aksam-i vücudu tersim et” (Diyanet Yayinlari, Sahih-i… , Cilt VI. sh. 416) 144.

Bütün bu yasaklardan dolayidir ki Islam’da resim san’at’i kisir kalmis, daha ziyade cansiz seylerin sekillendirilmesi olarak var olagelmistir ki bu da ancak zamanla resim yasagina riayetin giderek azalmasiyle ortaya çikmistir. Özellikle Türk ve Acem hükümdarlari döneminde minyatur san’at’inin gelistigi görülmüstür. Örnegin Gazan ve Olcaytu Han gibi Mogol hükümdarlari zamaninda Vezirlik yapmis olan Resid-üd-Din Tabib (1248-1318)’in ünlü yapiti olan Cami al-Tavarih, resimli minyatürlerle süslüdür. Firdevsi’nin ünlü yapiti Sahname de minyatür resimler bulunur.

Ancak ne var ki seriat’in resim düsmanligini körükleyen verileriyle egitilenler bu yapitlarin bas düsmani kesilmislerdir. Bugün dahi öyledirler. O kadar ki 1985 yilinin Agustos-Eylül aylarinda Cenevre’de tertiplenen “Islamic Art Exibition” (Islam San’at Sergisi) vesilesiyle bu yapitlari sergilemek isteyenler, Islamcilarin tehditleriyle karsilasmislardir 145.

Din adami’nin seriat kaynagina dayali olarak söylemesine göre Muhammed, resim yasagini Tanri’dan baskasina kulluk edilmesini önlemek, daha dogrusu Tanri’nin tek oldugu inancini yerlestirmek maksadiyle koymustur; eger resim gibi seylere izin verseymis Tanri’ya es kosma gelenegini önlemek mümkün olamaz idiymis.

Yine din adami’nin Islam kaynaklarindan aktararak söylemesine göre Muhammed’in resim yasagini koymasinin bir diger nedeni de ibadet sirasinda kisi’nin dikkatini çelici seyleri önlemektir. Nasil ki içki ve kumar gibi seyleri, kisi’yi “Allah’i anmaktan” ve “namazini kilmaktan” alikoyan seyler olarak kabul ediyor idiyse ve bu dogrultuda olmak üzere Kur’an’a ayet’ler koydu ise (Bkz. K. 5 Maide 91), resim gibi seyleri de Allah’i unutturan seyler olarak bilmistir. Nitekim Enes’in rivayeti olan bir baska hadis’e göre Muhammed, bir gün Ayse’nin odasinda iken duvarda asili ve üzerinde kus ve kanatli at resimleri bulunan bir perde gördügünde hemen Ayse’ye perdeyi kaldirmasini emreder ve söyle der: “Su kiramini (perdeyi) karsimdan al; üzerindeki tasvirler namazda iken hep bana görünüp duruyor” (Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt II, sh. 316) 146.

Iste bundan dolayidir ki din adami, Muhammed’in yerlestirdigi resim yasaginin en sadik, en etkili uygulayicisi olmustur. Yine bundan dolayidir ki müslüman kisi’nin evinde resim diye bir seye rastlayamazsiniz. Sonuç sudur ki güzel san’atlarin diger dallari gibi resim/heykeltras dali da müslüman kisi’nin fikirsel ve ruhsal gelismesinde rol oynamaz.

 

*

“Musiki” yasaklari konusuna gelince: her ne kadar bazi gayretkes molla’lar “Kur’an’da musikiyi açikca yasaklayan bir hüküm yoktur” derlerse de yalandir. Gerek Lokman Suresi’nin 6.ci ayet’indeki: “Insanlardan bazilari efsane ve bos sözler satarlar” (K. 31 Lokman 6) seklinde sözlerden ve gerek bu dogrultudaki hadis’lerden anlasilmaktadir ki belli bir musiki tür’ü ile ugrasmak yasaklanmistir ve o da insan ruhunda “ask” ve “sehvet” cinsi duygulari ya da eglenmeyi, nes’e’yi “tahrik” eden musiki’dir. Bunun disinda kalan musiki, (örnegin askeri musiki ya da aile içinde ve dügünlerde çalinan “masum” musiki) haram sayilmamistir.

Bundan dolayidir ki din adami bir yandan “Islam’da musiki dinlemek ya da beste yapmak, çalmak yasak degildir ve Kur’an’in hiç bir ayet’i musikiyi yasaklamis degildir” derken diger yandan seriat emirlerine dayali olarak musiki’nin insan ruhunu en ziyade gelistirici türlerinin yasak oldugunu bildirir ki o da ask, ve sevgi duygularini içeren “taganni” dir.

Yine ayni sekilde bir yandan Muhammed’in: “Eglenin, oynayin, dininizde kabalik, katilik görmekten hoslanmam” dedigini söyler, diger yandan insanlari gülüp eglendiren, costuran, aska gelmesine vesile olan her türlü musikinin yine Muhammed tarafindan “batil” ve “haram” sayildigini belletir. Belletirken de her seyden önce fazlaca gülmenin dahi yasak olduguna dair su emrini sergiler: “Insanlarin en faziletlisi, gülmesi az sehr-i avret ile kifayet eden (ayip yerlerini kapayan) kimsedir” .

Öte yandan Muhammed’in, insan’a sarab’i, kumar’i, ask’i, kadini vs… hatirlatan musiki türlerini ve ayrica da ud, zil, berbed, rebab cinsi çalgilar çalip oynamayi yasakladigini ve örnegin bir hadis’inde: “Allah, kayneyi, satmasini, parasini ve ögretmesini haram etmistir” dedigini anlatir 147. Burada geçen “Kayne” sözcügü “içki meclislerinde erkeklere sarki söyleyen cariye” anlaminadir.

Yine din adamindan ögrenmekteyiz ki Muhammed’in yasaklamadigi musiki aletleri def, davul vs … gibi içki içenlerin kullanma gelenegini edinmedikleri seylerdir 148.

