Home » Library » Modern Library » Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum15

Ilhan Arsel Din Adamlari Bolum15


Insanlarimizi, Farkli Din ve Inançtakilere Karsi Düsman ve Hosgörü’den Yoksun Kilan Seriat Verilerinin Belleticisi Olarak Din adami.


Orta Çag boyunca Batili din adamlarinin din adina giristikleri bagnazliklari, cinayetleri, kötülükleri ve sahtelikleri bizim kendi din adamlarimizin geçmisteki davranislariyle kiyaslamak hangi taraf için daha iyi bir not verdirir, bilinmez! Görünüs Batili din adaminin aleyhine gibidir. Fakat matbaa’nin memlekete girmesine ikiyüz küsur yil boyunca engel olan, deli Mustafa gibi bir padisah’a “yücelik” fetvasi veren, genç Osman faciasini körükleyen, Murat IV zamaninda zorbalar isyanini fetva ile destekleyen, deli Ibrahim’i “keramet sahibi” gösterip daha sonra katline karar veren, halki agalarin zulmü altinda inleten, dine aykiridir diye rasathane yiktiran, askeri reformlar da dahil olmak üzere her türlü yenilige karsi koyan, Mustafa III gibi Padisahlarin büyü usulleriyle devleti yönetmesine yardimci olan, veba hastaligi gibi halki kirip geçirici müsibetlere karsi tedbir alinmasini Islam’a aykiri sayan, Padisah’lara kardes kani akittiran ve saymakla bitmeyecek buna benzer nice kötülüklere çanak tutan ve bu yetmiyormus gibi bir de Arap’larin Türklere ve diger milletlere karsi din adina giristikleri insanlik disi vahseti alkislamayi ve bu olaylari Islam tarihi diye okutmayi ma’rifet sayan din adamlarimizin yaptiklarini, Batili din adamlarinin yaptiklariyle birlikte terazinin kefelerine koymak belki dengeyi saglayacaktir 461.

Fakat Türk din adami’nin bagislanamayacak olan suçu, sadece bu kötülüklerde bulunmasi, ya da sadece kendi toplumunu benliginden, dilinden, eski güzel geleneklerinden ve niteliklerinden ve tarihinden yoksun kilmasi degil fakat bir de insanlarimizi farkli din ve inançtan olanlara karsi düsman yapmasi, genel olarak insan sevgisinden, insan varliginin degeri duygusundan uzaklastirmasi, hosgörü yoksunu kilmasi, daha dogrusu seriat’in bu dogrultudaki verileriyle yogurmasidir.

Sik sik belirtmeye çalistigimiz gibi farkli din ve inançtaki insanlari “kafir” diye tanimlayan, onlarla iliskiyi “kafirlik” sayan, onlara karsi “cihad” açilmasini saptayan seriat emirlerini ele alip yeren olmamistir; Tanri’nin bu tür emirler vermeyecegini söyleyen çikmamistir. Bugün dahi din adamlarimiz, tipki diger seriat ülkelerinde oldugu gibi, “Islam’dan gayri bir dine bagli olanlar sapiktirlar” seklinde ya da “kafirlere” karsi saldirganligi öngören seriat verilerine sarilmislardir.

Oysa ki seriat demek insan denilen varligin ruhundaki insan sevgisini yok eden sistem demektir. “Insan” derken, dini, dili, irki, cinsi ne olursa olsun soyut (mücerret) anlamda bir varlik gelmelidir aklimiza. Ancak ne var ki seriat dini, basta ana, baba, kardes gibi yakinlar olmak üzere farkli din ve inançta olanlari ayri ve düsman bir dünya’nin insanlari sayar; onlarla her türlü iliskiyi yasaklamak yaninda genellikle onlara karsi siddet ve saldiri usullerini uygular.

Çesitli yayinlarimizda ya da bu kitabimizin çesitli bölümlerinde degindigimiz gibi seriat dini, yeryüzü insanlarini, din ne inanç farki esasina göre Dar-ül Islam ve Dar-ül harb diye ikiye ayirmis, birincileri ikincilere “cihad” açmakla görevlendirmis, eger “müsriklerden” iseler öldürmege (örnegin Tevbe Suresi’nin 5.ci ayet’i), yok eger “Kitab ehli” iseler “cizye” (kafa parasi) vermege ve ikinci sinif insan muamelesinde bulunmaga zorlamistir (Örnegin Tevbe Suresi 29.cu ayet’i). Her ne kadar Dar-ül Islam’ da yasayanlar (yani müslümanlar) arasinda da esitsizlikler yaratmakla beraber (örnegin erkeklerin kadinlara üstünlügü, ya da Arap’larin Arap olmayanlara üstünlükleri, vs gibi) müslümanlar arasi “kardeslik”, “dayanisma”, “yardimlasma” gibi hususlara yer vermis (Bkz. Hücurat 100; Hicr 88) 462 fakat bu ögeleri müslüman olmayanlar bakimindan öngörmemistir.

Daha baska bir deyimle seriat sisteminde tüm insanlar arasi kardeslik sevgi vb… diye bir sey yoktur. Seriat sisteminde insanlar arasi sevgi ya da düsmanlik, sadece din kistasina göre olusan seylerdir; insan’i “insan” varligi olarak sevmek ve “kardes” bilmek diye bir sey söz konusu degildir. “Sevgi” ve “Kardeslik” sadece müslüman olanlar arasinda söz konusudur; bu nedenle “kardesler” dargin ise onlari baristirmak gerekir. Bu anlamda olmak üzere Kur’an söyle der: “Süphesiz mü’minler birbiri ile kardestirler. Öyle ise dargin olan kardeslerinizin arasini düzeltin…” (K. 49 Hucurat 10).

Müslüman olmayana karsi ise tam bir yabancilik, uzaklik, daha dogrusu düsmanlik ortami olusturulur. Nitekim 21.yüzyila girmek üzere bulundugumuz bu dönemde laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Diyanet Isleri Baskanligi: “Islam’dan baska dinlere ragbet edenler tam bir sapiklik içerisindedirler” 463 diye fetvalar yayinlar ve halkimiza bu fetva’larin kaynagi olan seriat verilerini belletir. Bu veriler arasinda Kur’an’in: “Islam’dan baska dinlere ragbet edenler tam bir sapiklik ve ziyan içindedirler” (K. 3 Imran 85) ya da: “Kesin olarak Tanri katinda (gerçek) din, yalnizca Islam’dir” (K. 3 Imran 19) seklindeki ya da benzeri ayet’leri ve bu dogrultudaki nice hadis hükümleri bulunur.

