Home » Library » Modern Library » Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum02

Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum02


Din Adami’nin Toplumumza Bellettigi Çagdisi “Din” Anlayisi Konusunda


I) Din Adami’nin “Din Anlayisi” Konusunda:

A) Din adami insanlarimizi gelismemis toplumlarin özelligi içerisinde yetistirir.

B) Ilkel insanin ve ilkel toplumlarin özelligi her seyi göklerden ve ilahi güçlerden beklemek, ibadeti yasam amaci edinmek ve din adaminin dediklerini yerine getirmektir:

C) Din adami’na teslimiyet:

Ç) Ilkel insan geleneklere körü körüne bagli ve iliklerine kadar “tutucudur”: din adami insanlarimizi bu niteliklerle sekillendirir.

1) Ilkel insan kan akitmanin “fazilet” olduguna inanmistir. Din adami insanlarimizi kan akitma gelenegiyle yetistirir:

2) Ilkel insan kötülüge kötülükle ve hatta iyilige karsi kötülükle davranan bir yaratiktir. Din adami insanlarimizi, seriat malzemesiyle, bu kaliplar içerisinde yetistirir.


Uygar ülkelerin hemen “yamacinda” bulunmamiza ragmen onlarla kiyaslanmayacak gerilikler ve ilkellikler içerisinde yasar gideriz. Nufusumuza oranla hiç denebilecek kadar küçük bir aydin çevre hariç, insanlarimiz bugün hala yedinci yüzyilin çöl zihniyeti ve çöl ahlaki ile yetistirilmektedir. Altmis bes bini askin cami’de, halk’in kafasina ve ruhuna “tek gerçek” diye yerlestirilen seriat verilerini söyle bir sergileyebilsek ve bunlari akilci düsünce süzgecinden söyle bir geçirip elestirebilsek saskinlik bir yana fakat dehsete düser, ürkeriz. Bunlarin yirminci yüzyil Atatürk Türkiyesinde okutulup belletildigine inanamaz ve mutlaka uydurulmus seyler oldugunu saniriz. Çünkü “seriat” diye beyinlere siringa edilen seyler gerçekten insan zekasini körletmege, islemez hale getirmege ve asil kötüsü insanin insan’a sevgisini yok etmege yönelik seylerdir; akla deger verirmis gibi görünüp onu kullandirmayan yöntemin malzemesidir bunlar. Akla ve vicdana ve müspet ahlak’a aykiri olmakla beraber bunlar, din adamlarimiz tarafindan: “1400 yil boyunca erisilmis en üstün ve en kutsal gerçeklerdir” diye kabul ettirilir insanlarimiza. Oysa ki buna benzer veriler, Bati’nin Orta Çag karanliklarinda bocaladigi dönemlerde bile, akil ve vicdan sahibi kisileri tiksintiye sürüklemege yeterliydi. Bati dünyasi bu tiksintisini “akilci direnis” sekline dönüstürmek sayesinde karanliklardan aydinliklara çikabilmistir.

Ilerdeki sayfalarda “seriat” diye halkimiza ögretilen din verilerini gözden geçirirken kendi kendinize: “Nasil olur da bu ülkenin halki bunlarla egitilir” diyecek ve kuskusuz çok üzüleceksiniz. Seriatçinin dinsizlik suçlamalarina ya da ilkel saldirilarina aldiris etmeyerek karanlik zihniyete savas açma görevinde bulunan fakat bu görevi yerine getirmeyen “aydinlarimizin” ihaneti karsisinda daha da üzüleceksiniz. Ülkemizi cahil din adaminin pençesinden kurtarip “bilgili” din adaminin egitimine teslim amaciyle kurulan Diyanet Isleri Baskanligi’nin yetersizligi karsisinda umutsuzluga düseceksiniz. Bu ülke halki’nin, ikibin yilina yaklastigimiz su dönemde bile hala 1400 yil öncesi Arap toplumunun din ve dünya anlayisiyle yetistirildigini, ya da yurttaslarimizin hukuk sorunlarinin, din adamlari tarafindan, hala Ibrahim al-Halabi ‘nin 16.yüzyildan kalma ve kuskusuz ki çag disi, uygarlik disi olan fikih kitabina göre çözümlendigini görmekle karamsarliga düseceksiniz 40.

I) Din Adami’nin “Din Anlayisi” Konusunda:

Arap toplumuna ve Arap niteliklerine özgü olmak üzere bundan 1400 yil önce yerlesmis olup bugüne degin hiç bir sekilde degistirilmeyen ve gelistirilmeyen seriat dini ile, uygar bir dünya anlayisina ve yasamina ulasilabilecegini kabul etme olanagi yoktur: “Allah katinda din (sadece) Islam’dir” ya da “Islam en son ve en mükemmel din’dir” seklinde konusmaktan bikmayan din adamlarimiz için Din denilen sey, sekilcilikten (ibadet, dua, namaz, oruc , hacc vs…), ya da yer yüzünü “Dar-ül Islam” ve “Dar-ül harb” ( yani “Müslümanlar” ve “Müsrikler-Kafirler”) diye ikiye ayirip birincileri ikincilere düsman saymaktan baska bir anlam tasimaz. Bu anlayisa sapli din adamina göre Kur’an’i ezberlemek, hacc etmek, her vesile ile Muhammed’in “Tanri elçisi” oldugunu tekrar etmek, Islam’dan gayri bir dine yönelenleri “sapik” diye kabul etmek, Islam’dan çikanlari ya da Islami elestirenleri öldürtmek, Tanri’yi “korkutucu” ve “kader çizici”, kullarini diledigi gibi “iyilige” ya da “kötülüge” sürükleyici, dilediginin kalbini açip müslüman diledigininkini kapatip kafir duruma getirici, diledigine diledigi gibi az ya da çok rizik verici, din ve inanç farki içerisinde kildigi insanlari birbirleriyle bogazlastirip yok ettirici vs…, sekilde benimsemek, ve nihayet seriat emirlerini akla ve akilci ahlaka ters bile düsse, gözü kapali olarak izlemek, evet bütün bunlar dindarligin ta kendisidir. Ilerdeki sayfalarda görecegiz ki din adamlarimiz, her ne kadar batil’a ve hurafe’lere karsi imis gibi görünürlerse de seriat’in batil ya da hurafe niteligindeki verileriyle yetismis olarak halki da bunlarla yetistirmekten geri kalmazlar.

A) Din adami insanlarimizi gelismemis toplumlarin özelligi içerisinde yetistirir.