Imam Gazali ve Beyzevi gibi Islam dünyasinin “üstad” bildigi kimselere göre Kur’an’da musiki yasagi ile ilgili hükümler vardir ki bunlarin basinda, biraz önce degindigimiz gibi, Lokman Suresinde yer alan su hüküm gelir: “Insanlardan bazilari efsane ve bos sözleri satarlar” (K. 31 Lokman 6). Burada yer alan “bos sözler” ‘den maksat, sarap-içki ve kadini hatirlatan seylerdir. Öyle anlasiliyor ki bu ayet’i Muhammed, edebiyat ve musiki meraklisi Nadr b. Haris adinda Acem asilli bir kisinin kendisiyle rekabet gösterisinde bulunmasi vesilesiyle koymustur. Su bakimdan ki kendisi Mekkeli Araplara eski Yahudi kavimlerinin hikayelerini anlatirken Nadr b. Haris de eski Iran ya da Rum masal’larini anlatarak ve ayni zamanda sarkici kadinlar tutup oynatarak eglendirirmis. Söylendigine göre Mekke’lileri karsisina alip: “Muhammed size Ad ve Semud kavimlerinin, ya da Davud ile Süleyman’in masallarini anlatiyor; ben de size Rum ve Acem masallari anlatayim” diyerek özellikle Acem’lerin efsanevi kahramanlarindan olan Rüstem ile Isfendiyar’a aid hikayeler okur ve bu arada sarkici kizlara çalgi çaldirtir göbek attirtirmis. Bu suretle Mekke’liler üzerinde öylesine etkili olmus ki çogu kisiler bu sarkici kizlari dinlemek için Muhammed’in Kur’an okumasina aldiris etmez olmuslarmis. Bu durumda Muhammed, Kur’an okuyarak Mekkeli’leri müslüman yapmanin kolay olmadigini anlamis olmalidir ki Nadr b. Haris’i “bilgisiz” ve “bos sözlerle” ugrasan bir kimse olarak tanimlayarak yukardaki ayeti Kur’an’a koymustur; ayet’in tamami söyle: “Insanlar arasinda bir bilgisi olmadigi halde Allah yolundan saptirmak için gerçegi bos sözlerle degisenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardir. Iste alçaltici azab onlar içindir” (K. 31 Lokman 6).

Bu ayet’de geçen “bos sözler” deyiminin Arapçasi “Lehvü’l- hadis” olup, Ibn Mesud ve Nehai ve Hasan-i Basri (ki Muhammed’in özel sairidir) gibi kaynaklarin nakline göre “teganni” sözcügünü karsilamak üzere kullanilmistir 149. Nitekim bu dogrultuda olmak üzere Kur’an’in Necm suresi’nde söyle yazilidir: “Su Kur’an’a karsi mi istihza ederek gülersiniz ve aglamazsiniz da onun duyulmamasi için teganni edersiniz!” (K. 53 Necm 59-60) 150.

“Taganni” sözcügü ise “sarki söylemek”, daha dogrusu “makamla okumak” anlamina gelir; sarki söyleyene de “muganniye” denir. Ancak ne var ki Muhammed, “taganni” nin içki ve sehvet hatirlatici bir sey oldugunu düsünerek bununla ilgili her seyi “mekruh” (igrenç, kötü, seytan isi vs….) saymistir. Bundan dolayidir ki “Ilk taganni eden seytan’dir” diye konusmustur 151.

“Teganni” etmenin kötü bir sey oldugunu biraz daha vurgulamak için sunu eklemistir: “Teganni ile sesini yükselten kimseye Allah… iki seytan musallat eder. Bu seytanlar o kimsenin omuzlari arasinda dururlar ve bitirinceye kadar gögsünü tekmelerler” 152

Muhammed’in getirdigi bu “haram” ve yasaklar konusunda Imam Safii, Maliki, Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel gibi çesitli mezheb imamlarinin, ve Gazali, Ibn-i Mes’ud, Abdullah Ibn-i Ömer, Fuzayl b. Iyaz gibi ünlü fikihçilarin ve Osman b. Affan ve Yezid b. Velid gibi halifelerin ve daha nice bilginlerin çesitli görüsleri vardir. Ancak ne var ki görüsler çesitli olmakla beraber, musiki ile ugrasmak ya da musiki dinlemek hususundaki özgürlügü kisitlama bakimindan aralarinda pek fark yoktur: hepsi de akli dislarcasina bu özgürlügü yok etme egilimindedirler.

Örnegin Imam Safii, Adabü’l-Kaza Mine’l-Ümm adli kitabinda söyle demistir: “Teganni batila benzeyen mekruh bir oyundur. Buna fazla devam eden ahmaktir ve sahadeti merduttur (geçersizdir)…”. Her ne kadar “teganni”nin haram olmadigini söyler görünmekle beraber yine de bunun “batila benzeyen mekruh” bir sey oldugunu ekler ve teganni’yi geçim san’ati yapan kimselerin “mürüvvetsiz ve sefih” kimseler oldugunu belirtir. Onun görüsüne göre kisi “Sayed teganniyi san’at edinmez ve onun için ugrasmazsa, ancak bazi zamanlarda teganni etmekle mürüvvetini kaybetmez ve sehadeti batil olmaz”

Imam Malik sarkicilari ve türkücüleri lanetleyerek söyle demistir: “Bir kimse bir cariye satin aldiktan sonra, sarkici oldugunu anlarsa onu iade etmeye hakki vardir”.

Imam Ebu Hanife, sarki ve türkü’yü “kerih” (kötü, igrenç, pis, vs…) saymis ve sarki ya da türkü dinlemenin “günah” oldugunu bildirmistir. Fuzayl b, Iyaz ise sarki söylemeyi gayri mesru cinsel iliskiye benzeterek söyle demistir: “Teganni zinanin efsunudur (üfürükçüsüdür)”.

Ibn Mes’ud “teganni” yi kalb’de “bozusukluk” yaratan bir sey olarak tanimlamis ve “Su sebzeleri yetistirdigi gibi teganni de kalbde nifak dogurur” diyerek hikmet savurmustur. Musiki’nin her türüne ve her türlü musiki aletine karsi tiksinti duyan Abdullah b. Ömer, koyun sürücüsü bir çoban’in üfledigi kaval sesini bile duymamak için kulaklarini kapatirdi. Bunu yaparken Muhammed’i taklid ettigini söyler ve söyle derdi: “Resul-i Ekrem’in böyle yaptigini gördüm”.

Muhammed’in damadi ve daha sonra üçüncü halife olan Osman b. Affan, musikinin “haram” oldugunu anlatmak ve sarki söylemekten ve teganni’den ne kadar nefret ettigini açiklamak maksadiyle söyle derdi: “Ben teganni etmedim, temenni etmedim. Resul-i Ekrem’e biat ettikten sonra sag elimle edeb yerimi tutmadim…” .

Hicri 125 yilinda ölen 12.ci halife Yezid b. Velid (ki Emevi hükümdarlarindan Abdülmecid’in ogludur), “teganni” ile “muganniye” konusundaki olumsuz duygularini söyle belirtirdi: “Teganni’den sakininiz, zira o haya’yi azaltir, sehveti çogaltir, mürüvveti yikar ve içki yerine geçer; sarhosun yaptigi kötülükleri yaptirir. Sayet mutlaka teganni istegini duyuyorsaniz kadinlari uzaklastirin. Zira teganni zina’yi tesvik eder” 153.