Bunun yaninda bir de “müsrik’lerin” (yani Tanri’ya es kosanlarin) ya da Tanri fikrine sahip olmayanlarin öldürülmeleri geregini öngören emirler yer alir ki, eger uygulamaya kalksak, su son 2500 yillik süre boyunca insanligin gelismesini ve uygarliklarin dogmasini saglayan kimseleri (örnegin Aristo’dan Bertrand Russell’a gelinceye kadar her büyük insani) ikinci bir kez öldürmemiz gerekecektir.

Islam’in Ehl-i Kitab’a (yani Yahudilere ve Hiristiyanlara, vb…) yasama hakki ve güvenlik tanidigi iddia olunur, ki dogrudur. Ancak ne var ki bu hak ve güvence, onlari ezik ve ikinci sinif “yaratiklar” durumuna düsürmek bir yana, fakat her seyden önce onlara karsi “cihad” açmak, onlari islam’a çagirmak ve eger çagiriyi kabul etme yecek olurlarsa “cizye” (kafa parasi) vermege zorlamak gibi uygulamalara engel degildir. Nitekim Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinlarinda bununla ilgili Kur’an ayet’i aynen söyledir: “Ey mü’minler! Kendilerine kitap verilip de Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’in ve Resulünün haram kildigi seyleri haram tanimayan ve hak dini (yani Islam’i), din edinmeyen su kimseler (Yehud ve Nasara yok mu? Iste onlar) kendi elleriyle Cizye (getirip) zelilane ( asagilanarak) verinceye kadar onlara karsi cihad ediniz”. (K. 9 Tevbe 29)

Görülüyor ki her seyden önce Yahudiler’e ve Hiristiyan’lara karsi savas açilmak ve onlari Islam’a çagirmak gerek. Çagiriya uyacak olurlarsa sorun yok, fakat uymayacak olurlarsa “cizye” vermelerine kadar savasa devam olunacak. “Cizye” vermegi kabul ederlerse yine sorun yok, su kadar ki “cizye’yi” “zelilane” bir sekilde, yani “asagilanmis olarak” vermis olsunlar

Din adami’nin belletmesine göre bu ayet’de geçen “cizye” (yani “kafa parasi”) sözcügü Yahudilerin ve Hiristiyanlarin Islami kabul etmemelerinin cezasi olmak üzere konmustur. “Cizye” ‘nin, yani kafa parasi’nin, “ceza” niteliginde olusu konusunda Diyanet Isleri Baskanligi’nin (daha baska bir deyimle Türkiye Cumhuriyeti’nin) görüsü aynen söyle: “Cizye: Fukaha örfünde Ehl-i Kitaptan (Yahudi ya da Hiristiyanlardan) müslüman olmiyanlarin bir muahede ile nüfus basina vermegi deruhde ettikleri vergidir… Öbür bakimdan da Müslümanliktan imtinalarinin (kaçinmalarinin) cezasidir…” (Sahih-i… Cilt VIII, sh. 451) 464

Eger “cizye” vermege razi olacak olurlarsa onlari kendi ibadetlerinde serbest birakmak, vermeyecek olurlarsa “cihad etmek” yani saldiriya geçip öldürmek sarttir (K. 9Tevbe 29).

“Cizye” vermegi kabul etmeleri halinde dahi onlari “ikinci sinif” insan olarak asagilatmak, onlarla dostluk kurmamak, onlara i’tibarda bulunmamak gerekir. Yine tekrarlayalim ki ayet’de “Cizye (getirip) zelilane verinceye kadar” emri vardir.

Öte yandan din adami, Yahudilere ve Hiristiyanlara karsi husumet beslenmesi, onlarla asla dostluk kurulmamasi maksadiyle konan seriat hükümlerini de insanlarimizin beynine sokmaktan geri kalmaz. Bunlar arasinda Maide Suresi’nin: “Ey inananlar Yahudilerle Nasranileri dost edinmeyin… sizden kim onlari dost edinirse süphe yok ki o da onlardandir” (K. 5 Maide 51) seklinde olanlari vardir. Ayni Sure’nin 64. ayet’inde Tanri’nin Yahudiler için “Elleri baglansin, lanet olsun… onlarin arasina kiyamete kadar sürecek düsmanlik ve kin saldik” diye yazilidir. Yine ayni Sure’nin 82. ayet’inde: “Ey Muhammed! inananlara en siddetli düsman olarak, insanlardan Yahudileri… bulursun” diye uyarida bulunulmustur.

Bu hükümler, geçmis dönemlerde, örnegin Ömer bin Hattab’in halifeligi zamaninda ve daha sonraki dönemler itibariyle Yahudilerin ve Hiristiyanlarin kimliklerini belirtici giysilerle dolasmalarini saglamak ya da ise alinmalarini önlemek maksadiyle uygulanmistir (örnegin Nizam-i Mülk döneminde oldugu gibi) .

Müslüman olmayanlara karsi husumet besleme konusunda, o günden bugüne degisen bir sey yok. Din adami bugün de bu tür husumeti körükleyen hükümleri seriat dini olarak insanlarimiza belletir; bugün de Muhammed’in “kafirler” aleyhinde, özellikle müsrikler, Yahudiler ve Hiristiyanlar aleyhinde söylediklerini pekistirir. O kadar ki müslüman kisinin günlük yasamini, kilik kiyafetini, yiyip içmesini hep “kafir’lere” nispetle ve onlarin tersine olacak sekilde ayarlar. Örnegin sakal birakma ve biyik kesme geregini belletirken vaktiyle Muhammed’in bu konudaki su emrini tekrarlar: “Müsriklere (her hal) ve hareketinizde) muhalefet ediniz (ve benzemeyiniz). Sakallarinizi birakiniz, biyiklarinizi da iyice ve derince kesiniz” (Sahih-i… , Cilt XII, sh. 110) 465.