Gelismemis toplumlarin yasam tarzi üzerinde arastirma yapan bilginlere göre ilkel insanin özellikleri arasinda: kati, dondurulmus, degismez kurallara baglilik; batil’a ve hurafelere inanmislik; din verilerini akil kistasi disinda tutmusluk; her gerçegin din kitablarinda bulundugunu sanarak bu kitaplara baglanmislik vb… gibi tutum ve davranislar vardir! 41. Ilkel toplumlarin insani, kendi içinde yasadigi düzeni olusturan kurallari anlamaga çalismaz. Genellikle akilciliga ters bu kurallari akil ve düsünce süzgecinden geçirmeden oldugu gibi uygular. Suna inanmistir ki bu kurallar, gizli bir el (örnegin tanrica’lar) tarafindan, kendilerinin hayrina olmak üzere konulmustur; bunlarin insan aklina ve vicdanina yatkinligini arastirmak söz konusu degildir. Bu kurallara uymak Tanri’yi hosnud kilmak, onun inayetlerine kavusmak için gereklidir.

Ilkel toplumun insani’nin bir diger özelligi, gerek yeryüzü yasamlari ve gerek gelecek dünya yasamlari ile ilgili olarak her seyi din adamindan ve din kitaplarindan bekler olmaktir. Tarlasindaki ekinin yetismesinden, aksam yiyecegi bir lokma ekmege ve sirtina atacagi aba’ya, ve yine korku ve kin besledigi düsmanlarinin yok edilmesinden hayal ettigi Cennet’lere kadar her seyi o, din adami araciligiyle doga üstü ilahi güçlerden umar. Bu islerin hiç birinin kendi gücüyle olusabilecegini düsünmez. Kendi aklina ve zekasina ve yaraticiligina güven diye bir sey bilmez. Mensup bulundugu dinin kulu, kölesi ve esya niteligindeki bir parçasidir; dokusu oldugu toplumun sorumlu bir insani olma duygusundan tamamen yoksundur.

Modern dinler, ilkel dinlerden farkli olarak akil disi ögeleri ayiklama ve her seyden önce kisi’nin yeryüzü mutlulugunu saglama cabasinda görünürler. Bati’li din adami kendi ulusunu ulusal benlik duygulari içerisinde yogurabilmistir. O kadar ki Tanri’yi bile kendi mensup bulundugu toplumun dili ile konusur gösterebilmis, bu yoldan toplumun dinsel, sosyal ve ekonomik gelismesini saglayici caba’larda bulunabilmistir: Örnegin Martin Luther’in Alman toplulugu için yaptigi budur: Incil’i Almanca’ya çevirip Tanri’nin Alman toplumuna Almanca olarak konustugunu anlatmaya çalismistir.

Oysa ki bizim din adamlarimiz, eskiden oldugu gibi bugün dahi bu ülkenin halkini, çag disi seriat verileriyle fikren atil ve uyusuk kilmak yaninda bir de ulusal benliginden yoksun edici ne varsa her seyi yapmanin “mutlulugu” içerisindedirler.

B) Ilkel insanin ve ilkel toplumlarin özelligi her seyi göklerden ve ilahi güçlerden beklemek, ibadeti yasam amaci edinmek ve din adaminin dediklerini yerine getirmektir:

Avustralya yerlilerinin ilkel yasamlarini inceleyen iki bilim adaminin ortaya vurduklari sonuç sudur: Ilkel toplumlarda kisi için günlük gida’yi saglayici isler yaninda asil önem tasiyan sey dinsel yasamlardir. Gelecek dünya’ya hazirlanmak, yani ibadet ve kutsal töre’lere öncelik tanimak, kisi’nin baslica düsüncesidir. Bu yeryüzü yasamlarina degil fakat “Totemik” atalar ülkesi ve esrarengiz rü’ya’lar dünyasi olan “Alçeringa” ‘ya kavusmaktan daha büyük bir mutluluk yoktur.

Bu ortam içerisinde ilkel insan, kutsal saydigi kurallara sonsuz bir baglilikla sarilmistir. Bu duygu onda öylesine yogunlasmistir ki dünya yasamindan ve geçim sorunlarindan ziyade dinsel yasam sorunlarina agirlik verir: ibadet’ten baska bir seyle mesgul olmamak onun tek dilegidir. Uygar insan için basit ve anlamsiz sayilan töreler, ilkel insanin ciddiye aldigi seylerdir. Sarsilmaz bir güvence ile inandigi sudur ki, öldükten sonra mutlaka atalarinin gömülü bulundugu yere, “Alçeringa’ya” gidecek, orada onlarla bulusacak ve yeniden dirilecegi zamana kadar orada kalacaktir 42.

Bu tür bir din anlayisinin Kizil derili’lerde de asagi yukari ayni oldugu anlasilmaktadir. Konuyu incelemis olan bir yazara göre Kizil derili’nin de saplandigi inanç o’dur ki hiç kimse yasamini kendi gücü ile sürdüremez ve ihtiyacini duydugu seyleri Doga üstü güçler disinda bir yerden (örnegin kendinden) bekleyemez: avlanmak, rizik saglamak, saglik içerisinde kalmak, çogalmak vs… hep kendi disindaki güçlerin himmetiyle olabilecek islerdendir 43.

Iste din adamlarimizin, eskiden oldugu gibi bugün de, insanlarimiza asiladiklari din anlayisi ve yasam tarzi asagi yukari budur. Kisi’nin kafasina yerlestirdikleri inanç, yeryüzü yasaminin her yönünün insan iradesiyle degil fakat Tanri iradesiyle sekillendigidir: rizkin miktarinin Tanri tarafindan saptandigi; iyi ya da kötü yola sapmanin Tanri’ya bagli oldugu; hastaligin Tanri’dan geldigi ve ancak Tanri izniyle sirayet ettigi; yoksul ve varliksiz olarak ölmenin Tanri indinde fazilet sayildigi; ibadetin, hacc etmenin, “küffar’a” karsi cihad etmenin ve buna benzer dinsel islerin Cennet’e yerlesmek için kosul sayildigi vb… gibi hususlar, hep bu inancin temel taslarini olusturur.