Islam dünyasi’nin “Hüccet-ül Islam” diye yücelttigi Imam Gazali’ye gelince o, her ne kadar yukarda söylenenlerin çoguna katilmakla beraber, birazcik olsun olumlu görünmek hevesiyle “teganni’nin” haram olani ve olmayani bulundugu söylerdi. Ona göre “sehveti” ve “insan askini” harekete getiren “musiki” ya da “siir” haram’dir. Fakat “Allah sevgisini”, ya da “hariçteki adamin gelme sevgisini”, ya da “dogum” (yeni dogan çocuk) sevincini ya da bayram nesesini arttiran teganniler “tamamen seytanin arzusuna uymazlar”. Yine Gazali’ye göre bir cariye’nin kendi efendisine (sahibine) sarki söylemesi haram sayilmaz çünkü bu gibi durumlarda “fitne korkusu” diye bir sey söz konusu degildir. Örnek olarak da Ayse’nin, kendi cariyelerine, kendi odasinda sarki söyletmis olmasini gösterir ve buna Muhammed’in ses çikarmadigini ekler. Çoban’in çaldigi kaval sesini duymamak için Muhamme’din kulaklarini kapamis olmasini: “O an için çalgi sesinin üzerinde menfi bir tesir yapabilecegini hesaba katmis olabilecegindendir” diyerek yorumlamistir.

Fakat buna karsilik sehvet duygularini kurcalayan, ya da insani aska getiren, ya da kalb’de ve gönül’de “fitne” dogurtan sarkilarin ya da siirlerin “haram” oldugunu anlatmistir. Gazali’ye göre, insanlari azdirmak ya da saptirmak niteliginde olan her “teganni” ya da her “siir” haram’dir; Kur’an’i bile bu maksatla okumak haram’dir 154.

Yine Gazali’nin seriat kökenli düsünüs tarzina göre musiki’nin haram olan diger bir türü daha vardir ki o da “kanlari galeyan halinde bulunan gençlerin” ya da “fasik’larin” (yani günah isleyen, ya da islemeye hazir bulunan kimselerin) musikisidir ki bunu “zina’nin efsunu” (zina’ya tesvik edici) olarak tanimlardi. Örnegin bir sarkici’nin sesini güzellestirip kendisini insanlara “arz ederek” sevdirmesini “nifaki” (bozusturucu) bir hareket olarak tanimlar ve Ibn-i Mes’ud’un “Teganni nifak dogurur” seklindeki sözlerini bu anlamda dogru bulurdu.

Bundan baska bir de Kur’an’in Necm Suresi’nin 59. ve 60. ayetlerinin: “Su Kur’an’a karsi mi istihza ederek gülersiniz ve aglamazsiniz da onun duyulmamasi için teganni edersiniz!” (K. 53 Necm 59-60) seklinde oldugunu belirterek Kur’an’i dinletmemek için gülmeyi ve aglamayi saglayan her seyin (ister musiki, ister, siir vs… olsun) haram oldugunu belirtirdi. Yine Kur’an’in: “Insanlardan bazilari efsane ve bos sözler satarlar” (K. 31 Lokman 6) seklindeki ayet’ine yaslanarak kisi’yi Islam’dan sogutan, ya da “dini verip dünyaligi alma” gibi sonuçlar doguran sarkilarin ve siirlerin haram oldugunu eklerdi 155. Bundan dolayidir ki çalgi ve oyunla ilgili bazi musiki aletlerinin (örnegin ud, zenc, düdük, vs…) alim ve satiminin yasaklanmasini öngören hadis’leri uygun bulurdu 156.

Bütün bu yukardaki hususlari insanlarimiza “din bilgisi” olarak belleten din adamlarimiz, seriat’a göre haram sayilmayan musiki’nin “aile içinde ya da dügünlerde çalgi çalip eglenme” niteligindeki seyler oldugunu söyliyerek buna bir de “askeri musiki’yi” eklerler. Dayanaklari hep seriat verileridir. Bu verilere göre aile içinde kadinlarin ve çocuklarin kendi aralarinda def ve çalgi cinsi seyleri çalmalarinin ya da dügünlerde def ve davul çalinmasinin caiz oldugunu söylerler. Örnek olarak sunu verirler: Ayse’nin rivayeti olan bir hadis’e göre Muhammed bir gün, tanidiklarindan birinin Fariga adindaki yetim kizini Ensar’dan Nebit Ibn-i Cabir ile evlendirmege karar verir ve dügün tertipler. Sonra Ayse’yi cagirir ve ona: “Ya Ayse, hani sizin def çalan ve siir söyliyen muganniyeniz yok mu: Ensar’in böyle oyun hosuna gider” der 157. Ancak ne var ki dügün vesilesiyle def çalinmasina ve sarki söylenmesine izin verirken aklindan, kadin ve erkeklerin birlikte bulunduklari, def çalip beraberce oynadiklari, aska özlem duygularini dile getirdikleri bir dügün geçirmemistir.

Yine bunun gibi Imam Ibn-i Mes’ud’un bildirmesine göre Muhammed, aile içinde kadinlarin ve çocuklarin kendi aralarinda def ve çalgi cinsi çalmalarina da izin vermistir 158. Hemen belirtmek gerekir ki izin verdigi bu seyler, kendisine göre musiki’nin “en zararsiz” ve aslinda “en önemsiz” olan seklidir. Bunlari dahi dügün ya da bayram günleri gibi istisnai zamanlara hasretmistir. Bunun böyle oldugunun en güzel kaniti, Ayse ile ilgili su olaydir:

Bir kurban bayrami günü Ayse, kendi odasina çekilmis olarak iki cariye kizin def çalarak söyledikleri sarkilari dinlemektedir. Cariye kizlarin ellerindeki def “pulsuz” cinsten bir çalgi aleti olup söyledikleri sarkilar da Arap’larin savas “menkabeleri” niteliginde bildikleri “Buas ezgileri” ni içermektedir; daha dogrusu Medine’deki Evs ve Hazrec kabileleri arasinda vaktiyle geçmis olan savaslarla ilgili hikayeleri sarki seklinde dile getiren seylerdir. Sarkilarin güftesinde ne ask ve ne de sehvet konusunda her hangi bir söz yoktur. Cariyeler de para ile is gören cinsten, yani “teganni’yi san’at ve adet edinmis” kimseler degillerdir: birisi Muhammed’in özel sairi olan Hassan Ibn-i Sabit’in cariyesi digeri de bir baska ahbabinin cariyesidir. Sirf Ayse’nin hatiri için odasina gelmisler, sarki söylemektedirler. Iste tam bu sirada Muhammed Ayse’nin odasina girer. Cariye’lerin def çalarak sarki söylediklerini görmekle huzursuz olur; huzursuzlugunu da yataga yaslanip yüzünü baska yöne çevirmekle ve “ihramini örtünmekle” belli eder. Az geçmeden Ayse’nin babasi Ebu Bekir görünür. Ebu Bekir def çalip sarki söylemenin Muhammed tarafindan yasaklanmis olmasina ragmen kizi’nin def çaldirip sarki söylettigini ve Muhammed’in de sarkicilari dinlememek ve görmemek için yüzünü baska yöne çevirdigini, ihramina büründügünü görmekle sasirir. Kizi’nin Muhammed’i rahatsiz ettigini düsündügü için öfkesini yenemeyerek Ayse’yi: “(Bu ne hal) Resulullah…’in yaninda seytan mizmari mi?” diyerek azarlar. “Mizmar” sözcügü’nün sözlüksel anlami, nefes ile çalinan her hangi bir saz ya da ses ile okunan seylerdir. Ebu Bekir’in hiddete kapilmis olarak Ayse’yi azarladigini gören Muhammed, basini büründügü ihram’dan (örtüden) çikarir ve: “(Ey) Ebu Bekir, onlara ilisme. (Bu günler bayram günleridir)” diyerek onu yatistirir. Her ne kadar hoslanmamakla beraber, bayram vesilesiyle cariyelerin sarki söylemelerine engel olmaz. Bu sözleriyle anlatmak ister ki, dügünlerde oldugu gibi bayram günlerinde de bu sekilde “zararsiz” sarkilar okunup def çalinabilir. Muhammed’in bu sözleri üzerine Ebu Bekir sesini kisar; ancak ne var ki Ayse, gergin havayi sezmistir. Ne babasi’nin ve ne de kocasi’nin hosnud olmadigini anladigi için cariyelere isaret ederek odasinda çikartir.

Yukardaki olayla ilgili olarak Ayse’nin söylemesi söyle: “Bir def’a Mina günlerinde (yani Kurban bayraminin ilk üç günlerinden birinde) Resulullah yanima girdi. Karsimda Buas ezgilerini (def çalarak) okuyan iki kiz vardi. Yatagina uzanip yüzünü çevirdi. (Derken) Ebu Bekir girdi: -‘(Bu ne hal? Peygamber’in) yaninda seytan mizmari mi?-‘ diyerek beni azarladi. (Bunun üzerine) Resulullah ona dönüp: -‘Onlara ilisme-‘ diye buyurdu. (Babamin zihni baska bir seyle) mesgul olunca kizlara isaret ettim (onlar da) çiktilar…” ( Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt III, sh. sh. 151, hadis no. 513) 159. Buhari’nin rivayetine göre Muhammed “Onlara ilisme” dedikten sonra “Her kavmin bayrami vardir, bu da bizim bayramimizdir” ya da “Bu günler bayram günleridir” diye eklemistir160.

Bu yukardaki hadis din adami’nin ve seriatçi’nin “Islam’da musiki yasagi diye bir sey yoktur!” seklindeki yalanlarini da ortaya vurmaktadir. Çünkü görüldügü gibi Muhammed def çalip sarki söyleme iznini sadece bayram günleri için vermistir; verirken de söylenen sarkilarin ask ve sehvet duygularini dile getirmeyen, din duygularina ters düsmeyen, buna karsilik genellikle savas kahramanligini ve cengaverligi costurucu seyler olmasi kosulunu öngörmüstür. Çalgi çalip oyun oynama konusunda verdigi izin “raks” cinsi oyunlar degil fakat kiliç (ya da “harbe”) oyunu, ya da kalkan oyunu gibi seylerdir. Mekke’den hicret ederek Medine’ye ilk gelisinde de, bu olayi “bayram” vesilesi bilmis ve kutlamak maksadiyle, kendisi de harbe’siyle oyun oynamistir (Bu hususlar için bkz. Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt III, sh. 150 ) 161.

Yine bunun gibi Hicret’ten sonraki bir tarihte Medine’yi ziyaret maksadiyle gelen Habesi’lerin “harbe’leriyle” oyunlar oynamalarina ve halkin bunlari seyretmesine izin vermesi, bu oyunlarin “raks” seklinde olmayip “harbe’lerle” savasir gibi hücuma geçmek, atlayip siçramak seklinde, yani askeri nitelikte olmasindandir.

Bu dogrultuda olmak nedeniyledir ki daha sonraki dönemlerde din adamlari musiki’yi yasaklatici yollari aramislardir. Abu’l Hasan Maverdi (974-1058), Kitab al-ahkam al-sultaniya ve ayrica Kitab Nasihat al-muluk adli yapitlarinda devlet yöneticilerinin yetkilerini incelerken sarap içenlerin, kumar oynayanlarin ve musiki ile ugrasanlarin cezalandirilmalari konusundaki hukümleri siralar Bu hükümler arasinda sarki söylemenin ve telli musiki aletleri kullanmanin caiz olmadigina ve çünkü bütün bunlarin insanlari temiz, güzel, dinsel düsüncelerden uzaklastirip “sehevi” duygulara sürükledigine dair olanlar vardir. Bundan dolayidirf ki sehevi duygulari kabartmayip savas ruhunu canli tutar diye askeri musikiye cevaz verildigini anlatir. 161 a

Din adamlari da bu tür malzemeye sahip olarak Muhammed’in musikiyi insan kalbindeki “munafikligin” ve ‘kötülügün” nedeni olarak gördügünü ve bu yüzden yasakladigini, sadece “masum” sarkilara izin verdigini belirtmislerdir. Fakat “masum” nitelikteki sarkilarin dahi kadinlar tarafindan erkeklerin önünde söylenmesini yasak ettigini, yine bunun gibi, henüz sakali terlememis genç delikanlilari, kadinlar karsisinda sarki söylemekten men ettigini çünkü aksi taktirde kadinlarin sehevi duygularinin kabaracagini belirledigini söylemislerdir 161 b .

Fakat bütün bu yasaklara ragmen musiki, biraz olsun “liberal” görüslü Halife’ler zamaninda itibar görmüstür. Annesi Hiristiyan olan Halife Yezid’in sarayinda sarkicilar ve çalgicilar bulunurdu. Al-Mütevekkil zamaninda da Islam kültürüne eski Yunan musiki san’ati girmistir. al-Kindi gibi düsünürler Aristo’nun musiki konusundaki fikirlerini islemislerdir. Daha sonra al-Farabi ve Ibn Sina gibi düsünürler ayni kaynaklardan yararlanarak musiki san’ati’nin “nazari” esaslarina yer vermislerdir.

Sunu eklemek gerekir ki Islam ülkelerinin 1400 yillik yasamlari sirasinda musiki yasagi, Muhammed’in getirdigi yasaklar arasinda en az riayet göreni olmustur. Din adamlari sayesinde degil fakat din adamlarinin muhalefetine ragmen!