Ya da sakal boyamanin Müslüman kisiler için gerekli bir sey oldugunu anlatmak için Muhammed’in su sözlerini hatirlatir: “Ashab’im Yahudiler, Hiristiyanlar sakallarini boyamazlar, siz onlara muhalefet ediniz (kina ile boyayiniz” (Sahih-i…, Cilt XII, sh. 111) 466

Ya da gümüs ve altin kap’lar kullanmayi yasaklamak için Muhammed’in: “Atin, gümüs kapdan içmeyiniz, gümüs (ve altin) tabaklardan yemek de yemeyiniz. Gümüs (altin) dünyada kafirlerin, Ahiret’te de biz müslümanlarindir” 467 diye emrettigini anlatir.

Ya da çok miktarda yemek yemenin kötü bir sey oldugunu ve kafirlerin bu kötülüge sapli bulunduklarini anlatmak için, yine Muhammed’in: “Mü’min bir mi’desine koymak için yer, kafir ise karnindaki yedi bagirsagini doldurmak (yani karnini sisirmek) için yer” 468 diye emrettigini anlatir.

Ya da “Beyt-i Makdis” in kapisindan egilerek, alçak gönüllülükle girmek ve “Ya Rab Dilegimiz, günahimizi affetmendir” demek gerekirken Yahudilerin bu emri tersine telakki ederek alçak gönüllülükle egilecek yerde kiçin kiçin, yani “kiçlari üzere imekliyerek” girdiklerine dair Muhammed’in sözlerini ve bu sözlerin dayali bulundugu Kur’an ayet’lerini (K. 2 Bakara 58-59) belletirken söyle der: “Tarihin her devrinde hirs ile, hiyanetle taninmis bir millet olan yahudiler vaktiyle Musa peygamberin (peygamberligi) zamaninda da (onun) teblig ettigi her emri tersine telakki ederek bu sevketli peygambere de türlü müskülat göstermisler ve her zaman hakla batili karistirmislardir” (Sahih-i…, Cilt XI, sh. 41 ve d.)469.

Ya da Tanri’nin Yahudileri ve Hiristiyanlari “maymun, domuz ve seytana tapan kimseler” yaptigina dair olan Kur’an ayet’ini (K. 5 Maide 60) okur ki söyledir : “…O kimseler ki, Allah onlara lanet etmis, gazabina ugratmis, onlardan maymunlar, domuzlar ve seytana tapan kimseler yapmistir; yerleri en fena yer olanlar, dogru yoldan büsbütün sapanlar onlardir” (K. 5 Maide 60).

Ya da vaktiyle deve sütü içmeyen bir Yahudi kavminin Tanri tarafindan fare’ye dönüstürüldügüne, bu nedenle fare’lerin asla deve sütü içmeyip koyun sütü içtiklerine dair hadis’i okur ki söyledir: “Beni Israil’den bir kavim (mesh olunup) beser tarihinde silindi gitti. Ben zannetmem ki o ümmed fareden baska bir seye mesh ve tahvil edilmis olsun, Çünkü fare (içsin) diye (bir yere) deve sütü konulursa, onu içmez de koyun sütü konulursa onu içer” (Sahih-i… , Cilt IX. sh. 60 ve d.) 470

Ya da Cumartesi yasagina uymadiklari için Yahudilerin maymun haline dönüstürüldügüne dair Kur’an ayet’ini okur ki söyledir: “(Ey Yahudiler!) Içinizden Cumartesi günü azginlik edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara ‘Asagilik birer maymun olunuz’ dedik. Bunu, çagdaslarina ve sonradan geleceklere bir ceza örnegi ve Allah’a karsi gelmekten sakinanlara ders olsun diye yaptik” (K. 2 Bakara 65-66).

Ya da Yahudilerin ve “müsriklerin”, müslümanlar için en büyük düsman olduklarina dair Kur’an ayet’ini belletir ki söyledir: “Insanlar içinde, iman edenlere, en siddetli düsmanlik gösterenlerin Yahudilerle müsrikler olduklarini, müminlere dostluk itibariyle en yakin olanlarin da ‘Biz Nasraniyiz’ diyenler olduklarini görürsün. Çünkü bunlarin içinde kesisler ve rahipler vardir, sonra bunlar kibirli degillerdir” (K. 5 Maide 82).

Ne ilginçtir ki din adami, bu ayet’i belletirken, kesislerin ve rahiplerin varliginin Hiristiyanlari neden dolayi müslümanlara dost yaptigi bir yana ve fakat ayet’in biraz yukarda gördügümüz: “Ey inananlar Yahudilerle Nasranileri dost edinmeyin… sizden kim onlari dost edinirse süphe yok ki o da onlardandir” (K. 5 Maide) seklindeki ayet’le bagdasmadigini bile düsünemez.

Ya da “kafir” düsmanligini biraz daha pekistirmek için onlarin can’larinin tipki merkeplerinki gibi çikacagini ya da Cenennem’de iyice yakilmalari için omuzlarinin genis tutuldugunu anlatan seriat verilerini ögretir ki bunlar arasinda Muhammed’in ölüm döseginde söyledigi su sözler vardir: “Mü’minin ruhu ter ile, kafirin ruhu ise merkebin cani gibi agiz ve burun deliklerinden çikar” 471.

Yine din adami’nin söylemesine göre Muhammed, kafirlerin Kiyamet gününde uzun bir süre azab çekeceklerini anlatmak üzere söyle demistir: “(Kiyamet gününde) kafirin iki omuzu arasi sur’atli bir süvari yürüyüsü ile üç günlük mesafededir” (Sahih-i… Cilt XII, sh. 212) 472

Yüzyillar boyunca din adamlari, seriat’in bu gibi esaslarina yaslanarak hep “kafir” düsmanligini kiskirtmislardir. Gazali ya da Ibn-i Teymiyye gibi, Islam dünyasinin adeta taparcasina yücelttigi “üstadlar” bunlarin basinda gelir. 16.yüzyilda en “büyük” Türk bilgini diye kabul edilen Ebus-ssuud Efendi’nin fetvalarina göz atiniz: “kafir”lere selam verip, selam almak hususunda dahi insanlik disi bir tutum takinan ve örnegin “Islam’a gelmesi niyetine selam vermede beis yoktur” diyebilecek kadar bagnaz görüslü “aydin” tipini temsil eder bizim Ebussuud efendilerimiz 473 .