C) Din adami’na teslimiyet:

Ilkel insanin bir diger özelligi de, bilinçsiz sekilde din adamina “teslimiyet”, her seyi ondan sorup ögrenmek, onun verecegi ögütlere göre is görmek ve tüm yasamini buna göre düzenlemektir. Ilkel toplumlarda din adami, daima ön planda tutulan, bas taci edilen, eli ayagi öpülen, her konuda fikir edinilen ve sözlerine en fazla itibar edilen kimsedir 44. Ilkel insan onu, sanki Doga üstü güçlerin sirlariyle donatilmis olarak baska dünyalarla iliski halinde imis gibi görür. Sanki evreni yaratanin yeryüzü temsilcisi imis, sanki topluma ve kisilere ilahi güçlerin ya da Tanri’nin inayetini, bereketini, sefaatini, merhametini vb… saglayabilirmis, sanki bu alanda tek araci durumunda imis gibi kabul eder. Daha dogrusu din adami, binbir ustalik ve kurnazliklarla, kendisini insanlara bu sekilde kabul ettirmistir. Gördügü itibarin, sayginligin tek nedeni, toplumun ve kisilerin bilgisizligidir. Bu bakimdan toplumun ilkel kalmasi din adami’nin saltanati ve mutlulugu demektir.

Diger seriat ülkelerinde oldugu gibi bizde de saf ve cahil insanlarimiz, yatakta hangi yana dönmüs olarak yatmak, yataktan hangi ayakla çikmak, hangi parmakla lokmayi agza atmak, su içerken kaç yudumda içmek, abdest’ten sonra temizlenirken (istinca ederken) kaç tas/kerpiç kullanmak gereginden tutunuz da dis çektirmege ya da müsiki dinlemege vb… varincaya kadar her seyini din adamindan alacagi fetvaya göre yapma gelenegi içerisinde yasarlar: tipki geçmis yüzyillar boyunca yasadiklari gibi.

Yine bunun gibi ilkel toplumlarda din adami, uhrevi iktidar yaninda dünyevi iktidarin da sahibi ya da destekcisidir: din ve dünya isleri onun elinde birlesmistir. Gökten inme emirlerin toplumca benimsenmesine memur oldugu kadar halkin siyasi ve askeri lideri, rehberi ve her seyidir. Nitekim ilk hükümdarlar din adami olarak ortaya çikmislardir: yasama, yürütme ve yargi gücüne sahip olmuslar, Tanri’nin yeryuzündeki temsilcisi sayilmislardir 45.

Her ne kadar Hirisiyanlik, din ve dünya islerini ayri kilmak üzere “Sezar’in hakki Sezar’a, Isa’nin hakki Isa’ya” formülünü getirmekle beraber, Orta Çag dönemi boyunca bu formüle sayginlik göstermemistir. Fakat ne var ki din adamini dünya islerine karismaktan alikomak isteyenler, “Hiristiyanligin özüne dönüs” parolasina sarilmislar ve Klise’ye karsi bu yoldan saldirmislardir. Bu savasima din adamlarindan katilanlar çoktur.

Oysa ki Seriat dini’nde “din” ve “devlet” ayriligi diye bir sey yoktur; bunlar yapisik kardes gibi seylerdir. Muhammed, islam dini’nin ve devleti’nin kurucusu olarak uhrevi ve dünyevi isleri elinde toplamis ve kendisinden sonra bu mevkie gelecek olanlara (Halife’lere) da ayni yolu açmistir. Bundan dolayidir ki islam toplumlarinda kisi ve toplum yasamlari, din adaminin fetvalariyle ayarlanir olmustur, ve bundan dolayidir ki din adami laik devlet anlayisina karsi çikmistir.

Ç) Ilkel insan geleneklere körü körüne bagli ve iliklerine kadar “tutucudur”: din adami insanlarimizi bu niteliklerle sekillendirir.

Bilimsel arastirma sonuçlarina göre ilkel insanin baslica özelliklerinden biri de tutuculuktur, geleneklere bilinçsizce bagliliktir. Konuyu inceleyen bir bilim adami söyle der: “Ilkel insan… dedelerinin ve atalarinin uygun ve dogru diye gelenek haline getirdikleri her seyi benimser ve aynen (hiç düsünmeden) izler…” 46 . Kendi yasam ve davranislarini, hazir elbise örnegi, bu geleneklere uydurur. Kendi akil ve zekasiyle yeni hiç bir sey düsünmez ya da mevcut hiç bir seyi degistirmez. Bu sekilde yetismistir ve kendinden sonrakileri de bu sekilde yetistirecektir. Her ne kadar asiret yasamlarinda, toplumun yaslilarindan olusan Kurul’lar (örnegin “Ihtiyar hey’etleri”), asireti ilgilendiren bazi hususlarda kararlar almakla beraber, gerçek anlamda özgür iradeye sahip olarak is görmezler. Yeni sorunlari eski tutucu kaliplara uydurmak suretiyle günlük ihtiyaçlari giderirler.

Oysa ki uygarlik gelismesinin en büyük düsmani tutuculuktur, bilinçsiz gelenekselciliktir. Sosyal tarih sunu kanitlamaktadir ki kisiler ve toplumlar, kendi yasamlari üzerinde baski yaratan geleneklerden kendilerini kurtarabildikleri ve kendi kaderlerini kendileri çizebildikleri oranda yaratici güce ulasirlar ve uygarlasirlar. Yine bunun gibi kendi insanlik degerine güven ve kendi iradesine ve haysiyetine saygi besleyen her insan, geleneklerin kölesi olmayi kendisi için zul sayar; kendi akil ve zeka süzgecinden geçirerek bunlari kendi deger ölçülerine vurur ve gerektiginde kaldirir.

Din kurulusunu ve dolayisiyle kisileri ve toplumu ilkel geleneklerden kurtarmak, her ne kadar aydin’lara düsen bir görev olmakla beraber, din adaminin da bu konuda yapmasi gereken seyler vardir. Ilerdeki sayfalarda görecegimiz gibi Bati’da aydin siniflar, zaman zaman Ruhban sinifinin da destegiyle, halk yiginlarini gelenekselligin üstüne çikarabilmislerdir.

Oysa ki seriat ülkelerinde ve bizde din adamlari, geleneklere bagliligi, bugün dahi dinin vazgeçilmez kosulu olarak görme geleneginden kurtulamamislardir. Bu vesile ile kan akitma ve kurban kesme geleneginr deginmek yerinde olacaktir.

1) Ilkel insan kan akitmanin “fazilet” olduguna inanmistir. Din adami insanlarimizi kan akitma gelenegiyle yetistirir:

Din adami’nin insanlarimiza bellettigi seriat verileri arasinda Tanri adina kan akitmayi “kutsal” ve “faziletli” bir davranis diye tanimlayanlari vardir ki bunlardan biri Muhammed’in sözleri olarak aynen söyledir: “Allah rizasi ugrunda akitilan kan damlasindan daha kiymetli damla yoktur”. 47

Söz konusu “kan damlasi” insan kani olabilecegi gibi hayvan kani da olabilir. Tanri ugrunda “kafir” kani akitmak ne kadar makbul ise, Tanri adina kurban kesip kan akitmak da o kadar makbul hatta gereklidir. Çünkü kurban kesme gelenegi kisi’yi kan akitma eylemine alistirir ve kisi bu aliskanlikla insan kani akitma konusunda güçlük çekmez, huzursuzluk hissetmez.