Oysa ki Bati’da musiki halkin hem dinsel ve hem de fikirsel gelismesinin iksir’i olmustur. Eski Yunan’i her bakimdan kendisine kaynak edinen Bati dünyasi Eflatun’un Republic adli kitabinda, musiki’nin insan ruhu üzerindeki önemine deginen ögütlerini ve Sokrat’in ya da Aristo’nun bu dogrultudaki görüslerini daima degerlendirmistir. Din adamlari, musiki’yi Kilise’ye mal ederek hem halki Kilise’ye çekebilmisler ve hem de ruh gelismesine sürükleyebilmislerdir. Gerçekten de Bati’da musiki, Kilise’yi tamamlayan bir unsur olmustur. Hayden, Hendel, Bach ve daha nice musiki üstadlarinin ruhu yücelten yapitlari sayesinde Bati’linin köylüsü bile ilkellikten kurtulma yolunu bulabilmistir.

Fikir ve kültür tarihin ortaya vurdugu gerçek sudur ki insan ruhunun ve zekasinin gelismesinde, insan karakterinin incelmesinde musiki, tipki resim ve heykelcilik ya da diger san’at alanlarinda oldugu gibi, fakat onlardan dahi üstün ve güçlü bir rol oynar. Çünkü resim ve heykelcilik, söylendigine göre, esyanin dis seklini kopye etme hevesinden dogmustur. En büyük san’atkarlar dahi kendilerine genellikle esya’yi “model” edinmislerdir. Oysa ki musiki, bu tür bir taklitçilige yönelme geregini duymamistir. Daha baska bir deyimle musiki, insanin taklitçilige yönelik içgüdülerinden çikmamistir. Kabul edilir ki musiki’nin gerçek kaynagi, insan ruhunun derinliklerindeki “ulvilik”tir, “kutsallik” tir. Daha dogrusu musiki “bilinçlenmenin” duy gusal yönlerinin disa yansimasidir. Toplum yasamlarinda oldugu kadar bireylerin yasaminda da musiki öylesine önemli bir yer kapsar ki toplumun ve kisilerin ahlak anlayislari dahi buna göre sekillenir. Dinsel duygularin gelismesinde musiki’nin rolü öylesine önemli sayilmistir ki musikisiz din, sanki gücünü yari yariya yitirmis gibidir. Çünkü musiki kalbe ve ruha hitap eder; ibadet sirasinda ruh bakimindan en olumlu ortami ve havayi o yaratir. Sosyal yasamlarda da musiki toplum için ortak duygular, ortak düsünceler ve bilinçlenmeler, ahlaksal olusumlar saglar. Yüksek kaliteli musiki, insan zekasina en ideal yasamlari tanimlar ve sevdirir. Musiki’nin bu niteliklerini anlayacak kerteye gelen kimseler, san’at’in diger türlerini degerlendirme olanagina da ulasirlar. Musiki kültürü ile bezenmis kalp’ler asil ve yüksek duygularin ve fazilet’liligin var oldugu gerçeklere erisebilir olmuslardir. Insan varliginin insanlik sevgisiyle ve insancil yasam duygulariyle gelismesine vesile olan etkiler hep musiki sayesindedir 161 c.

Iste Bati’da din adamlari musiki’yi Kilise’ye sokmak ve ibadet sirasinda musikiye yer vermek suretiyle bir yandan halk tabakalarinin Kilise’ye baglilik duygularini pekistirmisler, diger yandan da bu insanlari yüksek kaliteli musikiye alistirarak fikir ve ruh gelismesine yöneltmislerdir. Bati’da çogu kisilerin, sirf güzel bir musiki dinlemek maksadiyle Kilise’ye gittikleri bir gerçektir. Köy’den gelip Kilise’de Bach’in, Hendel’in, Haydin’in, Mozart’in vb… musikisini dinliyen insanlar, sirf bu ruhu yüceltici ve akli gelistirici musiki sayesinde ilkellikten siyrilma olasiligini kazanmislardir.

Ne yazik ki seriat dünyasinin din adamlari kendi insanlarina böyle bir firsat yaratamamislardir.

 

 

 

*

Din adami, seriat verilerine dayali olarak müslüman kisi’ye, sadece resim ve heykel düsmanligini, sadece musiki düsmanligini degil fakat güzel san’atlarin diger önemli bir kolu olan “siir” (ve dolayisiyle “sair”) düsmanligini da asilar. Fakat bu isi pek kurnaz yollarla yapar ve örnegin genellikle vezinli ve kafiyeli uslub’da hazirlanmis olan Kur’an’i ya da çogu hadis’leri “siir” niteliginde saymaz, ve yine genellikle vezinli ve kafiyeli sekilde konusan Muhammed’i sair saymaz. Bunu yaparken Kur’an’in sair sözü olmadigina ve Muhammed’in “sair” olarak gönderilmedigine ve sair olarak is görmedigine dair hükümleri sergiler. Sergilerken de örnek olarak Hakka suresi’nden: “Kur’an serefli bir elçi’nin getirdigi sözdür; o sair sözü degildir… Kahin sözü de degildir” (K. 69 Hakka 40-42) seklindeki ayet’i gösterir. Muhammed’in sair olmadigina ve siir yazmasini bilmedigine dair yine Kur’an’dan su tür ayetleri gösterir: “Biz Muhammed’e siir ögretmedik; zaten ona gerekmezdi” (K. Hakka, 41; Saffat 35; Ya-Sin 69 vs…). Sair’lerin “yalanci” ve “saskin” kisiler olduklarini anlatmak üzere Kur’an’ dan su tür ayet’leri okur: “…Sairlerin her vadide saskin saskin dolastiklarini ve yapmadiklarini yaptik dediklerini görmez misin?” (K. Suara 224-226). Sair’lere kulak asmanin ya da onlara deger verip ayak uydurmanin “azginlik” ve “sapiklik” oldugunu anlatmak üzere Tanri’nin söyle dedigini anlatir: “Sair’lerin ardindan ancak azginlar gider…” (K. Suara 224-226). Yine bu dogrultuda olmak üzere Muhammed’in de sairler hakkinda: “Benim, Tanri’nin mahluklari arasinda en ziyade nefret ettigim kimseler sair(ler) ve mecnun’lardir” seklinde konustugunu ve müslüman kisilere siir’le mesgul olmamalari için su sekilde ögütte bulundugunu belirtir: “Sizden birinin karninin içi siir dolmaktansa irin dolmasi hayirlidir” 162.