 

 

*

Her vesile ile degindigimiz ve deginecegimiz gibi din adami’nin bellettigi seriat hükümleri din ve inanç farkina dayali olarak insanlar arasinda öylesine bir sevgi ve kardeslik boslugu açmistir ki ana-baba ile çocuklar ya da kardesler ve yakin akrabalar arasinda dahi (eger farkli inançta iseler) düsmanliklar yer almistir. Bu emirlerden biri, Tevbe Suresi ‘nin 23.ayet’i olarak söyledir: “Ey inananlar! Kafirligi severlerse ve küfrü imana tercih ederlerse babalarinizi ve kardeslerinizi de dost edinmeyin” (K. 9 Tevbe 23). Yine Tevbe Suresi’nin 113.cü ayeti’nde su vardir: “Akraba bile olsalar, müsrikler için magfiret dilemek Peygamber’e ve mü’minlere yakismaz” (K. 9 Tevbe 113). Yine bunun gibi Imran Suresi’nde farkli inançtakilerle, hatta müslümanliga samimi olarak sarilmayanlarla (örnegin “munafiklarla”) dostluk kurulmamasini emreden su hüküm yer alir: “Ey inananlar! Birbirinizi birakip da (baska inançtakileri) dost (edinmeyin). Iste siz o kisilersiniz ki onlari seversiniz, fakat onlar sizi sevmez… De ki- ‘Geberin kininizle’-…” (K. 3 Imran 118-119).

Öte yandan din adami, farkli inançta bulunanan ana, baba, çocuk ve akraba arasinda yabancilik, hatta düsmanlik yaratmak için, “peygamber” diye bilinen kimselerden örnekler verir ki bunlarin basinda Muhammed gelir. Islam kaynaklarindan ögrenmekteyiz ki Muhammed, kendi öz anasi Emine için Tanri’dan magfiret dileme izni alamadigini ve bu nedenle anasina hayir dua’da bulunmadigini bildirmis, babasi Abdullah’in Cehennem’de oldugunu ve kendisini bir baba gibi yetistiren amucasi Ebu Talib’in de Cehennem ateslerine atildigini söylemistir 474. Kuskusuz ki bu sekilde davranmis olmasinin nedeni Emine’nin ve Abdullah’in Islam’dan gayri bir dinsel inançta ölmüs olmalaridir. Çogu Arap kaynaklari Emine’nin Yahudi olarak Abdullah’in ise putperest olarak öldüklerini bildirirler. Ebu Talib’e gelince o, Islam’a girmek istemedigini ölüm döseginde bile açikca söylemekten kaçinmamistir.

Farkli bir inanca bagli olan ana, baba, kardes, kari-koca ya da akraba kimselere karsi düsmanlik besleme geregini pekistirmek maksadiyle din adami, Muhammed’ten gayri diger bazi “peygamber’lerden” de örnekler sergiler ki bunlar arasinda Nuh ve Ibrahim gibi ünlüler de vardir.

Nuh, her ne kadar Kitab-i Mukaddes’e göre “peygamber” sayilmadigi halde Kur’an’da peygamber’lerden biri olarak gösterilmistir. Örnegin Nuh Suresi’nde, Tanri tarafindan kendisine vahiy verilen ve günahkar olan kavmini tövbe etmege çagirmak için gönderilen bir peygamber olarak tanimlanmistir (K. 71 Nuh 1). Güya bütün çabalarina ragmen kavmine laf dinletememistir. Laf dinletemedigi kimseler arasinda karisi ve çocuklarindan biri ile yakinlari da vardir. Kavmini yola getiremeyince Tanri’ya sikayette bulunur ve :”Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarci birakma” (K. 71 Nuh 26) diye yalvarir ve ayrica da; “Dogrusu Sen onlari birakirsan kullarini sapittirirlar” (K. 71 Nuh 27) diye de ikazda bulunur. Bununla beraber anasi’nin, babasi’nin ve evine inanmis olarak girenlerin bagislanmalarini diler (K. 71: 28). Bunun üzerine Tanri kendisine bir gemi insa etmesini ve her cins yaratiktan birer çift ‘i ve ayrica da inananlari ve ailesini gemiye bindirmesini emreder (K. 11 Hud 40); “Haksizlik yapanlar için Bana bas vurma, çünkü onlar bogulacaklardir” (K. 11 Hud 36-37) diye de ekler.

Nuh gemiyi insa eder ve Tanri’nin emrettigi gibi hayvanlari ve iman edenleri ve aile’sini (karisini ve çocuklarini) gemiye bindirir. Hayvanlari gemiye alirken önce karincalari ve en sonra merkebi alir. Fakat merkeb’in kuyruguna Iblis asilmistir. Bu nedenle merkep agir agir yürümektedir; mekreb’in bu halini görünce Nuh sabirsizlanarak: “Seytan ile berabere olsan, yine gir” diye seslenir. Böylece merkep Iblis’le birlikte gemiye girmis olur. Gemi, daglar gibi kabarmis dalgali denize açilmis olarak giderken Nuh bir kenarda ayri kalmis olan ogluna seslenir: “Ey ogulcugum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma” der (K. 11 Hud 42) 475. Fakat oglu onu dinlemez ve: “Daga siginirim, beni sudan kurtar” diye babasina yalvarir (K. 11: 43). Fakat Nuh oglunu kurtarmaz: “Bugün Allah’in buyrugundan – O’nun acidiklari disinda- kurtulacak yoktur” (K. 11 Hud 43) diye yanit verir. Bunlari söylerken dalgalar gelip kendisi ile oglu arasina girer. Nuh’un oglu dalgalara karisarak bogulup gider (K. 11: 43). Fakat ne garibtir ki o bogulup giderken seytan hala gemidedir. Her ne hikmetse Tanri seytan’a pek bir sey yapamamistir.