Bilindigi gibi kurban kesimi, yani kan akitma gelenegi, eski çag’larin “tanri” anlayisindan kalma bir gelenektir. Insanlarin, Tanri’yi korkulacak ve gaddarligindan ve kindarlagindan kaçinilacak bir güç seklinde kabul etmeleri nedeninden dogma bir uygulamadir. Ilkel insan için Tanri, her kötülügü yapabilen ve yaptirabilen, kiskanç, key fi bir “Yaratan’dir”; hikmetinden soru sorulamayacak bir “Güç’tür”. Ilkel insan’a göre Tanri’yi (ya da Tanricalari) hosnud edecek seyleri yapmak, O’na dalkavuklukta bulunmak gerekir. Felaket, hastalik vb… her sey O’ndan geldigi için O’na yaranmak, O’nu yatistirmaga çalismak kosuldur. Bunun bir yolu O’na kurban adamak, kurban kani akitmaktir. Geçen yüzyilin ünlü Fransiz bilginlerinden Ernest Renan, ki ayni zamanda bir din adamidir, kurban kesimi konusunda söyle der: “Ilkel insan için Tanri, her seye kadir, üstün bir Yaratandir ve O’nu (rüsvet yolu ile) kandirmak gerektir. Bundan dolayidir ki kurban kesme gelenegi Tanri korkusundan ve bir takim çikarlar saglama kurnazligindan dogmustur. Tanri’nin inayetini kazanmak için Tanri’ya tapanlar O’na hediyeler, örnegin bol yagli yemekler, etler, saraplar vb… sunmuslar, kurbanlar kesmislerdir. Bu yoldan Tanri’nin gazabindan kurtulabileceklarini ya da o’nun magfiretine siginabileceklerini, günahlarini affettirebileceklerini düsünmüslerdir. Tanri’yi tipki insan niteliginde bir yaratik olarak gördükleri içindir ki bu sekilde davranmislardir” 48.

Tanri’yi kazanmak ve onun merhametine ve ihsanlarina kavusmak amaciyle ilk önceleri kurban kesme gelenegi, genellikle çocuk kesme seklinde görüldü. Kisi için yüksek degerde sayilan seyleri Tanri’ya adamanin, Tanri’yi fazlasiyle hosnud edecegi hesap edildi. Fakat Peygamber diye kabul edilen Ibrahim ile birlikte bu gelenek, insan yerine hayvan (örnegin koyun) kesme sekline dönüstü. Böylece insan’dan kurban yerine hayvan’dan kurban safhasina geçis bir “asama” sayildi 49.

Yukardaki kisa açiklama göstermektedir ki bugün hala kurban adama, ya da kurban kesme gelenegini sürdüren toplumlar geçmis çaglarin ilkel zihniyetinden henüz kurtulmus degillerdir. Çesitli toplumlarda ve dinsel inançlarda günah’tan kurtulmak, basariya ulasmak, Cennet “hurilerine”, güzellerine kavusmak vb… gibi düsüncelerle bugün hala hayvan bogazlama, kan akitma gelenegi sürdürülmektedir.

Bununla beraber uygar kerteye ulasmis ve insancil düsüncelere çikmis toplumlarda bu gelenek son bulmustur artik. Bu sonuç, tutuculuktan kurtulup gelenekleri asma isteginden dogmustur ki bunda Batili bazi din adamlarinin da rolü olmustur.

Din’ler tarihinden ögrenmekteyiz ki Yahudiler, Ibrahim’ in yerlestirdigi gelenek üzerine Tanri’ya, hayvan kurban etmek suretiyle yaranma usulünü seçmislerdir. Yüzlerce yil bu gelenege karsi ses çikarmak ve Tanri’nin böyle bir gelenekten hosnud olmayacagini söylemek hiç kimsenin aklina gelmemistir. Söylendigine göre ilk kez, Milad’tan önce 800 yillarinda Isaya bu tür bir gelenege karsi kafa tutmustur. Söylendigine göre Isaya, Yahudi Kiral’larindan Ezekias ‘in danismanligini yapmis olan ve Yahudilerin peygamber diye bildikleri bir kimsedir. Tanri adina söyle konustugu söylenir: “Benim adima kurban kesme gelenegi tiksinti duyulmak gereken bir gelenektir; sigir, kuzu ya da keçi kani akitilmasi bana kivanç vermiyor”.

Her ne kadar Yahudilerin peygamberi sayilmakla beraber Hiristiyanlar onu, esas itibariyle bu sözlerinden dolayi kendilerine mal’etmek isterler. Hiristiyan bir din adami söyle der: “Bu asil sözleri sarfeden Isaya, Hiristiyanligin ilk kurucularindan sayilmalidir” 50. Oysa ki Isaya, biraz önce dedigimiz gibi, Hiristiyanligin yerlesmesinden, yani Isa’ nin gelisinden 800 yil önce yasamistir.

Kurban keserek kan akitma gelenegine karsi dikilen bir diger din adami da Philo ‘dur. Milad’tan önce 20 yilinda Iskenderiye’de yasamis olan bu Yahudi din adami, kutsal bilinen din kitaplarini tüm olarak Eflatun’un felsefesiyle kaynastirmaga çalismis, “Neo-Platonism” (Yeni Eflatunculuk) düsünce tarzina yön vermis, ve gerek Yahudilerin ve gerek Hiristiyanlarin dinsel anlayislari üzerinde etkili olmustur. Özellikle su fikri savunmustur ki dinsel görevler arasinda cana kiymak, kan akitmak diye bir sey olamaz; Tanri’ya ibadet sadece ilahi sarkilar söylemek ve törenler tertiplemek yolu ile olmalidir; ilahi sarkilarla kalbin Tanri’ya hitabi saglanmis olur ve bu tür bir ibadet, kurban kesmek ya da adak adamak gibi geleneklerden çok daha kutsal, çok daha yüceltici bir anlam tasir 51.

Hiristiyanligin ortaya çikisi ve yayilisi sirasinda St. Paul gibi havariyunlar, kan akitarak kurban kesme geleneginin insanlik disi bir sey oldugunu ve dindarlik sayilamayacagini, Isa ‘nin çarmiha gerilmis olmasinin esasen insanlik adina verilmis kurban sayildigini ve bu olay ile kurban kesme gelenegine son verilmis bulundugunu savunmuslardir. Onlarin bu savasimi sonucu olaraktir ki Hiristiyanlik kurban kesme geleneginden uzak kalmistir 52.