Bunlari söylemekle beraber din adami, Islam lehinde ya da Muhammed’i övücü nitelikte olan siir’leri, biraz asagida belirtecegimiz gibi, “makbul” kabul etmekten geri kalmaz. Daha baska bir deyimle siir ve sair düsmanligi duygularini Muhammed’ten gelme bir miras olmak üzere yeni kusaklara aktarir. Çünkü Muhammed, hem bir yandan kendisini “peygamber” olarak kabul ettirebilmek ve hem de sair’lerin elestiri ve yermelerinden (hiciv’lerinden) kurtarabilmek için siir san’atini ve sair’leri kötüleme siyasetini gütmüstür; söyleki:

Islam kaynaklarindan ögrenmekteyiz ki Arap toplumunda sair’ler, her ne kadar son derece etkili ve önemli bir yer isgal etmekle beraber, “hayal alemi’nin insanlari” ya da “halki yalan sözlerle sihirleyebilen kisiler” olarak görülürlerdi. Muhammed kendi kendisini “peygamber” ilan edipte Tanri’dan vahy geldi diyerek konusmaya baslayinca Kureys halki onu “deli bir sair”, ya da “halki sözleriyle sihirleyerek aldatan bir sair” diye tanimlamistir. Bir çoklari: “Deli bir sair yüzünden tanrilarimizi mi birakalim?” (K. 37 Saffat 36-37) diye ya da: “(Muhammed) sizin gibi bir insandan baska bir sey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsiniz?” (K. 21 Enbiya 2-3) seklinde konusur olmustur. Kur’an’i onun uydurmasi olarak görenler: “Hayir (bu sözler) karisik rü’yalardir; hayir (o Kur’an’i) uydurmustur. Hayir o (bir) sair’dir” (K. 21 Enbiya 5) demislerdir. Halkin bu sekilde konusmasinda sair’lerin de büyük etkisi vardir.

Söylemeye gerek yoktur ki bütün bunlar Muhammed’in “peygamberlik” iddialarini çürütebilecek nitelikte seylerdi; ve eger sair olarak taninacak olursa, hiç kimse tarafindan ciddiye alinmayacak, “Tanri elçisi” olarak kabul edilme olasiligina kavusamayacakti.

Öte yandan eger sair’den peygamber olabilecegi inanci yerlesecek olursa bu taktirde kendinden çok daha iyi sair’lerin “peygamber” olarak ortaya çikabilecegi ve böyle bir halde “peygamberlik” meslegine “elveda” etmek gerekecegi muhakkakti.

Bundan baska sair’lere karsi, bunlarin kendisini “peygamber” olarak kabul etmeyip siirleriyle alaya almalari nedeniyle de düsmanlik beslerdi. Bu dönemin ünlü sair’leri ( ki aralarinda Labid Ibn Rabia, Abdullah Ibn Ravaha, Ka’b Ibn Esref, Ibn-i Hatal gibi kalemi çok kuvvetli olanlar vardi) gerek Mekke döneminde ve gerek Medine döneminde Muhammed’i hicivleriyle yererlerdi. Hem de öylesine ki onu “Muhammed” adiyle degil fakat “Müzemmem” sözcügü ile (ki “zemm olunmus”, “kötülenmis” anlamlarina gelir) küçültürlerdi (Bkz. Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt IX, sh. 252 )163.

Bu sairler arasinda Muhammed’e inanip müslüman olan ve fakat sonradan cayip Islam’dan çikanlar vardi. Örnegin Ümeyye Ibn-i Ebi’s-Salt, eskiden beri “tek Tanri” fikrine bagli olanlardan biri oldugu için, bir aralik Muhammed’i benimsemis ve müslüman olmus idi. Fakat az geçmeden onu “peygamber” olarak kabul etmenin hata oldugunu anlamis ve Islam’dan çikmistir. Onun bu tutumunu yermek maksadiyle Muhammed Kur’an’a su ayet’i koymustur: “Müsriklere su adamin kissasini da oku ki Biz ona ayetlerimizi vermistik (ilmi, dini, seref ve haysiyeti vardi). O bütün bunlardan siyrildi çikti da onu seytan kendine uydurdu. Bu suretle o sapiklardan oldu” (K. A’raf 175)

Sair’lerin ve onlarin etkisiyle halktan kisilerin Muhammed’e düsman olmalarinin bir nedeni de Muhammed’in koymak istedigi bir takim yasaklar, haramlardir ki bunlardan biri sarap (içki) yasagi idi. Bu yüzden çogu kisiler ve sairler Muhammed aleyhinde siirler yazarlar ya da yazilan siirleri okurlardi.

Ve iste genel olarak sairlerin halk üzerinde son derece etkili olduklarini ve bu sair’lerin hicivleri ve kendisiyle alay etmeleri yüzünden taraftarlarini kaybedebilecegini ya da halkin kendi aleyhine dönebilecegini bildigi içindir ki Muhammed, sair’leri “sözlerine inanilmamak gereken kimseler” olarak sergiler, kendisini de “sair” olarak göstermekten kaçinirdi. Bu maksatladir ki Kur’an’a, yukarda belirttigimiz gibi, “Biz Muhammed’e siir ögretmedik; zaten ona gerekmezdi” (K. Hakka, 41; Saffat 35; Ya-Sin 69 vs…) ya da: “Kur’an, serefli bir elçi’nin getirdigi sözdür; o sair sözü degildir” (K.Hakka 40-42) seklinde ayet’ler koyarken kendisine sair diyenleri “Siz can yakici azabi tadacaksiniz” (K. Saffat 38) seklindeki “ayet’lerle”, ya da “Biz siir ile, müfahare ile (övünmek için) ba’s olunmus (peygamber kilinmis) degiliz” seklindeki hadis’lerle 164 susturmaga çalismistir. Bununla da yetinmemis, bir de sair’lerin “yalanci”, “sahtekar”, “hayalperest”, “insanlari aldatanan” kisiler olduklarina dair hükümler koymus ve sair’lere inananlari “azginlar” diye tanimlamistir (Bkz. K. 26 Suara 224-226).

Hemen belirtelim ki bunlar genellikle Muhammed’in henüz güçlenmedigi Mekke döneminde olan seylerdir; güçlü olmadigi için kendisine sair diye çatanlara, ya da kendisini siirleriyle hicveden sair’lere yukardaki sekilde sadece “sözle” karsilik vermistir. Fakat Medine’ye geçipte güçlenmege basladiktan sonra bu gibi kisileri ele geçirdikçe, kellelerinin uçurtmak suretiyle haklarindan gelecektir. Örnegin Mekke’yi fethettikten sonra “genel afv” ilan ettigi halde, yillar önce kendi aleyhinde siir yazdi diye Ibn-i Hatal’i öldürtmekten ve ayni ceza’yi diger kisilere uygulamaktan geri kalmamistir.