Az geçmeden Tanri göklere ve denizlere ve rüzgarlara emrederek onlari sakinlestirir ve gemi’yi “Cudi” denen bir yere oturttur. Nuh ve onunla birlikte gemide bulunan “imanli’lar” selamete ermislerdir. Ancak ne var ki her seye ragmen Nuh’un akli, dalgalara kapilip giden oglundadir. Belki onu geri getirtebilirim diye düsünür. Çünkü Tanri ona daha önce: “Aileni gemiye al” demis ve bir tür va’d’te bulunmustur. Bu nedenle Tanri’sina dua ederek ona önceki va’di’ini hatirlatir: “Ey Tanrim! Süphesiz oglum da ailemdendir. Senin va’din ise haktir…” (K. 11 Hud 45) der 476. Fakat Tanri ona oglu’nun “kafir”oldugunu anlatmak üzere söyle der: “Ey Nuh! O senin ailenden sayilmaz, çünkü kötü bir is islemistir. Öyleyse bilmedigin seyi benden isteme. Iste sana ögüt… ” (K. 11 Hud 46).

Nuh’un sadece oglu degil fakat karisi da “inkarci’lardan” oldugu halde onun gemiye alinip alinmadigi, alindi ise ne sekilde yok oldugu Kur’an’da açiklanmamistir. Açiklanan sey onun Tanri tarafindan Cehennem’e atildigidir ki bu da Tahrim Suresi’nde belirtilmistir (K. 66 Tahrim 10). Bu Sure’de gerek Nuh’un karisi’nin ve gerek diger bir “peygamber” olarak gösterilen Lut’un karisi’nin, “inkarci’lardan” olduklari için Cehennem’e gönderildikleri ve Allah’tan gelen bu azabi iki peygamber’in savmaga muktedir olamadiklari anlatilmistir. Ne ilginçtir ki Nuh, kendi oglu için Tanri’dan rica’da bulunurken karisi için böyle bir girisimde dahi bulunmayi düsünmemistir.

Ve iste din adami, insanlarimiza Nuh ile ilgili yukardaki Kur’an verilerini açiklarken sunu anlatmis olur ki ana ve babalar, ya da kocalar farkli inançta olan çocuklarina ve karilarina hiç bir sekilde acimamali, onlarin ölümüne hayiflanmamalidirlar.

 

Yukardakine benzer bir diger örnek Ibrahim “peygamber” ile ilgili olarak Kur’an’in çesitli ayet’lerinde yer almistir. Bu ayet’lerle anlatilanlara göre göre Ibrahim ne Yahudi’dir ve ne de Hiristiyan’dir; o müslüman bir peygamber olmak üzere gönderilmistir. Al-i Imran suresi’nde söyle yazili: “Ibrahim, yahudi de, hiristiyan da degildi, ama dogruya yönelen bir müslimdi, puta tapanlardan degildi” (K. 3 Al-i Imran 67).

Fakat ne var ki Ibrahim’in çok sevgili babasi putperesttir ve Ibrahim onu putlardan kurtarip dogru yola sokmak, müslüman yapmak hevesindedir. Söyle konusur: “Babacigim! Isitmeyen, görmeyen ve sana bir faydasi olmayan seylere niçin tapiyorsun?… Dogrusu sana gelmeyen bir ilim ( yani “müslümanlik”) bana geldi. Bana uy, seni dogru yola eristireyim. babacigim seytana tapma…” (K. 19 Meryem 42-45). Fakat Ibrahim’in babasi oglunun bu sözlerini dinlemez ve söyle yanit verir: “Ey Ibrahim! Sen mi benim tanrilarimi begenmiyorsun? Bundan vazgeçmesen mutlaka seni taslarim; ebediyen benden uzaklas git” (K. 19 Meryem 46). Fakat buna ragmen Ibrahim: “Sana selam olsun. senin için Rabbimden magfiret dileyecegim…” (K. 19 Meryem 47) diye konusur. Bununla beraber babasinin Tanri’ya es kostugunu anlayinca ondan uzaklasir (K. 9 Tevbe 114) 477. Ve Tanri Ibrahim’in babasini Cehennem’lere atar. Böylece Muhammed’in “Müslüman peygamber” diye tanimladigi Ibrahim, kendi öz babasini çok sevdigi halde, onun farkli bir inançta oldugunu anladigi için, ondan uzaklasmis, ona düsman kalmistir.

Bu hükümleri bize belleten din adami, neden dolayi Tanri’nin Ibrahim’i “müslim’lerden” yaparken babasini yapmamis oldugunu söylemez. Ya da neden dolayi dilediginin gönlünü açip müslüman kilan bir Tanri’nin (Bkz. 6 En’am 125) Ibrahim’in sevgili babasini müslüman yapmayip baba ile ogulu birbirlerine düsman kildigini bildirmez. Neden dolayi Süleyman “peygamber’in” ana ve babasi’na “nimetler” verirken (Bkz. K. 27 Neml 19) Nuh’un, ya da Ibrahim’in ya da Muhammed’in ana, baba ve yakin akrabalari lehine bu tür bir cömertlik göstermedigine deginmez.

Nuh’un, Ibrahim’in ya da Muhammed’in, inanç farki nedeniyle kendi ana ve babalari ya da çocuklari, ya da amucalari, karilari vs… ile düsman duruma düsmeleri konusunda anlattiklarinin akla ve mantiga ters düstügünü ve Tanri fikrini zedeledigini düsünmez. Onun önemli bildigi sey, bu tür örnekleri sergileyerek, farkli inançta olanlara karsi (velev ki bunlar ana, baba, kardes, yakin akraba, kari ya da koca vs. olsun) düsmanlik duygularini pekistirmektir. Pekistirirken de biraz daha etkili olmak için yukardaki örneklerden gayri Muhammed zamanindaki uygulamalardan da örnekler verir. Sayisi pek çok bu örneklerden bazilarini baska vesilelerle görmüs olmakla beraber burada tekrar ele almakta yarar vardir.