Oysa ki kendisini “en son ve en mükemmel” bir din olarak ilan eden islam’da böyle bir gelisme görülmez; çünkü Tanri’nin degismez kanunu gibi kabul edilen Kur’an: “Rabbin için…kurban kes…” (K. 108 Kevser 2) diye emretmistir. Islam kaynaklarindan ögrenmekteyiz ki Tanri bu emri, erkek çocugu olmadigi için Muhammed hakkinda sarfedilen olumsuz sözler vesilesiyle vermistir. Söylendigine göre El-As b. Vail es-Sehmi adinda biri, Muhammed hakkinda “Ebter” (yani erkek çocugu olmayan kisi) sözcügünü kullanarak söyle demistir. “Birakin onu, nesli kesik, oglu olmayan bir adam. Ölse, adi sani anilmayacak. Rahata ereceksiniz”. Güya Tanri bu sözler üzerine Muhammed’e, erkek çocuktan daha degerli bir ihsan’da bulunmak üzere, her seyde bolluk ve bereket anlamina gelen Kevser’i (ki Cennet’in en güzel nehri anlamina da gelir) vermis ve Kur’an’in Kevser Suresi’nin su ayetlerini göndermistir: : “Süphesiz Biz sana ey Habibim, Kevser’i (senin için dünyadan ve dünyadakilerden daha hayirlisini, büyük seyi) verdik. O halde Rabbin için namaz kil ve kurban kes. Süphesiz seni elestiren (el-As b. Vail’in), nesli kesiktir” 53

Öte yandan din adami’nin söylemesine göre Muhammed, kurban kesiminin Tanri tarafindan ayni zamanda insanlarin hayrina olmak üzere düsünüldügünü (K. 5 Maide 97), bir çok hallerde (örnegin hacc farizesini yerine getirme olasiliginin bulunmadigi hallerde) bunun bir zorunluk oldugunu belirtmis (K. 22 Hacc 33-38) hatta kurban’lik hayvani nasil kesmek gerektigini bildirmistir (Örnegin Maide Suresi’nin 97.ayetinde “…ön ayaklari bagli olarak … keserken üzerlerine Allah’in adini anin” denmistir) .

Gerek Kur’an ve gerek Hadis hükümleri arasinda bununla ilgili daha bir çok benzerleri vardir. Geçmis yüzyillar boyunca din adamlari, hiç bir acima duygusuna kapilmadan, bütün bu hükümleri insanlarimiza belletmislerdir. En büyük din bilgini olarak kabul ettigimiz Gazali gibi kimseler, tüyler ürpertici bir dil ile kurban kesimini fazilet seklinde su sekilde tanimlamislardir: “…Ademoglu’nun Kurban bayrami günü yapmis oldugu amellerde… Allah katinda kan akitmasindan daha sevimlisi yoktur. O kurban, boynuz ve tirnaklariyle mahser yerine gelir; kani topraga düsmeden Allah’in … diledigi yerde muhafaza edilir. Onunla nefsinizi tezkiye edin, onu güzel kesin. Kurban derisindeki her tür sayisinca size sevap var, kaninin her damlasi kadar mukafat var, ve o sizin mizaniniza konur, müjde olsun…”.

Evet böyle diyor “Huccet’ül islam” diye yüceltilen ve islamin en büyük ilahiyatçilarindan biri olarak kabul edilen Gazali efendimiz 54. Onun ve benzerlerinin bu tür sözlerini Kur’an ve Hadis hükümlerine destek yaparak halki egiten din adamlarimiz, kurban kesip kan akitmanin dinsel bir fazilet oldugu inancini köklestirirler. Laik Türkiye Cumhuriyet’inin Anayasal bir organi olarak is gören Diyanet Isleri Baskanligi halkimiza : “Kutsal kitabimiz Kur’an’i Kerimin emrine… ve Peygamberimizin sünnetine uyarak Allah rizasi için kurban kesmekteyiz” diye va’az’larda bulunur 55. Yeni çocugu doganlara, daha çocuk yedi günlük iken, kurban kesmelerini Muhammed’in emri olarak bildirir 56

Böylece en küçügümüzden en büyügümüze kadar bizler, kan akitmayi kutsal sayan ve sevimli bulan bu egitimle yetistiriliriz. Daha baska bir deyimle bugün artik uygarliga ayak uydurmus dinlerin: “Hayvan bogazlamak, kan akitmak Tanri’yi hosnud kilmaz, Tanri bu tür ibadeti hos karsilamaz ” seklindeki zihniyete yöneldikleri ve kurban kesimi gelenegini terkettikleri bir dünyada bizler, bir iki örnegini yukara aldigim din hükümleriyle hasir nesirizdir; bu hükümleri kutsal biliriz.

Oysa ki çagdisi geleneklere uymak bizleri rahatsiz etmelidir; kan akitarak kurban kesmeyi bayram vesilesi edinmenin bizleri insancil duygulardan uzaklastirdigini ögrenme zamani çoktan gelmistir. Ne yazik ki bunu anliyanlarimiz pek azdir. Çünkü daha pek küçücük yaslardan itibaren dini bayramlarda gözlerimizin önünde kesilen ve kesilirken seyrine “doyamadigimiz” kurbanlar nedeniyle duygusuzlasmis, kan ile “hal ve hamur” olmusuzdur. Kan görmekten zerrece tedirgin olmayiz, kaçinmayiz; kan bizi ürkütmez, tiksindirmez, acindirmaz. Çöl usülleriyle bogazi kesilen hayvanciklarin can çekismesinden rahatsiz olmayiz. Bu manzarayi seyretmekten ürpertici bir zevk alanlarimiz vardir. Acima duygularimiz daha o küçücük yaslarda bu dehset verici hava içerisinde iyice körlesir ve beseri yönlerimizi de birlikte körlestirir.

Bundan ikibin besyüz su kadar yil önceleri Romali’lar, savasa katilacak askerlere, kan görmeye alissinlar da savasta cesur ve metin olsunlar diye, her seyden önce gladyatör güresleri gözletirlermis. Canavarlar gibi saldirsinlar ve düsmani kana bulasinlar diye askerleri böylece kan akitilmasini görmege alistirarak egitirlermis.