Bununla beraber vaktiyle kendisini hicveden ve fakat ölümden kurtulmak için kendisini övücü siir’ler yazan sair’leri bagisladigi görülmüstür ki bunlardan biri ünlü sair Ka’b b. Zuhayr’ dir. Arab’in bu en atesin sairi, uzun yillar Muhammed’in israrlarina ragmen müslüman olmayi red etmis, özgürlügünü korumak istedigini bildirmistir. Bununla da yetinmemis, bir de Muhammed’i, özgürlükleri yok etti diye hicvetmis, hatta, söylendigine göre, “Muhammed’in kani helaldir” seklinde siir’ler yazmistir. Ancak ne var ki Mekke’nin fethinden sonra artik Muhammed’in iyice güçlendigini ve kendisini ilk firsatta öldürtecegini anladigi için, kaçip izini kaybettirmek istemis ve fakat ne yapsa kurtulamayacagini anlayinca Muhammed’i övücü ve yüceltici siirler yazmaga baslamistir. Muhammed bu siirler’i, sadece kisisel ego’sunu (nefsini) doyurmak bakimindan degil fakat ayni zamanda halk siniflarini kendi lehinde etkilemek bakimindan da yararli buldugu içindir ki Ka’b b. Zuhayr’ i afv etmistir 165.

Bu vesile ile sunu belirtelim ki Muhammed, her ne kadar siir san’ati’nin ve sair’lerin olumsuz niteliklerine inanmis olarak yukardaki tutum ve davranislara yönelmekle beraber, bu olumsuzluklari “olumluluga” dönüstürmek halinde, kendi siyaseti bakimindan yararli sonuçlar alacagindan emindi. Çünkü sunu bilirdi ki Arap karakteri’nin özelliklerinden biri “güzel konusma’ya”, güzel söz’e” (ki”belagat”, “talakat” deyimleriyle karsilanmak gerekir) düskünlüktür; o kadar ki bedevi’ler gece yolculuguna çiktiklarinda siir söyliyerek develeri güderler, kervanlarini çekerlerdi. Güya develer dahi siir seklindeki terane’den hoslanirdi.

Öte yandan siir’ler ve “kafiyeli” sözler düsman’a karsi “hiciv” ve dost’a karsi “methiye” niteliginde olacak olursa tam bir “silah” seklinde is görebilen seylerdi. O kadar ki bir kabilenin bir baska kabileye üstünlügü sair’lerinin güçlülügü ile ölçülürdü 166.

Bundan dolayidir ki Muhammed, bir yandan Kur’an’a koydugu ayet’leri genellikle siir havasina bürürken diger yandan taraftarlarini bu tür sözlerle etkilerdi. Örnegin Kur’an “nazim” seklinde görünmekle beraber aslinda siir kitabi gibi bir seydir. Genellikle ayet’ler, sirf kafiyeli olsun diye belli bir sözcügün ya da bir tümce’nin devamli sekilde tekrarlanmalariyle olusur. Ayet’lerin Türkçe çevirisi dahi bu konuda fikir vermege yeterlidir. Gelisi güzel bir örnek olarak Tekvir Suresi’nden su bir kaç tümçeyi okuyalim:

 

 

“Günes dürülüp isigi kalmadigi zaman,

Yildizlar düsüp söndügu zaman,

Daglar yürütüldügü zaman,

Dogurmasi yaklasmis develer basi bos birakildigi zaman,

Denizler kaynastirildigi zaman,

Canlar bedenlerle birlestirildigi zaman”

(K. 81 Tekvir 1-14)

 

Tekvin Suresi’ni izleyen Infitar Suresi’nde yukardaki kafiye’lerin sürdürüldügu görülur:

 

 

“Gök yarildigi zaman,

Yildizlar dagildigi zaman,

Denizler kaynastigi zaman,

Kabirlerin içi disa çiktigi zaman,

Insanoglu ne yaptigini ve ne yapmadigini görür”

(K. 82 Infitar 1-5)

 

Ayni kafiye’ler iki Sure sonra, Insikak Suresi’nde yine karsimizdadir:

 

 

“Gök yarilip Rabbine boyun egdigi zaman,

Yer düzeltilip, içinde olanlar… bosatildigi zaman,

Herkes yaptiginin karsiligini görecektir”

(K. 84 Insikak 1-5)

 

Öte yandan hadis niteliginde biraktigi hükümler ya da dua’lar da bir bakima siir niteliginde seylerdir. Örnegin Ensar ile Muhacirin’e “magfiret” dilerken (dua’lar ederken), ya da Mescit niteliginde binalar insa ettirirken ya da savas sirasinda askeri çostururken yaptigi buydu. Söylendigine göre Uhud savasinda askerin savas meydanindan kaçmasina ve ordu’nun dagilmasina, vezinli, kafiyeli sözlerle (ki aslinda siir’den baska bir sey degildi) engel olmustur. Yine söylendigine göre Huneyn ‘de, ordu’nun dagilmaga baslamasi üzerine savas meydanindan kaçan askerleri, vezinli kafiyeli su sözlerle etkileyip bozulan ordu’yu nizama sokmustur:

 

 

“Ene’n-Neb’yuu la kezib,

Ene Ibn-i Abdi’l-Muttalib”

(ki Türkçesi söyle: “Ben peygamberim, yalan yok,

Ben Abdi’-Muttalib’in ogluyum”) 167

 

Ancak ne var ki o, vezinli ve kafiyeli dahi olsa, siir san’ati’nin sihirli gücünden yararlanir fakat bunlari “siir” niteliginde saymaz, kendisini de sair olarak tanitmazdi. Bunu yaparken biraz yukarida belirttigimiz hükümleri siralardi.

Bundan dolayidir ki din adam’lari ve seriatçi yazarlar “Tanri sairleri hor ve asagi görmüstür” diyerek Muhammed’i sair olarak tanimlamazlar ve onun “siir” seklindeki sözlerini ve Kur’an’a koydugu hükümleri si’ir’den saymazlar. Onlara göre bu sözler “si’ir” degil fakat “recez” ‘dir ki “Ürcuze” diye de bilinir. “Recez” denen sey yarisi, ya da bir kismi “yontulmus beyt’ten” olusan bir seydir ki si’ir’e benzemekle beraber gerçekte si’ir kabul edilmez Yine onlara göre si’ir söylemeyi gelenek edinen kimseye “sair” denmekle beraber “recez” söylemeyi gelenek edinmis kimseye “sa’ir” denmez “raciz” denir. Bundan çikardiklari sonuç sudur ki Muhammed’in söyledikleri si’ir degil “recez” niteliginde seylerdir ve bu nedenle onu sair degil fakat “raciz” diye kabul etmek gerekir (Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt. XII, sh. 154) 168.