Bu örneklerden biri, müslümanligi seçmis olan Ebu Huzeyfe’nin, müslümanligi kabul etmeyen babasi’nin ölü vücudu karsisindaki duygusuzlugu ile ilgili olarak söyledir: Bedir savasinda Kureys esrafindan Utbe bin Rabia, Mekke ordusunda fakat oglu Ebu Huzeyfe, müslümanlarin safinda olmak üzere birbirlerine karsi savasirlar. Savas müslümanlarin zaferiyle sona erince Muhammed, savasta öldürülen Kureys esrafindan 24 kisi’nin cesedini bir araya toplatarak bunlarin Bedir civarindaki pis bir kuyuya atilmalarini emreder. Bunlar arasinda Utbe bin Rabia ‘nin da cesedi vardir. Cesedler sirayla kuyuya atilirken sira Utbe’nin cesedine gelir. Olan biteni Utbe’nin oglu Ebu Huzeyfe de Muhammed ile birlikte seyretmektedir. Babasinin cesedi kuyuya atilirken yüzü solgundur. Muhammed kendisine söyle der: “Ey Huzeyfe! babanin bu halinden müteessir olmus olacaksin”. Buna karsi Ebu Huzeyfe babasinin ölmüs olmasina ve cesedinin pis kuyuya atilmasina zerre kadar üzülmedigini, tek üzüntüsünün babasinin müslüman olmadan ölmüs olmasi oldugunu yeminler ederek bildirir 478. Anlasilan o’dur ki babasina karsi besledigi duygularini bagnazlik ölçülerine göre ayarlamistir.

Diger bir örnek Ibn-i Selül’ün oglu Abdullah’in ayni nitelikteki tutumudur. Ibn-i Selul (ki “Abdullah bin Übey” diye de bilinir) Medine’deki Hazreci’lerin reisi olup Muhammed’in Medine’ye hicreti sirasinda müslümanligi kabul etmistir. Onu takliden oglu Abdullah da müslüman olmustur. Ancak ne var ki Ibn-i Selül bir çok vesilelerle Muhammed’in kararlarina karsi geldigi için, adi “munafik”‘a çikmistir Islam’a içtenlikle bagli olmadigi kanisi yayginlasmistir 479. Oysa ki gerçekte, tutum ve davranislarinin Islam’a ters düsen bir yönü pek yoktur; sadece dürüstlükle ve olgunlukla ilgisi vardir. Örnegin Beni Kaynuka adindaki Yahudi kabilesine karsi girisilen savas sonucu Muhammed, ele geçirilen yüzlerce esirin kellelerinin kesilmesini emrettigi zaman, Ibn-i Selül bunu insafsizlik saymis ve önlemistir. Uhud savasi sirasinda da Muhammed’in benimsedigi savas taktigine yanasmadigi ve taraftarlarini savasa katmaktan kaçindigi söylenir. Bu tür davranislar onu “munafik” lar listesine sokmustur. Oysa ki eger onun teklif ettigi savas taktigi benimsenmis olsaydi muhtemelen Uhud yenilgisi dogmayacakti. Fakat her ne olursa olsun Muhammed Ibn-i Selül’ü “munafik” olarak tanimlamis ve Kur’an’a “munafiklar” aleyhinde (ve özellikle ölümlerinden sonra namaz kilinmasini yasaklayan) hükümler koymustur (Örnegin K. 9 Tevbe 84; ayrica Kur’an’daki “Munafükun” Suresi’ ne bakiniz).

Ve iste babasinin “munafik” ilan edildigini anlayan Abdullah bir gün Muhammed’in yanina giderek söyle der: “Ey Tanri elçisi! Ben senin Abdullah bin Übeyy’i öldürmek istedigini isittim. Eger onu öldüreceksen ben onun basini keserek sana getirecegim…” Görülüyor ki Islam’a bagliligi ile ögünen Abdullah, sirf din ugruna babasini öldürmege hazirdir. Fakat Muhammed, Arap’lar arasinda çok sevilen Ibn-i Selül’ü öldürtmenin kötü sonuçlar doguracagini hesapladigi için bu yola gitmemis ve bu nedenle Abdullah’a “Hayir, (babani) öldürmek fikrinde degilim” diye yanit vermistir 480. Bununla beraber Ibn-i Selül’ü “bas munafik” olarak tanimlamaktan ve genel olarak munafiklara “kafir” gözüyle bakilmasi gelenegini yaratmaktan geri kalmamistir.

 

Diger bir örnek Muhayyisa Ibn-i Mes’ud ‘un sirf din ugruna kendi öz kardesi Huvayyisa ‘yi öldürmege hazir oldugunu bildirmesiyle ilgilidir. Bu iki kardes Ensar’dan Ibn-i Mes’ud’un ogullaridir. Muhayyisa müslüman oldugu halde Huvayyisa olmamistir. Olay’in Ibn Hisam ve Ibn Ishak tarafindan iki anlatilis sekli vardir:

Ibn Ishak’in “Siyer” adli kitabinda anlatilis sekli söyle: Muhammed bir vesileyle: “Ele geçirdiginiz Yahudi’yi öldürün” diye emir verir. Bu emir geregince Muhayyisa, yahudi tacirlerinden Ibn-i Senine adinda birinin üzerine çullanir ve “Ey Allah’in düsmani” diyerek kilicini adaminm karnina saplar. Oysa ki Ibn-i Senine o tarihe gelinceye kadar Ibn- Mes’ud ailesinin islerini gören , onlara iyilik ve yardim eden bir kimsedir 481. Adamcagizin bu sekilde öldürüldügünü gören Huvayyisa üzüntüsünü yenemeyerek hemen kardesinin karsisina dikilir ve öldürdügü kisi’nin kendilerine ne kadar yardim eden biri oldugunu hatirlatarak: “Onu öldürdün mü! Karnindaki yag bile onun malidir” der. Bunun duyan Muvayyisa kardesine söyle der: “Vallahi onun öldürülmesini emreden (Muhammed), senin öldürülmeni de emretse, senin de boynunu vururum” 482.

Din adami’nin Arap kaynaklarindan naklen bildirmesine göre güya Huvayyisa, kardesinin kendisine karsi sarfettigi bu sözleri isitince “islam’in” gücüne inanir ve: “Vallahi, seni bu hale getiren bu din, sanli bir din” der ve müslüman olur 483. Söylemeye gerek yoktur ki dinin yüceligine inandigi için degil fakat korkuya kapildigi için böyle yapmistir.