Iste biz de çocuklarimizi ya da yasca büyük fakat kafaca henüz gelismemiz olanlarimizi bugün, yani insancil nitelikte olmak gereken bir egitim dünyasinda, kurban kesmeyi kutsal bilen seriat verilerini ezberleterek ve onlara, bogazlanan hayvanlari “temasa” ziyafetleri çekerek ve kurbanlik hayvanlarin, Kur’an’da belirtildigi gibi “en güzel sekilde” kesildigini göstererek büyütmekte, yetistirmekteyiz: sirf günahlardan kurtulup Cennet’lere varmak için Tanri’nin verdigi can nasil alinir, kan nasil akitilir, bunlari görsünler de ilerde insan yasaminin degerinden habersiz olarak iç rahatligi ile “dinsizleri”, “kafirleri”, “zindiklari” ve “aydinlari” öldürsünler, ya da bizzat öldürmeseler bile, insan yasamina fazla önem vermesinler ve insancil davranislara yönelmesinler diye. Insan sevgisinin hayvan sevgisiyle iliskisini ve bu iliskiye oranla gelistigini ilkel kafalara anlatamazsiniz.

Ve iste bu aliskanlikla daha sonraki ilerlemis yaslarimizda, basarilarimizi, mutluluklarimizi ve gerçeklesmesine dünyalar verecegimiz umud’larimizi hep kan ile sulamak, kan akitarak kutlamak isteriz. Maç’a hazirlanan futbolcumuzdan, oy yatirimi amaciyle fabrika temeli atan siyasetçimize, ya da çalismadigi ve belki de hiç okumadigi bir dersin sinavini verecek olan ögrencimizden, hased ettigi kisi’nin felaket ve sefaletini Tanri’dan dileyenlerimize varincaya kadar hepimiz, dilegimizin cesameti ve kesemizin bereketi ölçülerinde adak adar, kurbanlar keseriz. Bunu yaparken de dua’ya durur poz’larda resimler çikartmayi, böylece Tanri’nin ve çevremizdekilerin dikkatlerini üzerimize çekip onlarin takdirine mazhar olma sansini da yitirmeyiz. Kestigimiz bu kurban bazan bir koyun ya da bir horoz ya da aklimizdan geçirecegimiz bir baska yaratik olabilir. Kendi öz evladini bile adak adayan ve adagi tuttu diye kurban edenlerimiz vardir. “Mizrap çocuk” olayi bunun en igrenç örneklerindendir. Bundan bir süre önce tanik oldugumuz ve muhakkak ki hafizalarimizdan silinemeyecek olan bu olay, insanliktan nasibini alan her vicdan sahibi kisi için tam bir azab ve dehset vesilesidir. Askerlik hizmetinden kaçmak isteyen ve bunu çesitli yollardan deneyen ve nihayet dileginin gerçeklesmesi için kendi öz yavrusunu kurban adayan ve sonunda boy nunu kesen bir baba’nin gerçek hikayesidir bu. Ne hazindir ki böylesine igrenç bir amaç ve inanisla çocugunu kesen kisi’nin suçunu biz, toplum olarak “Dinsel inançlarla islenmistir” diyerek hos görmüsüzdür. Su bakimdan ki böylesine bir “inanç” ögesini, böylesine bir vahset için, “suç hafifletici” bir neden olarak suçlu lehine kullanmisizdir: bu dogrultuda çikmistir Yargitay’imizin karari.

Hayir, Hayir! bizim insanimizin, bizim toplumumuzun mutlaka ruhsal ve sosyal bir elestiriden geçirilmesi gerekir. Eger bunu yapar ve serinkanlilikla kendimizi söyle bir dinleyecek olursak görecegizdir ki bu kurban kesmelerin, bu adak adama’larin ve nihayet “farkli inançtandir” diye insan öldürmeyi caiz gören bu din kurallari’nin (örnegin “Kisas” gibi, ya da “Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün” seklindeki hükümlerin) beser yasamini kendi deger ölçülerimiz içinde geriletip önemsiz kilan etkileri vardir. Bizleri, farkinda olmadigimiz bir itisle insancil olmaktan uzaklastiran bu etkileri ve gelenekleri sona erdirebilecek olan yollari aramak gerek; bu da ancak kisiyi seriat egitiminden uzak kilip akilci düsünce rayina oturtmakla mümkündür. Nitekim Atatürk’ün getirdigi laik egitimden geçmis kusagin bazi temsilcileri, bütün baskilara ragmen kendilerini vicdan denizine salabilmisler ve seriat’in olumsuz diger yönlerine oldugu gibi kurban gelenegine karsi da seslerini yükseltebilmislerdir. Simdi avukatlik yapmakta olan eski bir ögrencimden aldigim mektupta su güzel duygular dile getirilmis:

“Bugün arife, yarin Kurban bayrami. Penceremden izliyorum bir haftadir kesilmek için götürülen kurbanliklari. Kocaman, kocaman insanlar büyük bas bir hayvani önlerine katmislar; yarin ortaklasa bogazlayacaklar. Bir haftadir yarini düsündükce tedirginim. Bir hüzün kapliyor beni. Bu Kurban bayramina (tahammül) edemiyorum; Allah adina cana kiyilmasina akil erdiremiyorum. Insan gereksinimi için hayvan keser, ama Allah için kan akitmaz. Yarin yine Allah için kurban kesecekler; kesilecek olan kurbanin basina ailecek dizilecekler. Bas gövdeden ayrilacak, oluk oluk kanlar akacak… En küçügünden en büyügüne, bütün kurban kesenler kan görecekler; yani kan dökmeye küçükten alisacaklar. Kurban Bayrami’nin gecesi beni uyku tutmaz. Tipki idam cezalarinin infaz edilecegi geceler gibi! Idam cezalarinin infaz edilecegi geceler uyanirim, saatima bakarim: simdi infazcilar idam mahkumunun hücresine geldiler, ‘kalk’ dediler, ‘giyin’ dediler… (vb…) Kurban Bayraminin gecelerinde de öyle olurum. Uyanir saatime bakarim: ‘simdi cami’ye bayram namazina gidi yorlar’ derim; ‘Namaz biter bitmez hayvanlarin canlarini alacaklar’ derim. Bunu kendi adlarina yapsalar (belki aldirmayacagim da), Allah adina cana kiymalari, kan dökmeleri beni bitiriyor. (Allah adina) bu kan dökücülügü bir türlü kafam almiyor. Tevrat’da bir peygamber var. Adi Isa’ya; o da dayanamaz Allah adina cana kiyilmasina… Bundan (su kadar bin) yil öncesinin duyarli insani. Kavmine kafa tutuyor -‘Yazik’ – diyor, -‘cana kiymayin, hayvanlari bogazlamayin’- diyor. Ama insanlikta bir adim ilerleme yok. Atalarindan ne görmüslerse onu yapacaklar. Dogruyu söyleyen bir kisi bile yok. Söyleyenin de basina gelmedik isler kalmiyor. Toplumdan dislaniyor. Bunu da göze alabilecek bir kaç kisi çikabiliyor; toplumsal bir etkisi olmuyor. Gazetelere bakiyorum; (…) adindaki bir (Ilahiyat Fakültesi Profesörü), bugünkü … gazetesinde Kurbanliklarin nasil olmasi gerektigine, hangi hayvanlarin nasil kesilecegine, kaç kisinin bir büyükbas hayvani alip ortaklasa keseceklerine iliskin dizi yazilari döseniyor. Televizyondaki açik oturumun bugünkü konusu ‘Bayramlar’ ; Bayram kavrami tartisilacak… (Profesörlerden, sosyolog’lardan, gazetecilerden, taninmis kisilerden olusan) Konusmacilar Prof….’nin yönetiminde Kurban Bayrami’nin erdemi hakkinda açiklamada bulunacaklar … Öyle saniyorum ki bunlar kurban kesmenin erdemi konusunda birbirleriyle yarisacaklar. Içlerinde birisi olsun bunun, ilkel toplumlarin Allah’i tavlamak için bulduklari bir çözüm oldugu konusunda bir tek söz etmeyecek. Ilkel toplumlar doga olaylarinin nedeni’ni, niçini’ni bilmezlerdi. Bir deprem olur, bir sel baskini olur, bir yildirim nedeniyle yangin olur ve binlerce insan ölürdü. Bu ölümleri Allah’in kan istegine baglarlardi; ve Allah’a (hitaben): -‘Biz sana istedigin kani kendi istegimizle verelim! Yeter ki öfkelenme!-‘ diyerek kurbanlar keserlerdi. (Dinler tarihinden) ögrendigimize göre ilkin, ilk dogan erkek çocuklari, sonra kabilenin en güzel kizlarini Allah’a kurban ederlerdi. Insanlarin kurban edilmesinin ilkelliginin ayrimina varan Ibrahim pey gamber, insan yerine hayvan kesmeyi ilk akil edenlerden. Bugün Bati dünyasi … bu kan akitma geleneginden yavas yavas siyrilmakta… kurban yerine yumurta pisirerek gelenegi yerine (getirenler var). Yani bir asama, bir ilerleme var… Demek ki bir duyarlilik var. Kan dökmekten nefret ediyorlar; kan dökeceklerine yumurta pisiriyorlar. Iste bugünkü açik oturumda (bu hususlarla ilgili) bir tek sözcük duyamayacagiz. Konusmacilar, o ‘Profesör’ etiketlerinin inandiriciligi ile halki aydinlatip uyaracaklarina yalan üstüne yalan katacaklar. Halkin bu konuda katmerlesen bilgisizligini daha da katmerlestirecekler. Koca koca profesörlerin, yazarlarin, psikologlarin yaptiklari bu konusmalari dinleyen halkimiz, gönül rahatligi ile, vicdan huzuru ile, büyük bir acimasizlikla, büyük bir zevkle biçaklari dayayacaklar (kurbanliklarin bogazina) …” 57

Yukardaki güzel duygulara sahip kimbilir nice insan var bu ülkede; fakat seriatçinin melanetinden yilmis olarak susmaktalar. Acaba bir gün gelip din adamlarimiz, kurban kesimi isinin artik son bulmasi geregini söyleme cesaretini gösterebilecekler midir?

2) Ilkel insan kötülüge kötülükle ve hatta iyilige karsi kötülükle davranan bir yaratiktir. Din adami insanlarimizi, seriat malzemesiyle, bu kaliplar içerisinde yetistirir.

Din adami için “kötülük” ve “iyilik” denen sey, bizatihi nitelikleri itibariyle degil fakat “Seriat ölçegine” göre ele alinmak gereken seylerdir. Seriat’a uygun olan her sey “iyi”, aykiri olan her sey de “kötü”dür. Örnegin “müslüman” olmak “iyi”, fakat Islam’dan gayri bir inançta olmak (örnegin “müsrik’lik”) “kötü’dür” (sapikliktir); ya da Islam’da kalmak “iyi” fakat Islam’dan çikmak (yani “mürtedi” olmak) öldürülmeyi gerektiren “kötü” bir seydir, velev ki “müsrik” ya da “mürted” olan kimse dürüst, ahlakli ve fazilet timsali bir kimse olsun.

Her ne kadar Islam’da kötülüge iyilikle karsi koymak gereginin emredildigi söylenirse de yalandir. Çünkü Islam seriati, kötülüge kötülükle ve hatta bazan iyilige karsi dahi kötülükle karsilik vermenin geregine inanmis, uygulamayi da buna göre ayarlamistir. Bundan dolayidir ki din adami, kötülügü iyilikle def’etmenin ne oldugunu bilmez, çünkü ögrendigi ve ögrettigi o’dur ki seriat düzeni, basta “Kisas” hükümleri olmak üzere kötülügü kötülükle savma geregine yer vermis ve bu düzeni getiren ve sürdürenler bu hükümlere göre hareket etmistir.

Bundan dolayidir ki din adami Kur’an ve Hadis kaynaginda yer alan bu konudaki emirlerin en kararli ögreticisi ve uygulayacisidir. Ilerdeki bölümlerde ayrica konuyu ele almakla beraber burada kisaca belirtelim ki bu hükümlerin basinda bir kötülügü ayni bir kötülükle karsilamak anlamina gelen Kisas’la ilgili olarak söyle olanlari vardir:

“Onlara can cana, göze göz, buruna burun, kulaga kulak, dise disle ve yaralara karsilikli ödesme yazdik… ” (K. Maide 45; Bakara 179)

“Ey inananlar… size kisas farz kilindi… Ey akil sahipleri kisasta sizin için hayat vardir…” (K. 2 Bakara 178-179).

“Kim bir ceza’ya ugrar da ceza edeni ona benzer bir surette cezalandirirsa, sonra da gene ayni taskinlikta bulunursa Allah ona yardim eder…” (K. 22 Hacc 60).

“Eger azab ederseniz, size yapilanin ayniyle azabedin…” (K. 16 Nahl 126).

Her ne kadar bu hükümlerin bazilarinda: “Kim affeder ve barisirsa onun ecri Allah’a ait’tir” ya da “Sabrederseniz bu sabredenler için daha iyidir” seklinde sözler geçerse de bu hatirlatmalar kisi’yi intikam alma hevesinden döndürmege yeterli degildir, çünkü takdir hakkini kisiye birakmistir. Yani kisi intikam alip almama hususunda serbesttir; dilerse kisas’a basvurur, dilemezse vurmaz. Onu intikamdan vazgeçirtici bir zorlama söz konusu degildir. Intikam alma halinde ugrayacagi bir zarar ya da ceza yoktur. Olsa olsa sabretmis olma halinde, kazanacagi ecir’den yoksun kalmis olacaktir ki, bu da pek önemli degildir çünkü bu ecr’i baska yollardan nasil olsa edinmek mümkündür.