Din adamlarinin basvurduklari bu kurnazliklarin “laf” oyunundan ibaret bulundugunu ve çünkü etki ve sonuç bakimindan “si’ir” ile “recez” arasinda, hatta bunlara yatkin düsen “nazim” arasinda fark bulunmadigi, hepsinin de “nazm’in” belli kaliplarindan birine karsilik oldugu bir gerçektir. Insan ruhunda ve insan gönlünde degisim ve titresim ve etki yaratmak bakimindan hepsinin de hemen hemen ayni isi gördügü bir baska gerçektir. Bundan dolayidir ki Muhammed, her ne kadar sair’leri sevmez ve kötüler görünmekle beraber çogu zaman sair’lere muhtaç ve onlarsiz yapamaz olmustur. Basta Hassan Basri Sabit olmak üzere Arap’in en güçlü sair’lerini kendi hizmetinde kullanmis olmasinin nedeni bundandir. Onlari kendi “özel sair’leri” olarak hizmetinde kullanabilmek için, sair’leri asagilatmak maksadiyle Kur’an’a koymus oldugu ayet’lere (ya da söylemis oldugu hadis niteligindeki sözlere) “istisna” yaratici hükümler eklemistir. Örnegin Suara Suresi’nin 224-227 ayetlerinde, sair’leri kötülemek üzere: “Sairlerin ardindan azginlar gider (onlar yalancidirlar)…” derken, kendi sairlerini (ya da kendisi lehinde yazan sairleri) istisna kilmak için su tümceyi eklemistir: “Ancak iman eden, müsriklerden intikam alan (sairler) baska…” (K. 26 Suara 224-227).

Din adami’nin Islam kaynaklarindan aktardigina göre bunu dahi kendiliginden degil fakat bu sairlerin istekleri üzerine yaptigi anlasilmaktadir. Zira Kur’an’da sairleri küçültücü nitelikte ayet’lerin yer aldigini gören ve bundan üzüntü duyan bazi sair’ler (ki aralarinda Abdullah Ibn-i Revaha, Ka’b Ibn-i Malik ve Hassan Ibn-i Sabit gibi ünlüler vardi) Muhammed’in yanina gelip “Allah bilir ki biz sa’iriz” diyerek yakindiklarinda, onlari hosnud etmek için Muhammed, biraz önce belirttigimiz gibi “Ancak iman eden, müsriklerden intikam alan (sairler) baska…” (K. 26 Suara 224-227) eklemesini yapmistir.

Daha baska bir deyimle kendisini hicveden ya da getirdigi düzeni (yani Islam’i) elestiren sairleri “yalanci”, “sapik” vs seklinde tanimlamis, buna karsilik kendisini öven ve kafirleri yeren sairleri “muteber” kisiler saymis ve onlari düsmanlarina karsi birer silah gibi kullanmistir. Bunlar arasinda Hassan b. Sabit, hiciv san’ati’nin üstadlarindan biri olarak, önemli bir yer isgal eder. Muhammed onu kendisine “özel” sair seçmis, ona mahsus olmak üzere Mescit’de bir minber kurdurmustur. Onu her vesile ile bu minbere çikartir ve düsman bildigi Kureysli’lere karsi sövüp saymasi için: “Küffar-i Kureys’e (Kureysli kafirlere) cevap ver. Onlari hicvet (korkma), Cibril seninle beraberdir” diye emrederdi. Cibril’in Hassan’a yardimci olabilmesi için de Tanri’ya söyle yalvarirdi: “Ilahi! (Hassan’i) Ruhü’l-Küds (Cibril) ile te’yid et” (Yani “Ey Tanri! Hassan’i Cibril ile güçlendir” demek isterdi) (Diyanet Yayinlari, Sahih-i…, Cilt II, sh. 395 ) 169.

Islam kaynaklarinin bildirmesine göre Muhammed, kendisine taraftar olan sairleri seferber ederek ve onlara, korku yaratici, dehset saçici siirleri söyleterek bir çok Arap kabilelerini müslüman yapip kendisine boyun egdirtebilmistir. Bunun en güzel örnegi Beni Temim kabilesinin Islam’a girmesidir. Hicret’in 9.yilinda Beni Temim urugundan bir hey’et, beraberlerinde Utarid bin Hacib gibi ünlü sairleri oldugu halde, Muhammed’i ziyaret’e gelir. Konusmalar sirasinda bu sairler, Tanri’nin kendilerine yardimci olduguna, inayetler ihsan ettigine, kendilerini en üstün insanlar durumuna getirdigine dair siir’ler okurlar. Bunun üzerine Muhammed, kendi sairlerine emir vererek kendisini yüceltici fakat karsi tarafi hicvedici, yerici ve korkutucu nitelikte siir’ler okutturur. Bu siir’ler Beni Temim’leri etkiler, daha dogrusu korkutur; hem de öylesine ki aralarindan biri (ki bunun Akras bin Habis adinda biri oldugu söylenir) ayaga kalkarak, bu siir’leri dinledikten sonra Muhammed’in peygamber olduguna inandigini bildirir ve kendi arkadaslarina dönerek söyle der: “Babam size feda olsun ki (Muhammed) gaib’den haber almaktadir. (Onun sairleri) bizim sairlerimizden… üstündür”.

Söylendigine göre bu olaydan sonra Beni Temim kabilesi müslümanligi seçmistir 170. Kuskusuz ki Beni Temim kabilesini buna zorlayan sey Muhammed’in sairlerinin daha güzel, daha veciz konusmalari degil ve fakat savurduklari korkutucu tehdit’lerdir. Bu taktik, Muhammed’in Kur’an’a koydugu: “Müsrikine mallarinizla, canlarinizla, dillerinizle mücahede edin” seklindeki hükme uygun bir taktiktir.

Yine din adami’nin Islam kaynaklarindan naklen bildirmesine göre Muhammed sair’ler tarafindan övülüp yüceltilmekten pek hoslanirdi. Kendisini yüceltici nitelikteki bu siir’ler sayesinde halk’in sevgi ve saygisina kavusacagini, uhrevi ve dünyevi otoritesini güçlendirebilecegini düsünürdü. Bundan dolayidir ki, biraz önce belirttigimiz gibi, bu sekilde is gören sairleri ve onlarin siir’lerini, genel olarak sair’ler ve siir’ler aleyhinde sarfetmis bulundugu olumsuz sözlerden hariç tutmustur.

Bütün bunlardan anlasilmak gereken sudur ki Islam’da siir san’ati bile yukardaki verilere göre kisitlanma durumundadir ve din adami, olanak buldugu ölçüde bu kisitlamayi gerçeklestirme yolunu seçer.