Olay’in Ibn Hisam tarafindan anlatilan sekli söyle: Beni Kureyza adindaki Yahudi kabilesine karsi girisilen savasi kazandiktan sonra Muhammed, ele geçirilen esirlerin kellelerinin kesilmesine karar verir. Kesilen kafalarin bir arada bulunmasi için kuyular kazdirtir ve kelle kesme isine Muhayyisa’ yi memur eder. Muhayyisa bu ise büyük bir sevkle baslar. Ancak ne var ki kellelerini kestigi bu esirler arasinda vaktiyle kendisine yardim etmis olan kimseler vardir. Bu feci manzarayi o sirada Muhayyisa’nin kardesi Huvayyisa da seyretmektedir. Huvayyisa o tarihte henüz müslüman degildir. Kardesinin bu tutumuna isyan ederek üzüntüsünü bildirir ve örnegin: “Vaktiyle iyilik gördügün bu insanlari öldürmen nankörlüktür” seklinde bir seyler söyler. Bunu duyan Muhayyisa kardesi Huvayyisa’ya: “onun öldürülmesini emreden (Muhammed), senin öldürülmeni de emretse, senin de boynunu vururum” diye yanit verir ve bu yanit üzerine Huvayyisa müslüman olur).

 

Kendi babasi Amr Ibnu’l Cemuh’u “iyi bir müslüman” yapmak isteyen Mu’az’in ma’rifetleri de söyle: Müslümanligi kabul ederek Medine’ye hicret edenlerden Amri Ibnu’l Cemuh, tipki diger müslüman olanlar gibi, ilah bildigi seylere karsi baglilini yitirmemis idi. Evi’nin bir kösesine “menat” ilahini koymustu. Bu nedenle her sabah yataktan kalkdiginda, müslümanligin kosullarini yerine getirmekle beraber, ayrica da “menat” ilahini temizler ve ona dua’lar ederdi. Babasinin bu halinden yakinan oglu Mu’az ise, oldukça bagnaz bir tutuma saplanmis olarak, onu bu huyundan vazgeçirmek ve “katiksiz” bir müslüman yapmak ister. Yakin bir arkadasi ile oturup kurnazca bir plan kurar: iki kafadar bir gece gizlice Amr’in evine girerek menat ilah’ini alirlar ve pis bir çukura atarlar. Ertesi sabah Amr uynanipta “menat” i bulamayinca aramaga baslar ve pis kuyudan çikarip temizler ve kösesine koyar. Kendi kendisine de bu isi hangi putlarin yaptigini sorar. Ertesi gün ayni sey olunca bu sefer kilicini Menat’a baglar ve: “Kendini koru bu kiliçla” diyerek yatagina girer. Mu’az yine arkadasiyle gelir ve kilic’in ucuna ölü bir köpek lesi yerlestirir. Amr sabah uyanipta bunu görünce korkuya kapilir ve Menat’i atar. Oglu’nun seytanca oynadigi bu oyun sonucu olarak Menat yerine Ka’be’deki Kara tas’a (“Hacer-i Esved”) tapmaga baslar. Çünkü Kara Tas müslümanlarin kutsal bilerek taptiklari seydir. Görülüyor ki Mu’az, olgunluktan yoksun ve bagnaz bir davranisla, babasini güya “yola getirmistir”.

 

Bir diger ilginç örnek Mekke esrafindan Ebu Süfyan ile kizi Umm Habiba (ki bilindigi gibi Muhammed’in eslerinden biridir) arasinda geçen su olaydir: Hicret’in sekizinci yilinda Ebu Süfyan, Kureys adina baris andlasmasini tazelemek üzere Muhammed’le görüsmek ister. Medine’ye gelerek kizi Ümm Habiba’nin evine iner. Umm Habiba, daha önce müslümanligi kabul edip sahabelerden biriyle evlenmis ve kocasi ile birlikte Habesistan’a gitmis iken, kocasinin ölümü üzerine Medine’ye dönmüs ve bu kez Muhammed tarafindan es edinilmis bir kadindir. Fakat müslümanligi kabul etmeyen babasi Ebu Süfyan’a düsmandir. Bu nedenle babasi’nin evine gelmis olmasindan hoslanmaz; hoslanmadigini belli etmek üzere de ona selam vermedigi gibi adamcagiz’in oturmak istedigi dösemeleri de çekip dürür. Bunu gören Ebu Süfyan söyle der: “Ey sevgili kizim (yemin ederim ki) senin bu yataga beni oturtmak istemediginden mi yahut yatagi bana layik görmediginden mi altimdan çekmis oldugunu bilemedim”. Bu sözlere karsilik Umm Habiba, babasina “sen pis bir insansin” diye hakaret ederek su yaniti verir: “Bu yatak Tanri elçisinin yatagidir, sen Tanri’ya ortak katan bir kisi oldugun için pissin. Bundan dolayi seni bu yataga oturtmak istemedim”.

Kizi’nin din ugruna böylesine bagnazlastigina tanik olan Ebu Süfyan yerinden kalkar ve oda’dan çikar. Çikarken de kizina söyle der: “Benim yanimdan ayrildiktan sonra sana bir kötülük isabet etmistir” 484.

 

Islam tarihi daha Muhammed zamaninda olusan bu yukardakine benzer nice sayisiz örneklerle doludur. Din adamlarimiz bütün bu yukardaki hükümleri ve örnekleri seriat bilgisi olarak belleterek insanlarimizi, ana, baba, kardes vs… dahil olmak üzere, farkli inançta olanlara karsi düsmanlik duygulariyle yogururken, diger yandan da Tanri’nin keyfi olarak dilediginin gönlünü açip müslüman ve dilediginin gönlünü kapatip kafir kildigina dair ayet’leri (örnegin Enfal 125) ezberletmekten geri kalmazlar. Böylece müslüman kisiyi, hem ana, baba vs… sevgisi duygusundan ve hem de “düsünme” gücünden yoksun et yigini haline getirirler.

Bundan dolayidir ki müslüman kisi, kalkipta din adamina Nuh ile oglunu ve karisini, ya da Ibrahim ile oglunu, ya da Muhammed ile ana, babasini vs… örnek gösterip: “Pek iyi ama! Madem ki Tanri diledigini müslüman ve diledigini de kafir yapmaktadir; ve örnegin madem ki bazi hallerde babayi kafir ve oglunu müslüman ya da oglunu kafir babasini müslüman kilmaktadir, o halde neden, bütün bu insafsizliklar yetmiyormus gibi, bir de baba ile ogul arasina böylesine bir düsmanlik salar?” diye sormayi akil etmez. Akil etmedigi içindir ki ne kendisi ve ne de din adami, hiç bir zaman bagnazliktan kurtulamazlar.