Öte yandan din adami’nin elinde Tanri’nin dahi kindar oldugunu ve intikam almaktan hoslandigini gösteren hükümler vardir. Örnegin Duhan Suresi’nde: “… Onlari çarptikça çarpacagimiz gün, öcümüzü süphesiz aliriz” (K. 44 Duhan 13-16) diye yazilidir. Bir baska Sure’de söyle yazili: “Allah dilemis olsaydi onlardan baska türlü de öç alabilirdi…” (K. 47 Muhammed 4)

Din adami’nin yine Islam kaynaklarina dayali olarak ögrettiklerinden anlamaktayiz ki yukardaki hükümleri koymus olan Muhammed, çogu zaman intikam yolarina bizzat kendi basvurmustur. Yillar önce kendisini alaya aldilar ya da kendisine kötülük ettiler diye nice insana kin besledigi ve çogundan intikam aldigi bir gerçektir. Kin besler olddugu Ebu Leheb ve karisi hakkinda Kur’an’a “Ebu Leheb’in elleri kurusun; yok olsun… alevli ateste yanacaktir, karisi da, boynunda bir ip oldugu halde ona odun tasiyacaktir” (K. 111 Leheb 1-5) seklinde ayet’ler koymaktan ya da Ebu Cehl’in kesik basi önünde “Ey adevvu’llah, seni rezil ve rusvay eden Allah’a hamd’olsun” diye dua etmekten, ya da kendisini hicveden sairlerden Kab Ibn-i Esref’i öldürtüpte adamcagizin kesik basi önüne getirildikte sevinçle diz çöküp Tanri’ya sükürler etmekten, yine kin besledigi Huzey bin Ahtab’i esir olarak ele geçirince önce hakaret edip sonra iskenceye sokarak kafasini kestirmekten, ya da Bedir savasinda esir olarak ele geçirdigi Mekke esrafindan 19 kisi’nin cesedlerini pis bir kuyuya attirip kin besledigi bu kisilerden her birisine beddua’lar yagdirmaktan tutunuz da Mekke’yi ele geçirdikten sonra vaktiyle kendisi aleyhinde siir yazmis olan sairler’in kafalarini kestirtmeye varincaya kadar intikam almanin her türü’nü denemekten geri kalmamistir. Diyanet yayinlarinda yer alan kaynaklardan ögrenmekteyiz ki Medine’ye hicret ettigi tarihlerde kendisine kötülük yapildigini söyledigi Mekke aleyhine Tanri’dan kötülükler dilemis ve örnegin: “Ya Rab! Medine’nin havasini bizim için (düzelt ve hastaliklardan ari). Hummasini ve sitmasini da Mekke'(ye) nakil eyle!” diye Tanri’ya yalvarmistir 58.

Din adami’nin bellettiklerinden anlamaktayiz ki Muhammed, intikam almayi gelenek edindikten gayri kendisi gibi intikam almaktan hoslananlari daima takdir etmistir. Örnegin bir def’asinda Ka’b’in kizi Ümm-ü Emmarah’a söyle demistir: “Iste intikamini aldin… Tanri’ya sükürler olsun ki sana düsmanina karsi böylesine galebe çalma olasiligini verdi” 59. Bunlara eklenebilecek daha nice örnekleri siralamak kolay.

Ve iste din adami kisi’yi bu tür hükümler ve örneklerle egitir ve “kötülügü kötülükle savma” gelenegi içerisinde yetistirir. O kadar ki kötü huylu bir kadinla evli bulunan koca’ya, karisinin kötülügünü iyilikle gidermesi olanagini dahi tanimaz. Çünkü din adami’ndan ögrendigi o’dur ki Muhammed kocalara, kötü huylu karilarini bosamalari için emir vermistir. Gerçekten de Ibn-i Cerir-i Taberi ‘nin Ebu’l Muse’l-Es’ari’ den rivayetine göre Muhammed’in emri sudur: “Bir kisi ki, fena huylu bir kadina malik olur ve onun fenaligini bile bile onunla geçinir de ondan ayrilmaz (böyle bir kisi’nin duasina Tanri icabet etmez)”. 60

Söylemeye gerek yoktur ki karisi’nin kötü huylarina sabir ve tahammül gösterebilen ve onu muhtemelen bu yoldan iyi yapmayi düsünen bir koca, olgun ve fazilet sahibi bir kimse sayilmak gerekir; böyle bir kimse takdir edilmelidir. Oysa ki din adami böyle bir kocaya yukardaki seriat emrini hatirlatarak, karisini bosamasini, aksi taktirde Tanri’nin inayetine nail olamayacagini bildirir.

Öte yandan din adami, sadece kötülüge kötülükle karsi koyma geregini degil, fakat Seriat adina bazan iyilige karsi dahi kötülükle davranmak gerektigine de inanmistir, ve inandigi sekilde insan yetistirmek ister. Örnegin, eger ana, baba farkli din ve inançta iseler, çocuklarin onlara hayir dua etmemelerini belletir. Bu hükümleri kanitlar nitelikte olmak uzere elinde Muhammed’e inen örnekler vardir. Bilindigi gibi Muhammed, müslüman olarak ölmedi diye kendi öz anasina hayir dua etmemis ve “Tanri anam için magfiret dilememe izin vermedi” demistir; ayni nedenle babasini cehennemlik bilmis ve kendisini bir baba gibi yetistiren amucasi Ebu Talib’in ölümünden sonra da: “Amucam simdi Cehennem’in dibinde topugunun üstünde dönmektedir” diye konusmustur.

Bütün bunlari temel malzeme olarak kullanan din adami insanlarimizi bagnaz ve kindar bir ruhla yetistirmis olur. Fakat bununla da kalmaz, ilerdeki sayfalarda deginecegimiz gibi, ayni zamanda gaddar, hunhar ve hatta terorist ruhla yogurur. Bunu yaparken de yine seriat verilerine dayanir, çünkü bu veriler kisi’leri, farkli inançta olanlara ya da Islam’a mutlak sekilde boyun egmekten kaçinanlara karsi öldürücü ve yikici tiynette yapmaga yeterlidir. Din adami olarak kendisi de bu verilerle yetistirildigi için insanlarimizi da bu sekilde yetistirir. Ilerdeki bölümlerde konuya tekrar dönecek ve bununla ilgili örnekleri görecegiz.