Yine bundan dolayidir ki Islam tarihi boyunca bir tek din adami kalkipta bütün insanlari, din ve inanç ayriliklari içerisinde, birbirlerini sevip saymaya çagirmamistir: “Kafir de olsa, müsrik de olsa, Yahudi ya da Hiristiyan da olsa, insanlari sevin, onlarla dost geçinin” seklinde konusan olmamistir. Bu sekilde çagirir ya da konusur gibi olanlar ise , Tanri’nin Islam’dan gayri bir din yaratmadigini, Yahudilere ve Hiristiyanlara gönderilen peygamberlerin hepsinin de “müslüman” olduklarini, ve onlarin indirilen Kitab’larin (Tevrat’in ve Incil’in) aslinda Kur’an içeriginde bulundugunu (ve fakat onlarin bu kitaplari tahrif ettiklerini) kabul ederek böyle konusurlar. Örnegin insanlik asigi sandigimiz Mevlana bile: “Yine gel, ister kafir ol, ister putperest” derken inanç farkini silen bir sevgi’ye yönelmis degildir. Sadece kisileri Islam’a çagirmak istemistir. Çünkü o bile Islam’dan gayri bir din’e ve inanc’a yönelik olanlarin sapik sayildiklarina inanmistir; bundan dolayidir ki farkli inançtadir diye babasinin kellesini uçuran Ömer bin Hattab’a hayranligini ortaya vurmustur 485

 

Bütün bunlardan gayri bir de din adamlarimiz, “savas” denen müsibetin insanlik disi bir sey sayildigi bir dönemde halkimizi “cihad” duygulari ve “kafirlere” karsi savas hevesleriyle doldururlar. Islam’in “baris” dini olmadigini herkesten iyi bildikleri halde, baris dini imis gibi göstermege çalisirken, insanlarimizi seriat’in din adina öldürmeyi ve Cihad’i emreden hükümleriyle yogururlar. Bunlar arasinda: “Ey Peygamber! Kafirlere karsi Cihad et” (K. Tevbe 73; ayrica bkz. Hücurat 15; Tevbe 19, 29,30, 73; ve Saff ve Feth sureleri’ndeki ayet’ler vs) seklinde nice emirler vardir. Bu emirleri belletirlerken “Islam’in tebligine imkan hazirlamak” amaciyle bütün “Gayr-i müslim”lere karsi “cihad” açmanin fazilet oldugu görüsünü savunurlar 486. Toplumumuzu, bu uygarlik çaginda bile hala “Müsriklerin” nerede olurlarsa olsunlar öldürülmelerini, ya da Yahudilerin ve Hiristiyanlarin, Islami kabul etmemeleri halinde, ceza olarak, Tanri tarafindan kafa parasi (cizye) vermege mahkum kilindiklarini ve Islam’i kabul etmedikleri ve “cizye” (kafa parasi) vermedikeri taktirde öldürülmeleri gerektigini öngören emirleriyle (örnegin Tevbe 5 ve 29) yetistirmekten geri kalmazlar. Bu arada Gazali “efendimizin” su sözlerini tekrarlamayi ihmal etmezler: “Peygambere uymak demek islamiyete uymak ve küfrü ve kafirligi yok etmege çalismak demektir, çünkü islam ile küfür birbirinin ziddidir. Birinin bulundugu yerde öteki bulunamaz, gider… Birisine kiymet vermek ötekini (asagilatmak demektir). Tanri Kur’an’in al-Tavba Suresi’nin 73.ayet’inde -‘ Ey Peygamber kafirlere karsi cihad et. Onlara sert davran-‘ buyuruyor. Bundan anlasiliyor ki kafirlere sert davranmak da hulk-i azimdir. Islam’a izzet vermek , kiymetini arttirmak için kafirleri asagi tutmak lazimdir. Kafirlere kiymet vermek demek, onlarla bulunmak, konusmak, görüsmek demektir. Kafirlerden cizye alinmasini emretmekten maksat onlari asagi tutmaktir. Kafirlerin kirilmasi islama kuvvet verir” 487 .

Sadece müslüman olmayanlara karsi degil fakat müslümanlardan Sunni mezhebi disinda kalanlara, örnegin Sii mezhebine mensup yurttaslara karsi dahi düsmanlik ve savas duygularini pekistirirler. 1976 yilinda Milli Egitim Bakanligi tarafindan hazirlatilan lise felsefe kitaplarinda Alevi düsmanligi dile getirilmistir.

Animsamakta yarar vardir ki Bati’da, daha Orta Çag döneminde bile, din ve inanç farki gözetmeksizin insanlar arasi sevgiyi var kilmaga çalisan ve bu ugurda ölümü bile göze alan din adamlari görülmüstür. Örnegin vaktiyle Anabaptist’ler, Isa’nin “öldürmeyeceksin” seklindeki emirlerini kendilerine bayrak edinerek her türlü siddet fikrini ve din savaslarini red yolunu seçmislerdi. 16.yüzyilda Rahib Postel’ in, ya da ilahiyatçi Erasmus ‘un ya da büyük düsünür Spinoza’nin, din adina savas fikrine karsi direnmeleri ve farkli dinden olan Türklere karsi dahi düsmanlik degil sevgi ve kardeslik beslenmesi gerektigini savunmalari ibretle gösterilecek örneklerdendir. Reformasyon liderlerinden Luther, hem de bir din adami olarak, din adina girisilen savaslari, örnegin haçli seferlerini hiristiyanliga aykiri buldugunu söyler, kisilerin silaha sarilmamalari geregini din geregi olarak görürdü 488. Buna benzer örnekler çoktur. Ama Islam dünya’sinda ve bizde buna benzerler çikmamistir. Türk’ü bagnazliktan kurtarip insan sevgisine sürükleyen ilk ve tek insan Atatürk’tür. Ne yazik ki Atatürk sayesinde kavustugumuz genis görüslülügü ve “insan sevgisi’ni”, seriatçinin ve ona destek din adami’nin gayretleri her gün biraz daha yitirmekteyiz.